Meryem BAŞAK
İslam ve batı arasında kadın
Hz. İsa (as)’nın dinini tahrif eden Hıristiyanlar, kadını şeytanın kapısı ve sığınağı olarak nitelendirip onunla irtibatı aşağılık iş olarak nitelendiriyorlardı. Hz. Musa (as)’nın dinini tahrif eden Yahudiler de kadını insanlığın bela ve musibeti olarak görüyorlardı. Onlara göre kadın Hz. Âdem’e oyun oynayıp cennetten kovulmasına neden olmuştu ve her zaman aşağılanması gerekiyordu.
Oysa İslam, kadının izzet ve onurlu olduğunu belirtti. Kur’an-ı Kerim’de kadınların onur ve üstünlüklerini anlatan çok sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. Numune olması açısından bir tanesini zikredeceğiz:
“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz” (Nahl 97)
Modern çağda kendine tapan Batı insanı kadını, huzur yuvası olan evinden çıkarıp iş ve gücün zor pazarına sürdü. Zorlukları ve meşakkatleri onun omuzlarına yükledi. Özgürlük söylemlerine teslim olmuş Batıda kadın, ticaret ve şehvet aleti olarak kurt çehreli insanların gözünde istifade edilip atılmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Batıda ve Batı hayranı toplumlarda ticari kuruluşların çoğunda daha fazla kazanç için elbiselerinden soyulup süslenen ve ticari bir metadan öte değer biçilmeyen kadınlardan istifade edilmektedir. İnsanların güzellik ölçüsü olarak güzel ve şık elbisenin esas alındığı Batı toplumunda özgürlük aygıtı olarak adlandırılan kadın, çıplak hale getirilmiş bedeniyle erkeğin sağında ve solunda dolaşmaya ve onun hizmetçiliğine mecbur hale getirilmiştir.
Batıda kadın insani bütün haklarından mahrum bırakıldı. Ne anne-baba, ne kardeş, ne de evin sevgi dolu ortamından haberdardır. Ne anne olmanın lezzetini ne de eş olmanın onurunu tatmaktadır. Gençlik günlerinde büyük gürültüler arasında bir yerlere sürülmekte, gözlerinden şehvet boşalan edepsizlerin zevkini tatmin aracı olarak kullanılmaktadır. Gençliğini yitirince de bir çöp poşeti gibi bir kenara terk edilmektedir.
Batının göz kamaştırıcı yalanlarından ve kadını aşağılamasından bıkan Avrupa kadınlarından hatırı sayılır bir kısmı bugünkü ortamlardan uzaklaşmayı ve kendilerine aile ortamı hazırlanmasını istiyorlar. Oysa özgürlük gibi kelimelerle kadını evinden çıkarıp köle gibi kullanan kesimin kadını bu kalıbın dışına çıkarma gibi bir niyeti görünmemektedir.
Ağır bir zulümle karşı karşıyadır kadın. Kadın hak ve hukukunu koruma adına ortaya çıkan, aslında kadını sömürmeyi hedef edinen kesimler tarafından hakları çiğnenmektedir. Gördüğü zulme rağmen kendilerini cazibeye kaptıran kadınlar boyunlarındaki kölelik zincirlerini görmeyecek kadar gaflet içindedirler.
Fıtrat ve şahsiyetleriyle uyuşmadığı halde kendilerini aç kurtların pazarlarına atanlar, kendilerine bahşedilen kadının yüce ihtiramını ayaklar altında çiğnemektedirler. Bu pazarlarda ticari bir metadan öte bir değerleri bulunmadığından zahiri olarak kendilerine verildiği zannedilen değer de bir anlam ifade etmemektedir.
Batıdaki hastalıkların benzerleri son yıllarda ülkemizde fazlaca görünmeye başladı. İslam’dan uzaklaşıp Batının ahlak ve kültürüne uydukça bir konum elde ettiğini zanneden kadınlar daha fazla değer yitirmekte ve daha fazla zulme maruz kalmaktadır.
Basına yansıdığı şekliyle, ülkemizde yaygınlaşan Batı ahlak ve kültürü her geçen gün büyük ahlaki bozulmalara yol açtığından, toplum geliştikçe, refah seviyesi arttıkça, daha doğrusu toplum; İslami kimliğini yitirdikçe kadın daha fazla ezilmektedir. İnsanların hayatlarından İslami izler silindikçe kadına karşı şiddet artmakta, televizyon ekranlarından izlediğimiz gibi büyük zulümlere maruz kalmaktadır.
Kimliğinden uzaklaştırılan kadınları oyalayıp onlardan istifade etmek isteyenler, “ayaklarının üzerinde durdu”, “kimseye muhtaç olmadı”, “iradesiyle hareket ediyor” gibi söylemlerle onu aileden koparmaya, acımasız pazarlara sürüklemeye çalışıyorlar. Sıkça duyduğumuz kocanın ya da ailenin minnetinden kurtulma olarak nitelendirilen bu yaklaşım aslında kadını büyük uçurumlara doğru sürüklemektedir.
Son zamanlarda Batı kültürünün kadına biçtiği çirkin kalıplardan rahatsızlık duyan bazı Batılı sosyologlar, kadın ve aile ile ilgili uzun araştırmaları neticesinde İslam’ın aile sisteminin tek kurtarıcısı olduğunu itiraf etmektedirler. Avrupa’nın meşhur sosyologlarından Jack Ryler, konuyla ilgili şunları dile getirir: “Kadının gerçek yeri evdir. Onun asli sorumluluğu ise çocukların terbiyesidir”
Batının meşhur aydınlarından Gustave Lobon ise şunları dile getirir: Avrupa, kadına hürmeti Müslümanlardan öğrendi. Oysa tam aksine dillerde yaygın olan şey İslam’ın kadına hakaret ettiği ve özgürlüğünü kısıtladığıdır. Hâlbuki Ortaçağda Hıristiyanlar, kadını küçük bir değerden bile mahrum bırakıyorlardı. Kadının üzerinde büyük baskı vardı. Her alanda eziyet ediliyordu. Müslümanlar kadına saygıyı öğretince, Avrupalılar kadının da bir insan olduğunu ve saygı duyulması gerektiğini anladılar.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.