Edip AKAR
İpotek altındaki halk
Hem yakın hem uzak geçmişi derin acılarla dolu bölge halkının bugünü ipotek altındadır. Bu ipotek sadece Kürtlere değil bölgede yaşayan herkese uygulanmaktadır. Halk, örgüt ve devlet tarafından her biri diğerinin öldürmesiyle korkutarak kendi sıtmasına/zulmüne mecbur bırakılıyor. Toplumsal hayattan ekonomiye, sağlıktan günlük yaşama kadar her alanda baskı ortamı hâkim.
Bölge halkının geleceği de eğitime dair sıkıntılar ile karartılmaya çalışıyor. “Okullara boykot” çağrıları ile çocuklar eğitimden men ediliyor, öğretmenler bölgeden kaçmaları için korkutuluyor, kaos ortamı ile geleceğe dair hayaller bile belirsizliğe mahkum ediliyor. Tabi bu kaygı, bu ceremeden sağ çıkabilecek olanlar ile ilgili. Ve yine bu kaygıyı temel yaşamsal ihtiyaçlarını giderebilenler duyabiliyor.
Doğrusu örgüt elemanlarının gelecek tahayyülü epey farklı. Her ne kadar ekran karşısındakiler böyle bir amaçlarının olmadığını söylese de; heyecanlı militanlar “Kürdistan'ı kurduk, kuracağız” havasında. Hayatının baharında eline silah alıp ölüme giden gençlerin “Türkiye'ye demokrasi getirmek” hedefinde olduğunu iddia etmek düpedüz yalan söylemektir. Bu gençleri sahaya sürenler 90'lı yıllardan beri her kış “bu bahar tamamdır, bu iş bitecek” motivasyonu ile insanları son hamleye zorlamaktadır. Hatta hatırlarsınız en son “2012 yılı final yılı olacak” diye iddiaları vardı. Ancak o da 2012 yılı kıyamet senaryoları gibi unutulup gitti.
Haliyle bu kadar kısa bir anı tasarlayanlar için hem eğitimin bir önemi yok. Hem de eğitimsiz insan kullanıma daha elverişlidir. Daha fakir, daha cahil ve haliyle daha öfkeli daha sert… Onun için eğitime boykot çağrıları yapılıyor dahası okullar yakılıyor. Halkın sefaleti hiç önemsenmeden aynı senaryo farklı ilçelerde uygulanıyor. Ne halkın çıkarı ne örgütün bir kazanımı var ama inadına bir strateji yürütülüyor.
Bu süreç içerisinde devlete -idare makamı da olması hasebiyle- seslenen çok ses var. Ancak savaşın bir tarafı olan PKK yöneticilerine pek seslenen yok. Bu sesleniş, PKK tabanı olmadığı halde son seçimlerde HDP ile ittifak halinde olan yapılara düşüyor. Özellikle Kürdî-Kürdistanî duyarlılık sebebiyle HDP'yi desteklemiş gruplar, bu mücadelenin Kürtlere ve Kürdistan'a zarar verdiğine dair seslerini en gür şekilde çıkarmalıdır. Aynı zamanda PKK-HDP eliyle kurulan veya onlara yakın kişilerin kurduğu yığınla Sivil Toplum Örgütü de bir uyarı ile yükümlüdür.
Diğer yandan enerjisini güvenlikçi metotlara kısmen de maddi tedbirlere indirgemiş bir hükümet stratejisi görüyoruz. İki üç yıllık güvenlik boşluğunun acısını çıkarırcasına örgütün biriktirdiği imkânların da etkisiyle sert bir operasyon yapılıyor. Maddi olarak da perişan olmuş halkı kendisine bağlayarak bütün bir meseleyi kapatmak hedefine gidiliyor. Para her şeyi halledecek olsa zaten yıllardır hükümet adeta para döktü. Halk sahiplenilmeli, ihtiyaçları giderilmeli ancak bunun yanında son vaziyetin de PKK örgütünün de esas kaynağı olan rejimden doğan sorunlar giderilmeli. STK ve kanaat önderleri ile görüşülüyor ama henüz net bir yol haritası yok.
Devlet veya hükümet son birkaç yıldır kimi zaman meclis kürsüsünde dahi dile getirilen Kürtlerin sosyal, kültürel, siyasi tüm haklarını şimdi de vermekle yükümlüdür. Hükümetin içinde Kürtlerin maruz kaldığı zulümleri bilen ve dile getiren çok kişi var. Ki zaten bu günahların sorumlusu kendileri de değildir. Sorumlu, Kemalist rejim ve ulusalcı-laik uygulamalardır. Ancak mevcut idare kendilerinde olduğundan dolayı sorumluluk kendilerine kalmıştır. PKK ve siyasi uzantıları masanın gereklerini yerine getirmemiş bile olsa; tüm küresel güçlerin taşeronluğunu üstlense ve bunun sonucu olarak her gün cenazeler de gelse bu sorunluluk ortadan kalkmaz. Hakların tanınması için muhataba –hele ilkesiz bir muhataba- ihtiyaç yoktur. Tabi öncelikle “Kürt sorunu bitti” rüyasından uyanmak gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.