İslam Coğrafyasından: Sudan 2

İslam Coğrafyasından: Sudan 2

General Suvaruzzeheb bir yıl sonra Nisan 1986’da seçime gitti. 46 siyasi partinin katıldığı ve hiçbir partinin mutlak çoğunluğu sağlayamadığı

...General Suvaruzzeheb bir yıl sonra Nisan 1986’da seçime gitti. 46 siyasi partinin katıldığı ve hiçbir partinin mutlak çoğunluğu sağlayamadığı bu seçimden sonra hükümeti kurma görevi seçimlerden birinci parti olarak çıkan yeni Ümmet Partisi’nin genel başkanı Sadık el- Mehdi’ye verildi. Sadık el Mehdi, batıcı anlayışa sahip ve genel başkanlığını Osman el Migreni’nin yaptığı Demokratik Birlik Partisi’yle bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu koalisyon 1988 ortalarına doğru çözülme noktasına geldi. Bunun üzerine Sadık el-Mehdi, Turabi’nin liderliğindeki İslami Milli Cephe Partisi’yle koalisyona gitmek istedi. Turabi bunun için ülkede İslam kanunlarının uygulamaya konmasını şart koştu. Sadık el-Mehdi, kendini Turabi’yle işbirliği yapmak zorunda gördüğünden onun şartını kabul etti ve İslam kanunlarının uygulamaya konması teklifi parlamentoda onaylandı. Bunun üzerine ABD yeniden devreye girdi ve İslam kanunları uygulamasına son verilmesi için ekonomik baskı gücünü kullanmaya başladı. Ülkeyi ekonomik bağımsızlığına kavuşturma yolunda herhangi bir programı olmayan el-Mehdi hükümeti ABD’nin baskıları karşısında zor durumda kaldı. Dolayısıyla halkta hükümete karşı bir tepki oluştu ve bu tepki 1988’in sonlarına doğru şiddetlenmeye başladı. Gelişmeler karşısında Genelkurmay Başkanlığı 20 Şubat 1989 tarihinde bir nota verdi. Arkasından da 30 Haziran 1989 tarihinde Genelkurmay başkanı Ömer Hasan Ahmed el-Beşir’in liderliğinde bir askeri darbe gerçekleştirildi...

General el Beşir bütün siyasi partileri kapattı. Önce ülkeyi ekonomik bağımsızlığa kavuşturma yolunda bir program uygulamaya koydu. Bu program büyük ölçüde başarılı oldu. Gerçekleştirdiği askeri darbeyi ‘Milli Kurtuluş Devrimi’ olarak adlandıran el Beşir ekonomik alandaki programını belli bir noktaya getirdikten sonra tedrici bir İslamlaşma süreci başlattı. Buna bağlı olarak İslam kanunları kademeli olarak uygulamaya geçirildi. ABD Sudan’ı geri adım atmaya zorlamak için ekonomik baskı yollarını yine kullandı. Ancak Sudan’ın ekonomik bağımsızlık programı ABD’nin ekonomik baskısını büyük ölçüde etkisiz hale getirdi. ABD siyasi baskılarla da Sudan’ı İslam kanunlarını uygulamadan kaldırmaya zorladı. Ancak bütün bu baskılara rağmen Sudan yönetimi İslamlaşma sürecini sürdürme konusunda kararlılık göstererek geri adım atmadı.

Sudan’ın İslamlaşma sürecine girdiğini gören Batı, Sudan’ın en önemli iç meselesi olan “Güney Meselesi”ni daha ciddi kaşımaya başladı. Güney Meselesi İngiliz işgalcilerin miras bıraktıkları bir meseledir. Bugün Sudan nüfusunun % 10’unu oluşturan Animistlerle % 7’sini oluşturan Hıristiyanların çoğu Güney’de oturmaktadır. Bunların önemli bir kısmı İngiliz işgali döneminde başka ülkelerden getirilerek bu bölgeye yerleştirilmişlerdir. İngiliz işgalciler bununla da kalmayarak bu bölgede bağımsızlık yanlısı bir hareket de oluşturdular. Bundan dolayıdır ki daha İngilizlerin Sudan’dan çekilmesinden önce 1955’te Güney Sudan’da bir ayrılıkçı hareket ortaya çıktı. Başladıktan sonra çok kısa aralıklarla sürekli devam eden bu ayrılıkçı hareket Sudan’ın her zaman en önemli problemi olagelmiştir. Sömürgeci güçlerin oluşturduğu ve beslediği hareket çok sayıda can ve mal kaybına yol açtı. General Ömer Hasan el-Beşir döneminde Güney’deki ayrılıkçılar önemli kayıp verdiler. Ve daha önce ele geçirmiş oldukları birçok bölgeden çekilmek zorunda kaldılar. Ancak bütün sömürgeci dış güçler tarafından hatta başta Suudi Arabistan olmak üzere Sudan yönetiminin politikasını benimsemeyen bazı Arap ülkeleri tarafından desteklendiklerinden, varlıklarını sürdürdüler.

