
İslâm Medeniyetinin Yıldızları
Dînî vazifelerini yapmadan, iyi yararlı bir insan olmadan Cenneti isteme. Hakk’a lâyık bir kul, O’nun lütfuna, ihsanına nail olmadan Süleyman mülkünü isteme.
“Ey bilinen ve tanınan!
Seni hiç bilemedik ve tanıyamadık.” (Mevlana)
Mevlana Celaleddin Rumi’nin görüşlerini ve öğretilerini, yaşadığı ve sonraki dönemlerde ne kadar önemli ve geçerli ise bugünün insanlığı için de o kadar önemli ve geçerlidir her şeyden önce Mevlana, kökleri vahye dayanan ve tarih boyunca hem doğudan hem de batıdan akan ilim ve hikmet kanalları ile beslenip gelişen İslam medeniyetinin zengin kültür içinde yetişmiş bir alim, arif ve şairdir. Hayatının en verimli kısmını geçirdiği Selçuklu Devleti'nin başkenti Konya, bu medeniyetin en önemli ilim, hikmet ve irfan merkezlerinden biri olarak da tarihe damgasını vurmuştur.
Mevlana'nın düşünce yapısına baktığımızda düşüncesini oluşturan 3 unsur olduğunu görmek mümkündür. Bunlardan ilk ikisi ,onun gibi her Müslüman’ın dünya görüşünün kodlarını belirleyen ve hayata yön veren İslam'ın iki ana temel kaynağı, İlahi kitap, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti yani hikmetidir ki bu hakikatin altını Mevlana'nın kendisi de ısrarla çizmiştir. “Yaşadığım sürece Kur'an'ın kölesiyim ve seçilmiş Muhammed'in yolunun toprağıyım. Her kim benden bu ikisinden başka bir söz naklederse, ben o sözden de ve nakleden de şikayetçiyim.”[1]Bu iki kaynaktan başka, onun düşüncesini geliştiren üçüncü unsur, aslen bu iki kaynaktan çıkan ve zamanla İslam medeniyetinde gelişerek büyüyen akli- felsefi ve nakli -dini ilimler mirasıdır ve bu mirasın sunduğu derin kültür birikimidir. Mevlana bu kültür birikiminin üzerine kendi düşünce dünyasını oluşturmuştur ve ilim geleneği içinde eserler ortaya koymuştur.
Ancak Mevlana'nın kullandığı dil ve üslup alışılagelmişin dışına cıkıp, kendine özgü bir sunum ve ifade tarzı benimsenmiştir. İslam'ın bütün iman esaslarını içselleştirerek, onlara aşk ile yaşamış ve uygulamış ve yine aşk dili ile eserlerinde ince ince işlemiştir. Çünkü onun gözünde, Hz peygamberin yolu aşk yoludur. Kendisi gibi onun yolundan gidenler de Aşkın çocuklarıdır.[2]Bu nedenle aşk bizim anamızdır[3]diyen Mevlana'nın ilmi irfanı ve hikmet'i tamamen Allah aşkıyla boyanmış ve Allah aşkına tercüme etmiştir. İslam esasları üzerinde duran Mevlana'nın dini vazifeleri yerine getirmeden Bir Müslümanın cenneti istemeye hakkı olmayacağını hatırlatan Mevlana, Hakka layık bir kul olmanın önemini şu veciz ifadelerle dile getirmektedir.
Dînî vazifelerini yapmadan, iyi yararlı bir insan olmadan Cenneti isteme.
Hakk’a lâyık bir kul, O’nun lütfuna, ihsanına nail olmadan Süleyman mülkünü isteme.
Madem ki, işin sonunda ecel vardır, hiçbir Müslüman’ın kalbinin incinmesini isteme.
Mevlana'nın hayatına şiar edinmiş genel tasavvufi anlayışına bakacak olursak Mevlana aklın, varlık dünyasındaki her şeyi çözüp anlayabilecek yetenekte olduğunu ama yokluk sınırına geldiğinde aklın gücünün tükenmekte olduğunu belirtir. Çünkü yoklukta varlığı ancak aşk anlayabilir. Aşk, bu dünyada bir delilik -divanelik olarak görülür; ancak o, aklın ayağının kırık olduğu yokluk dünyasının sultanıdır. Varlık evrenindeki bütün varlık perdeleri akıl vasıtasıyla bir bir kaldırılacak, yokluğa ulaşılacaktır. yokluk evreni aklın değil , Aşkın ve sevginin egemen olduğu maddeyi ve varlıkları üreten bir evrendir.[4]
Mevlana'nın tasavvufi düşüncesinden son olarak şunu belirtmek isterim.
Akıl sahibi bir birey karanlıktan geçerek aydınlık bir mekana çıkmış gibidir; ama bilinmeli ki insanın akıl ve mantığı yine de çok sınırlıdır. İnsan bilmeye kabiliyetlidir, ancak her şeyi bilemez. Mum, gece aydınlık verirken gündüz güneşe karşı onun ışıkları adeta yok olur. Dahası nefis, insan aklını yanlışa yönlendirebilir. Her şeyi yaratan ve öğreten Allah'tır. Bu durumda insanın sebeplere sarılıp çekişmelere düşmemesi gerekir.
Karıncanın bilgisi, kurdun hüneri, kadının analık sevgisi hep Allah’tandır. Bunun için sadece akla ve sebeplere uymak insanı yanlış davranışlara götürür, insanı inançtan bile uzaklaştırabilir. İnsan, sebepleri kovalamakla bir yere varamaz. Onun içindir ki Allah, doğru yolu göstermek için, insanı sebeplere takılıp kalmaktan kurtarmak istemiş, peygamberleri ve vahyini sebepleri gidermek için göndermiştir.” Kur'an başlangıçtan sona kadar, hep sebepleri gidermek içindir.”[5] Dahası O’nun sebeplere ihtiyacı yoktur, O, “sebep içindeki sebeplerin sebebidir.”[6]
Selam ve dua ile...
[1] Rubailer 2/1311.
[2] Rubailer 1/49
[3] Rubailer 1/49
[4] Mesnevi,3/3755 vd.; 4720-4730;Divan, 2/ 8203 (s. 617);8598(s.645).
[5] Mesnevî, 3/2508-2570.
[6] Rubailer , 1419, s.293.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.