Yusuf ARİFOĞLU
İNSAN, DİLİYLE İNSANDIR
Dil, insanı insan yapan önemli bir unsurdur. Dil, düşünceyi aktarma, öğrenme/öğretme ve iletişim vasıtasıdır. Allah’ın birer ayeti olan diller aynı zamanda insanlar için buluşma, tanışma ve tecrübe paylaşımını sağlar.
Dil, bir toplumun varlık hafızasıdır. Her dil, kendi yaşam unsurlarıyla beraber bu bağlamda şekillenmiştir. Bir toplumun geleneği, ilmi, ekonomisi, coğrafyası ve kültürü o toplumun anadilini besler ve şekillendirir. Her dil, kendi içinde bir dünyadır. Dilin önemi ve değeri, bir nefes alıp verme gibidir. Dil nimetinden veya anadilini konuşmadan mahrum bir toplum arkasız ve dayanaksız kalır.
İnsanların dil ve renk farklılığı insanlık için bir zenginliktir. Ne yazık ki ulusalcılığın ivme kazandığı son iki asırda renk ve dil farklılığı büyük bir probleme dönüşmüş. Hâkim/iktidar diller, diğer dillere karşı yok sayan, ötekileştiren ve asimile eden bir politika geliştirmiş. Bu durum, beraberinde üç korkunç sonuç doğurmuştur.
*Madem, sen benim dilimi yok sayarsın, inkâr edersin; o halde ben de dilimi savunurum tepkiselliği içinde oluşan tarafgirlik, ulusalcılık ve ırkçılık.
*Bir toplumun diline getirilen kısıtlama veya yasaklarla o toplumu kendisinin tüm geçmiş mirasından mahrum bırakmak ve gelecek kuşaklara kültürel miras olarak kalacak bir hazineden mahrum bırakmak.
*Allah’ın ayetlerinden biri olan dile isteyerek istemeyerek, bilerek bilmeyerek açılan savaş.
Dil nimetinin kıymetini anlayabilmek için bir an geriye yaslanıp düşünelim:
İnsanlık bugüne kadar değil binlerce farklı dil hiçbir dil bile konuşamasaydı, yazı diye bir şey olmasaydı ve insanlar konuşma yeteneğinden yoksun birbirine bir şeyler anlatmaya, iletmeye çalışsaydı, ne kadar güç, zor ve sıkıntılı olurdu! Hayat ne kadar çekilmez bir hal alırdı. En basitinden Türk biri ‘Şu kalemi al masaya koy!’ Bir Kürt ‘
Vê penuse hildin û bidin ser masayi’, Bir Zaza ‘Ina qelem biger u masa ser run’ demek isteyecek; ama dil/konuşma yeteneği olmayacak! Her biri o kalemi o masaya koydurmak için en az dört beş hareket, jest veya mimik yapacak! Bu en basit bir ihtiyaç için böyle olacak. Peki, ihtiyaçlar silsilesi alabildiğine çok, çeşitli ve basitten zora olan insanoğlu dil olmadan bunu nasıl başaracak? Böyle bir durumda öteki insanlarla bir araya gelmek, toplum oluşturmak, düşünce ve duygularımızı başkalarına iletebilmek güçleşecek, eksik, güdük bir anlaşmaya dönen bağırmalar, bir takım jest ve mimiklerle sınırlı kalacaktı. Bizden öncekiler neler yapmış, yaşadığımız sırada insanlar ne yapıyor, dünyadaki öteki toplumların durumu ne? Soruları havada ve cevapsız kalacak ve yapılan hiçbir şey gelecek kuşaklara iletilemeyecekti. Tarih diye bir şey olmayacak, hukuk bilinmeyecek, söze dayanan sanatlar bulunmayacak, bir insanın anıları yalnız kendisinde, belli belirsiz olarak saklı kalacaktı.