Sudan’da güneydeki ayrılıkçı Hıristiyanlarla 21 yıllık iç savaşı sona erdiren ateşkes antlaşması 2002 yılında imzalandı. Bu anlaşmayla ülkede sağlanacak huzur ortamı sayesinde büyük bir kalkınma döneminin başlayacağı hayalleri kuruluyordu. Söz konusu ateşkes ve barış süreci, ülkedeki seferberlik havasını sona erdirecek, bulunan petrol sayesinde katlanan gelirlerle birlikte Sudan, bölgenin en önemli ekonomik atılımlarından birini gerçekleştirecekti. Sudan, güneydeki ayrılıkçı Hıristiyanlarla altı yıllık bir geçiş dönemi ardından bölgede bağımsızlık referandumu yapılması konusunda anlaşmıştı. Bunun Sudan açısından anlamı 21 yıldır başını ağrıtan bir sorundan istemeden de olsa parçalanarak kurtulmaktı. Ama bu kez yeni bir sorun batı eyaletlerinde patlak verdi. Güneyin bağımsızlık elde ettiği anlaşmadan birkaç ay sonra 2003 yılı başlarında bu kez Sudan’ın batı eyaleti Darfur’da isyan başladı. Başlarda olayların boyutu küçüktü. Ama sonradan beşeri zayiatın artması ve uluslararası aktörlerin devreye girmesiyle birlikte Darfur sorunu bambaşka bir biçim almaya başladı.

Hemen bütün araştırmacıların üzerinde ittifak ettiği bir konu varsa o da; batılı ülkelerin Darfur’daki, soruna yaklaşımlarının iyi niyetten ve çözüm aramaktan uzak olduğudur. Darfur’u ve Darfurluları korumaktan öte, Sudan’ın sınırlarını yeniden çizmeye ve güneyde yeni doğmakta olan Hıristiyan devletini güçlendirmeye dönük kapsamlı stratejilerin bir parçası olduğu izlenimi güçlüdür. Bu yönüyle batılı ülkelerin “insani felaket” sloganları, sahte gözyaşları sorunun çözümünden ziyade, kronikleşmesine sebep olmuştur. BM Güvenlik Konseyinde 30 Temmuz 2004 tarihinde alınan kararın yasal(!) süreç sayesinde Irak’a karşı uyguladığı benzer izolasyon ve ambargo politikalarını Sudan’a da uygulayarak bu ülkeyi ileride kolay yutulur bir lokmaya dönüştürmeye çalıştığı izlenimi vermektedir. Nitekim barış konusunda önemli bir adım olarak lanse edilen BM kararı ciddi çelişkiler barındırmaktadır. Yıllarca süren kargaşa sürecine sekte vurularak yönetimin zayıflatılması ve batının çıkarlarına tehdit oluşturmayan bir yönetimin gelmesini istemektedirler. Bu amaçlara ilave olarak batılıların tutumlarından şunları da çıkarmak mümkündür: Batılılar için, köktenci düşüncenin kaynağı olarak görülen Arap Dünyasının Afrika içlerinden kenar bölgelere itilmesi, Güney Sudan’ı da birkaç yıl sonra kurulacak olan Hıristiyan devletin lojistik olarak güçlendirilmesi, pazarlık şansının yükseltilmesi, diğer Arap ülkelerine Batılılara karşı politikalarında gözdağı vermek, Sudan’daki İslami yöneliş sebebiyle bölgeyi merkez edinen birçok İslami cemiyet ve kuruluşun Afrika’ya yönelik çalışmalarını zayıflatmak, bu çerçevede İslami örgütlerin önünü keserek misyonerlerin işini kolaylaştırmak ve İslam âleminin güneybatı ucunu kuşatmak.

Sudan’da en geniş halk tabanına sahip olan İslami grup Hasan Abdullah et-Turabi’nin liderliğindeki İslami Milli Cephe’dir. Bu cephe, el-Beşir’in askeri darbesinden önce bir siyasi parti olarak çalışıyordu. Söz konusu askeri darbeden sonra diğer siyasi partilerle birlikte Turabi’nin partisi de kapatıldı. Fakat aradan çok fazla zaman geçmeden, başta el Beşir olmak üzere darbeyi gerçekleştiren askerlerin Turabi’nin görüşlerini benimsemiş kişiler olduğu anlaşıldı. Bu durum yönetimin izlediği politikada da kendini gösterdi. İslami Milli Cephe’nin ileri gelenlerinin çoğu hükümet kadrolarında çeşitli görevlere getirildiler. Hasan Turabi de bulunduğu partinin genel sekreterliğinin yanısıra Meclis sözcülüğünü de yapmaktaydı. Bu durum 1999 yılına kadar devam etti. 1999 yılında bir iç darbe gerçekleştiren Ömer El Beşir, Hasan Turabi’nin görevlerine son verdi. Turabi görevde iken İslami hassasiseyetleri gözönüne alan bir yönetim sergilemeye çalışıyordu. Haliyle bu ABD ve Batı bloğunda tepkilere ve bir takım ambargolara sebebiyet vermekte idi. Bunun için de Sudan’a karşı muhtelif zamanlarda basit gerekçelerle saldırılar düzenlemeye başladılar. Bunun yanısıra yukarda da bahsettiğimiz gibi Güney Sudan ve Darfur’daki halkı yönetime karşı kışkırtma çabaları yoğunluk kazanmaya başladı. Çok yoğun ambargolar ve saldırılarla karşı karşıya kalan Sudan devlet başkanı yönetimde bulunan Hasan Turabi’yi görevden almak zorunda kaldı. Ancak görünen o ki, bu görevden alınma batının ve Amerika’nın Sudan’a uyguladığı ambargolarda bir yumuşama meydana getirmemiştir. Aksine Güney Sudan’a bağımsızlık kazandıracak bir süreç başlatılmış oldu. Aynı şeyi Darfur bölgesinde de uygulamaya çalışmaktadırlar.

Sonuç olarak: Anlaşılan o ki, 1999 yılında general El Beşir’in gerçekleştirmiş olduğu iç darbenin, İslami kanunları lağvetme anlamı taşımadığı, ancak çok zor durumda olan ülkenin bütünlüğünü korumak maksadıyla geliştirilmiş bir taktik olduğudur.

İnzar Dergisi

Sudan Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.