M. Medet SOLMAZ
Irak Kürdistanı’nın Mahzun Kenti: Halepçe
Bismihi Teâla
Bir ilkbahar günü… Takvimler 1988 senesinin 16 Mart’ını gösterirken "ölüm bulutları" çökmüştü Kürdistan’nın mazlum kenti "Halepçe" üzerine. Günlerden Cuma, vakitlerden öğle… İran İslam Devrimi’nin üzerinden 10 yıl geçmişti. İslami zaferi hazmedemeyen şer güçler Irak’ın despot yönetimini kışkırtarak bu inkılabı yaşatmamanın hesaplarını yapıyorlardı. Dolayısıyla Irak’ı İran’a karşı kışkırttılar ve böylece 10 yıl sürecek olan İran-Irak savaşını fitillediler. Müslüman Kürt halkı tercihini İran İslam devriminin kazanımlarından yana yaptı. İşte bundan ötürü Müslüman Kürt halkı baş aktörü Saddam olan Baas Rejimi’nin despot yönetiminin hedefi oldu…
Kalabalık bir yerleşke olan Halepçe o günün verilerine göre 170 bin nüfusa sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bombardımanda; hardal, sarin ve VX gibi gazlar içeren kimyasalların kullandırılması dehşetin boyutlarını ele veriyor.
Uzmanlar, hardal gazının etkilerini şöyle dile getiriyorlar: "Hiroşima ve Nagazaki’de iyonlaşan atomların aksine hardal gazı, gelecekteki nesil için de inanılmaz zararlar veriyor. 10 yıl sonra bile insanlar çeşitli acılar çekiyor. Özellikle uzun vadede DNA üzerinde büyük zararlar meydana getiriyor."
Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli "The Sydney Morning Herald" gazetesinde yayımlanan "Experiment in Evil" başlıklı makalesinde, Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4–5 katı olduğunu belirttiydi.
Yani Halepçe ve çevresi; hardal gazı, sinir gazları sarin, tabun, VX, kan zehiri, hidrojen, siyanür gibi kimyasal gazlarla ya da daha yaygın bilinen ismiyle, kitle imha silahlarıyla bombardımana tutuldu.
Ferman verilmişti. Uluslararası güçler ve emperyalist devletlerin her türlü finansman ve lojistiği sağladığı kukla rejimlerin eliyle tetiğe basılmıştı. Öne çıkan azgın aktörler Saddam ve "Kimyasal Ali" lakaplı kuzeni Ali Hasan el Mecid en büyük tetikçilerdi. Zalimlerin gözünü kan bürüyünce, ihtirasları tavan yapınca en vahşi yaratıktan daha acımasız oldukları bilinen bir realitedir.
O güne ait çekilmiş videolar, belgeseller, tanıklar ve artta kalan görüntülerin tümü bir araya getirildiğinde vahşette sınır tanımamışlığın resmi en net şekilde görülür…
Elma kokusunun gaz bulutlarıyla karıştığı mazlum coğrafyada; küçük çocukların annelerin kucağında ya da eteğine yapışık vaziyette “dayê bêhna sêva tê” (anne elma kokusu geliyor…) ne olduğunu bilmeksizin kimyasal bombardımanın acımasızlığı içerisinde bir bir ölüme gidiyordu… kimileri bebeğini emzirirken, kimileri öğle sofrasındayken, kimileri uykudayken… ya da kimisi evinin kapısının eşiğinde, kimisi bahçesinde, kimisi duvar dibinde, kimisi ise ‘kurtulurum’ umuduyla kaçtığı sığınak yolunda ölüme yakalandı. Yani her yer ölüm kokuyordu… Belki de duyarlı, vicdanını yitirmemiş, sağduyulu, insanlığını yitirmemiş kimselerin nezdinde hiçbir zaman hafızalardan silinmeyecek: 7 kız babası olan‘’Ömer Havar’ın’’ hasretle beklediği ikiz erkek çocuklarından birine siper olurken can verdiği tablo… Biricik bebeği zehirli havayı solumasın diye, âdeta kalkan olmuştu baba ama buna güç yetiremeyince ikisi de kapının eşiğinde, evet oracıkta can vermişti.
Katliamın bilançosuna ilişkin birkaç veri:
Bir: En asgari verilere göre 5 bin civarında kadın erkek, yaşlı çocuk katledilmiştir.
İki: 10 bin üzerinde insanın yaralandığı; binlerce insanın akıbetinin meçhul olduğu kayıtlara geçmiştir.
Üç: Binlerce insan soykırım sonrasında ortaya çıkan komplikasyon, hastalık ve doğum kusurları sebebiyle hayatını kaybetti.
Dört: Soykırımdan canlı kurtulanlar ise normalden çok daha yüksek oranlarda sağlık sorunu yaşadı: kanser türleri, solunum rahatsızlıkları, deri ve göz problemleri, doğurganlık ve üreme sorunlarıyla baş başa kaldı…
İşte görülüyor ki o günden bu yana genetik ve kalıcı etkileri halen devam ediyor. Dolayısıyla bu vakıa; çok korkunç bir vahşet ve katliam hüviyetini taşımaktadır.
Katliamdan bu güne 31 yıl geçti. Her yıl mart ayının ortalarında bu katliam geniş kesimlerce telin edilmektedir. Vahşetin baş aktörlerine gelince ‘’Saddam’’ ve halefi namı diğer "Kimyasal Ali" zelil bir şekilde darağaçlarında salınırken, asıl hesabın büyük hesap gününde verileceğini Kur’an-ı Mübin ne güzel ifade ediyor:
"Allâh’ı zâlimlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma. Onların azabını, gözlerin dehşetle dışarı fırlayacağı güne ertelemektedir."(İbrahim,42)
Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.