Menderes YILDIRIM
İslam âlemindeki yaygın tez: Üç maymunlar
“Üç maymunları oynamak” esas olarak; herhangi bir olayı/durumu “görmeme, duymama, konuşmama; anlık çözümlere sarılma” anlamına gelir. “Nemelazımcılık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, etliye sütlüye karışmamak…” ifadeleri de aynı anlama gelir. Bu durum “silik” ama “sülük” tipleri ve karakterleri üretir. Bu anlayış, krizlere çözüm değil, belki krizleri felakete dönüştürür. İslam âlemindeki manzara tam da budur.
Mitolojide, Üç Maymunlar ile ilgili Hint ve Japonlara ait birer efsane de vardır. Hint, Vadjara felsefesinde; “kötülüklere bulaşmamak için; göz, kulak ve ağızlarını kapatan” maymun figürü vardır. Japon efsanesinde de “...Maymun Krallığındaki lanetli bir şeytanı gören üç maymunlar; gördüklerini inkar eder ve şeytanın lanetine uğramamak için, ömürlerinin sonuna kadar; bunlardan biri ağzını, diğeri kulağını, sonuncusu da gözünü kapattır.”
“Üç Maymunlar,” Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği Türk, Fransız ve İtalya ortak yapımı bir filmin de adıdır. Burada da “küçük zaafların doğurduğu büyük yalanlarla parçalanan bir aile”; içindeki kınanacak gerçekleri örterek, aileyi bir arada tutmayı denemektedir ama nafile!
İslam âlemindeki –ekser- devlet adamı, ulema veya yayın çevrelerinin; acil çözüm bekleyen sorunlara bakışları da yukardaki örneklerden farklı değildir.
İslam dünyasındaki mevcut sınırlar; Dünya Savaşları sonucu Emperyalistlerce çizilmiştir. “Her şey aslına döner” kavli gereğince, emperyalist laboratuarların ürünü olan Müslüman ülkelerin mevcut sınırlarının çoğunun değişeceği veya değişmesi gerektiği ortada. Manzaramız; adeta ”bozulmazsa düzelmez” izlenimini vermektedir. Müslüman toplum ve devletlerin –TEVHİD’e- gidecek yolda; bu fitne ve ayrışmaya ne kadar hazırlıklı oldukları ise ayrıca tartışılması gereken bir konudur.
Yapay hudutlar derdine, dermanı olan üç cenahtan bakalım:
1-Ümmetçi-İslamcı açıdan bakıldığında, zaten millî sınırların –hiç olmazsa AB’in Shengen tarzı gibi- kalkması zaruridir. Bu durum, Müslüman ülke halklarının “vizesiz, serbest dolaşım hakkı” kazanmaları anlamına gelecektir. Bu, esasen makul ve olması gereken tezdir. İslam’ın ‘millet’ tanımı da zaten “kan, asabiyet bağının ötesinde; inanç ve zihniyet birliği temeline” dayanır. Ümmetçi düşünce, bu tevhit düşüncesinden uzak olamaz. Muvahhit bir Müslüman, “parsellenmiş bir İslam âleminin” yareni olamaz.
2-Milliyetçi açıdan bakıldığında; bugün itibarıyla, İslam âleminde, tevhit yerine, tefrika ve nifak tohumları hâkim olmuştur.
Emperyalistlerin çizdiği sınırlar; ırkları hatta kabileleri milli(!) sınırlarla parçalamış, günümüze de yaralar bırakmıştır.
Müslümanlar arasında artan ırk, mezhep ve kabile hastalıkları da mevcut sınırları ciddi anlamda zorlamaktadır. Yani bu cenah da sınırların değişimini zaruri görmektedir.
3-Emperyalist maslahatlar açısından bakıldığında; 60 milyonun ölümüne mal olan iki cihan savaşı sonrasında belirlenen sınırlar, artık hesaba uymamaktadır. Batı; yeniden, mitoz/mayoz bölünmelerle parçalanmış; sağlıksız ve korumasız Müslüman ülkeler istemektedir.
İslam âlemi, bütün bu manzara karşısında ne çözümler üretmektedir? Keramete gerek yok. Çözüm masamızda yapılan “ana yemek,” mezkûr Üç Maymun’lar; “yan yemekler” de te’dip, tenkil, ret, inkâr ve asimilasyondur.
Yapılması gerekene gelince; “Ta Kur’an’dan alarak ilhamı/ asrın idrakine sunmalıyız İslam’ı/ Kuru dava değil bu lakin ilim ister/ Ben o kudrette adam görmüyorum sen göster” (Akif).
Müslüman, ilmiye sınıfından kimileri, Rabbimizin; “Biz onlar(ulema)’dan hakkı gizlemeyeceksiniz diye söz almıştık” ikazına rağmen yanlış cenahta yer almakta veya susmaktadır.
Muallimler, hafızlar ve hocalar, Zülfikar ve Asa-yı Musa’yı alarak; sosyal ve siyasî patlamalara sebebiyet verebilecek olayları önceden teşhis etmeli; artık rahmet olmaktan çıkarılmış olan ırk ve mezheplerin alet edildiği ayrışmaların özü, esaslarını ‘geliyorum’ diyen krizlerimizin kütük ve kimliklerini netleştirmelidir.
Rabbimizin çıkmazlara sürüklediği Batı’nın, neden hala topraklarımızda başarılar sağladığı; adımızın neden/kimlerce terörizm(?!) ile eş anıldığı çözülmeli. Sorunlarınıza neden önceden belirleyip çözüm üretemediğimiz; dış müdahalelere nasıl zemin hazırlandığı sorgulanmalı. Öküzlerimizin(!) neden elin gâvurunun buzağısından(!) ürktüğünü; buzağılarımızın(!) da neden öküzlerimizden(?) korkmadığı da sorgulanmalı. Bağışlayın, Kürtçesi ile: ”Révi ki weki bâ/ ..’Erdé xıst HIRÇ’ek wekî ga!” (=Cılız bir tilki(İsrail)/ Öküz gibi bir ayı(Müslümanlar)’yı yıktı) trajikomik olayı da sorgulanmalı.
Demek ki korkularımızla yüzleşip tanışmalı, ayrıca “düşmanlar için de besili atlar hazırlayıp” gafil avlanmamalıyız. Ey Resul! “Müslüman’ın ferasetinden sakının çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuşsun ama mahzun, âmâ ve mahcubuz. Deruni dualarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.