Dil, bütün insanlar, için aynı gerekliliktedir. Bu gerekliliğe rağmen bir dili önemsememek, inkâr etmek, ötekileştirmek ve yasaklamak hiç kimsenin haddi değildir ve olmamalıdır. Ha bu olmamış ve olmuyor değil. Belki yarınlarda daha gaddarca olacak! Bu durumda bu zorluğu, baskıyı veya ihmali yaşayan anadil konuşanları kendi dillerine güçleri, imkânları ve zamanları doğrultusunda sahip çıkmalıdır. Bunun yolları çoktur. Anadili evde konuşmak, konuşanlarıyla konuşmak, eser yazmak, film çekmek, tiyatrolar sahnelemek, dil kursları açmak ve iktidarı her dilde eğitim yapılacak yasal düzenlemelere zorlamak.
Dünyayı, başka kültürleri tanımanın ve tanıtmanın yolu, dil öğrenmekten geçer. Peygamber aleyhi selamın ‘Bir lisan bir insan’ hadisi, Hz. İsa’nın ‘Bir kavme giderseniz onların dillerini öğrenin!’ telkini bu ihtiyacın anlaşılması için yeterlidir. Bu sebeple her ülke eğitim programlarında ve devlet politikalarında anadili kullanır ve bunu resmi dil ilan eder. Ümmet ruhunun ulusçuluk arzusuna feda edildiği günümüzde devleti olmayan Kürt, Zaza ve Laz gibi toplumlar peki ne yapsınlar? Onların suçu nedir? Onlara anadilde eğitimi fazla veya zül görenler Allah’a nasıl hesap verecekler?
Türkçe, resmi dil ve eğitim dili olduğu halde yine özel ve resmi kurslarla dil öğretme ihtiyacı oluşuyorsa Kürtçe ve Zazaca konusunda bu yara nasıl kapanacak? Çözüm süreciyle birlikte seçmeli ders, lisans, yüksek lisans ve doktora programları açıldı. TRT Kurdi adıyla resmi bir TV kanalı ve birçok özel kanal Kürtçe veya Zazaca yayın da yapıyor. Birçok gazete, dergi veya kitap tümüyle veya kısmen Kürtçe, Zazacaya yer veriyor.
Peki, tüm bunlar yeter mi? Hayır! Kanımca Kürtçe ve Zazaca için şu çabalar lazımdır:
*Kürtler ve Zazalar, ne olursa olsun evlerinde ve kendi anadilini konuşanlarla bir konuşma pratiği geliştirmelidir.
*Devlet, eski kafatasçı ve ırkçı reflekslerinden vazgeçip Türkiye sınırları içinde başta Kürtçe ve Zazaca olmak üzere konuşulan her dile anadilde eğitim hakkı vermelidir.
*Her anadilde eğitimi önemseyen her siyasi parti, dernek, vakıf, tüzel kişi veya ilgili kişilerin ya resmi vasıtalarla ya kendi imkânlarıyla anadilde eğitime katkı sunmalıdırlar.
*Bu ihtiyacı giderebilecek yetişmiş eleman ve dil öğretimini yerel veya genel düzeyde yürütebilecek kalifiye eğitmenler ihmal edilmemelidir…
Kürtçe ve Zazaca dil öğretim ve eğitimi siyasi ve faşist uygulamalar başta olmak üzere başka diğer nedenlerden dolayı da yüzyıllarca ihmal edilmiş, yap(tır)ılmamış. Son yıllarda çözüm süreciyle başlayan bazı çabalar ve imkânlar varsa da bu samimi bir hükümet politikasından ziyade ‘kardeşlik edebiyatı(!)’ zorunluluğu içinde ‘dostlar alış verişte görsün’den öteye gidemediği için eksik, yetersiz kalmaktadır.
Bir şey yapmak, hiçbir şey yapmamaktan iyidir, düsturu doğrultusunda Kürtçe, Zazaca ve diğer diller için iktidar, muhalefet partileri, dernek/vakıf veya kişilerin elini taşın altına atması lazımdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.