Selahaddin YILDIRIM

Selahaddin YILDIRIM

IŞİD bahane, talan şahane!

İşgalci güçlerin bölgemize yaptıkları müdahalelerine gösterdikleri tek meşru(!) gerekçe IŞİD. Suriye'ye, Irak'a girmek isteyen her kes bu örgütü gerekçe gösteriyor. Ancak sahada bu işin böyle olmadığı, süper güçlerin aslında daha büyük planlarını gizlemek için IŞİD'i bir kalkan olarak kullandığı artık gizli değil. Hatta böylesi bir amacın aleti olarak IŞİD'in bir zamanlar korunduğu,  şimdi ise olduğundan daha güçlü ve tehlikeli gösterildiğini de unutmamak gerekir.

Bölge'de nüfûzunu güçlendirmek isteyen bazı ülkeler yanında, ABD'nin öncülüğündeki koalisyon ülkeleri ve son olarak Rusya hep bu bahaneyle Suriye'ye müdahalede bulundular. Ancak hakikat böyle değil. Şayet bu güçlerin gerçek hedefi IŞİD olsaydı, bu yapının çoktan bitmiş olması gerekmez miydi?

ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ile beraber İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer taraf ülkelerin her birinin ayrı ayrı hesapları var. Bu ülkeler, sahada savaşan gruplardan birine veya birkaçına destek ve yardım sağlıyor. Altı yıldır süren savaşta barışı sağlayacak bir sonuca ulaşılamamış olmanın en büyük nedeni, mevcut aktörlerin çıkar hesaplarıdır. Dolayısıyla yaşanan yıkım,  akan kan ve oluşan dramdan, her müdahil ülkenin payına düşen belli bir oran vardır.

Suriye'de beş yıl önce başlayan kanlı olayların bu sınıra ulaşacağını kimse tahmin eder miydi? Gelinen noktaya bakınca ‘Irak' veya ‘Suriye' diye bir devletin / ülkenin kalmadığını görüyoruz. Her köşesi bir dış gücün himayesinde olan örgütlerce kontrol altında tutulan bir coğrafyadan devlet veya ülke diye söz edilebilir mi? Anlaşılan o ki, artık beş yıl öncesi duruma dönüş ihtimali de ‘yok' denecek kadar az; hatta imkânsız. Gelecek açısından da durumun daha beter olacağı ihtimali ağır basıyor. Parçalanacak bünyenin doğuracağı sancılar uzun süre son bulmayacak. Belki bu bölge daha yıllarca sürecek kanlı bir hesaplaşmanın arenası olarak kalacak.

Geçen beş yıl zarfında Suriye'de insanlık tarihinin en kara sayfaları yazıldı. Mütemadiyen havadan bombardımana maruz kalan kentler, patlayıcı yüklü arabalarla hücuma uğrayan sivil hedefler ve toprağa düşen 300 bin insan. Canını kurtarmak için yerini yurdunu terk edip kaçan milyonlarca mülteci... Hayatını kurtarmak için Akdeniz'in serin sularında canlarını yitiren binlerce masum insan, kıyıya vuran körpecik yavruların cesetleri...

Tarihin tanıdığı hiç bir şiddet ve yıkım bunun gibi kapsamlı ve büyük olmamış; bu kadar uzun süre devam etmemiştir. Daha vahim olanı ise, insanlık hiç bu kadar ilgisiz ve duyarsız kalmamıştır.

Buzullar arasına sıkışan bir balina, karaya vurmuş bir kaplumbağa için duyulan hassasiyet beş yıldan beri vahşice öldürülen yüzbinlerce masum insan için gösterilmedi. İnsanoğlunun gözyaşı pınarları kurudu, merhamet duygusu buharlaştı, uluslararası camianın politikaları karaya oturdu. Kendisini insanlığın, hak ve hukukun havarisi olarak gören Batı'nın yüzündeki büyüleyici renkli maske düştü. Batılılar, tutuşturdukları bu yangına kapılarını kapatıp yüksek balkon ve pencerelerinden manzarayı seyretmeyi tercih ettiler.

Suriye üzerine hesaplar yapan bu çok uygar(!)Batılı güçler sahada bizzat kendileri savaşmıyor. Ne ABD, ne de Rusya kara savaşına kendi askerlerini sürmek istemiyor. Savaşanlar Müslümanlar. Ölen de, öldüren de onlar.

Son günlerde gündemdeki konu Rakka'ya yapılacak olan kara operasyonu. ABD özel birliklerinin denetiminde çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri, 24 Mayıs'tan beri Rakka'nın kuzeyini denetim altına almak için operasyon başlatmış bulunuyor. Hedef, IŞİD'in başkenti diye adlandırılan bu şehrin kurtarılması olarak ilan edildi. Koalisyon ülkeleri de bu operasyona havadan destek sağlıyor.

Operasyonun en ön safında Kürtler var.

Peki, neden Kürtler? Kürtlerin Rakka'da ne işi var? Kendi bölgelerini savunmalarına elbette kimsenin diyeceği bir şey olamaz.

Rakka'da Kürtler niçin? sorusunun cevabı ‘alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete'den başka bir şey olamaz bence. Batı, bir asır önce görmediği, görmezden geldiği Kürtleri şimdi niye hatırladı acaba?

Batılı yetkililer, bir zamandan beri Kürtleri öve öve bitiremiyorlar. Irak'ta olsun, Suriye'de olsun cephenin en ön safında Kürtler olsun isteniyor. Israrla bu işi ancak Kürtlerin yapabileceği söyleniyor. Ben şahsen bu işin sonunun ne Kürtlere ne de diğer bölge halklarına bir hayır getireceğine inanmıyorum. Daha açıkçası laik Kürtler kendilerini kullandırıyor. Bu işin sonunun feci bir pişmanlık olmamasını dilerim; ama geçmiş tarihe bakınca bu temenninin gerçekleşme şansının hiç olmayacağını da biliyorum. PKK ve onun Suriye'deki uzantısı PYD'nin Batı'nın ‘talan' politikalarının şövalyeliğine soyunmaları bir utançtır. Selahaddin'in torunlarını bu aşağılık haçlıların emrine vermek Kürtlerin tarih ve geçmişine en büyük hakaret, Kürt milletine de en büyük ihanettir bence.

Başlayan yaz sıcaklarıyla beraber bölgemiz de ısınacak ve yine Müslüman kanı akacak. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) operasyonların başladığı Felluce'de yirmi bin çocuğun şiddete maruz kalacağı, su ve gıda stoklarının bitmesi sonucu hayati tehlikenin muhakkak olacağı uyarısında bulunmuş. Peki vahşi bombardımanlarla ateşe verilen Rakka'da ne kadar çocuğun neler yaşadığını bilen var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.