İslam Kültür Külliyatına Dair

İslam Kültür Külliyatına Dair

Hiçbir medeniyete, semavi hiçbir dine nasip olmayan bir kültür külliyatının sahipliğini yapıyoruz.

Hiçbir medeniyete, semavi hiçbir dine nasip olmayan bir kültür külliyatının sahipliğini yapıyoruz. Bahse konu bu Kültür Külliyatı, İslam’ın hazineler değerindeki Kültür Külliyatıdır. Sağlam, sarsılmaz, tahriften korunmuş deliller üzerine mebni olan bu paha biçilmez hazinenin anahtarı bugün, İslam Ümmetinin elindedir.

Tarih boyunca hiçbir medeniyet, hiçbir toplum alt yapısı muhkem hüccetlere dayalı böyle bir birikime sahip olamamıştır, olamaz da. Açıktır ki bu, Rabbül’Alemin’in Muhammed (sav)’e Ümmet olma şerefini kazananlara özel bir lütfu ve hikmeti, bariz bir ihsanıdır.

Öyle ulvi bir hazinedir ki bu, hizb ve cüzlerini meydana getiren değerlerin tümü gidip ilhamını, enerjisini ve hayatiyetini İlahi Kelam’dan, Cebrail (as)’in Hz. Muhammed (sav)’e indirdiği vahiyden almaktadır. Beslendiği yegâne kaynak budur. Tatbikat ve pratiğini ise bu İlahi Kelamın biricik muhatabı, Allah Resulü Efendimiz (sav)’in sünnetinden almıştır.

Tarihten okuyoruz, İslam Ümmeti, istikametini bu hazine sayesinde ayakta tutabilmiştir. Buna sarıldığı sürece böyle… Ümmet, yaşadığı zamana, zamanın şartlarına ve bu şartların, paralelinde oluşturduğu ihtiyaçlara, yeniliklere ve açılımlara çözüm bulmak amacıyla bu iki kaynağa ve bu iki kaynaktan müştak kültür hazinesine müracaat etmiştir. Ki böylece Rabbin rızasıyla muvafık dünya ve ahiret saadetini kazanabilsin. Zira dünya ve ahiret saadetini kazanmanın yolu sadece Kur’an ve sünnete temessük etmekten geçer. Bundandır ki Ümmet, muzdarip olduğu dertlerine şifa bulmak için ne lazımsa, izzetli bir hayatı elde edebilmek için ne gerekiyorsa buradan almıştır.

Hakikat şu ki; Ümmet, bir bütün olarak bu hazinenin eczasını, sıkıntılarına deva kabul edip tam bir ihlâs ve teslimiyetle inanıp sarıldıkça rahatsızlıklarına şifa bulmuştur. Bu bağlamda hazinenin muhafızları konumunda olup her asırda muhakkak bulunan Nebevi anlayışın temsilcileri olan muvahhidler, mudakkik alimleri; iyileştirici unsur, hakikate götüren rehberler olarak gördüğü sürece istikametinden sapmamıştır…İslam tarihi en kavi delilleriyle bu söylediklerimize tanıklık etmekte. En yakın tarihimiz bunun örnekleriyle dolu ve biz dahi bunu yaşamaktayız. Hakikatin müşterisi olan bir göze hakikatin gizli kalması mümkün müdür?

İslam Kültür Külliyatı Cebrail (as)’in inişi ile başlamış, Hz. Peygamber (sav)’den sonra Sahabe-i Kiram, Tabiin, Etba’üt Tabiin… Böylece nesilden nesle mütevatir olarak ulaşmıştır. Girilen her asırda az veya çok bu külliyatın birikimi ile yetişip büyüyen ve büyüklükleri nispetinde yaşadıkları çağın şart ve ihtiyaçlarına göre bu hazineye katkı sağlayan nice âlimlerimiz olmuştur. Çağın saptırıcı cereyanları karşısında her biri birer kalkan, hidayete yönlendirici birer Mehdi olmuşlardır. Bunlardan kimini tefsire dair verdikleri eserleriyle, kimini Hadis ve siyer alanındaki katkılarıyla, kimini Fıkıh ve muamelata dair olağanüstü cehd ve gayretleriyle, kimini tarih, kimini Kelam, Akaid…

Her birinin bu manada çok önemli çalışmaları olmuştur. Hidayete sevk eden bu emekleri nedeniyledir ki bu gün, her birinin kalbimizde ayrı bir yeri, özel muhabbetleri vardır. Nasıl olmasın ki? İslam’ın yüce davasına yaptıkları bu hizmete bedel nice büyük eziyetlere, çilelere, baskılara, sürgün ve şehadetlere varıncaya kadar çeşitli imtihanlara maruz kalmışlardır. Ama yılmamışlardır. Onların muhabbetleriyle dolu olmamak akıl kârı mıdır? Onlar o kimselerdir ki Rabbimizin; “Savaşan nice Peygamberler geçti ki, beraberlerinde birçok rabbaniler bulunuyordu. Bununla beraber Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler. Zaafa düşmediler. Ve (düşmanlarına) boyun eğmediler! Allah ise, sabredenleri sever” (Ali İmran:146) diye övgü ile vasfettiği kimselerdir. Allah yolundaki bu hizmetlerinde kusur meydana gelmesin diye kılı kırk yarma titizliği ile işlerine önem vermişlerdir. Onlar iyilik adına ne varsa, hayır-hasenat adına ne varsa bu aziz davanın korunması, insanlara rahat ulaşması ve hakikatin yerini bulması için kendi üstlerine düşeni yapmışlardır.

Hidayet rehberleri olan âlimlerimizin yaptığı, yaşadıkları çağın insanlarına Kur’an ve sünnetten daha iyi yararlanmalarını, onların etrafında kenetlenmelerini sağlamak için vesileler ve örnekler oluşturmak, onları Hablullah’ın kendisi ile iyice bağlamaktır. Buna göre ümmete düşen ise, bu gayretli şahsiyetlerin, kendisine sunduğu doğrulara dört elle sarılmak ve peşleri sıra yürümektir.

Dünyanın dört bir yanında İslam düşmanlarına karşı bugün Müslümanlar, destansı direnişler ortaya koyuyorlarsa, İslam düşmanlarının korkulu rüyası oluyorlarsa, bunda bu muvahhid âlimlerimizin katkısı bulunmaktadır. Başta Irak olmak üzere İslam coğrafyasının herhangi bir yerinde, yani direniş hareketlerinin olduğu her yerde kâfirler ve onların yardakçıları aciz ve şaşkın bir halde bocalayıp durmaktadırlar. Müslüman direnişçiler direniş anlayışlarını tarihten miras olarak almışlardır. Hz. Hüseyin’den, Said b. Cübeyr’den, İmam-ı Azam’dan, Ahmed b. Hanbel’den almışlardır. Şeyh İbn-i Teymiyye’den, Şeyh Şamil’den, Ömer Muhtar’dan, Şeyh Said’den, Şehid Hasan el-Benna’dan, Şeyh İzzeddin el-Kassam’dan, Şehid Seyyid Kutub’dan ve daha nicelerinden almışlardır. Bunlardan her birinin davamızın örgü tellerine dolanmış güçlü ve sağlam örgüleri vardır. Bu metin düğümler sayesinde ve tabi ki Rabbimizin yardımı iledir ki küfür, var gücü ile üzerimize yöneldiği halde amacına ulaşamamakta ve rezil u rüsvay olmaktadır. “Zalimler, yakın bir zamanda nasıl bir inkılab ile devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuara / 227)

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.