İslam ve Ekonomi
Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında çok kimselerin bilmediği şüpheli şeyler vardır.
Hamd ve şükür; mazlumların, mustazafların ve mahrum bırakılmışların yegane koruyucusu olan Allah Azze ve Celle’ye, salat ve selam; güllerin gülü ve efendiler efendisi olan Efendimiz Muhammed Mustafa’ya, Pak Ehl-i Beyt’ine, Sadık Ashabına ve Aziz Takipçilerinin üzerine olsun.
Resul-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında çok kimselerin bilmediği şüpheli şeyler vardır. Binaenaleyh, bir kimse bu şüpheli şeylerden korunursa dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli iş işleyenler harama düşerler. Korunun kenarında hayvan otlatan kimse gibi ki, onların koruya dalması pek mümkündür. Dikkat ediniz, her hükümdarın bir korusu vardır. Uyanık olunuz. Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Şunu biliniz ki, vücutta bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün vücut düzgün olur. Eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Biliniz ki, bu et parçası kalptir.”[1] Bu sayıdaki konumuza Resul-i Ekrem(s.a.v)’in bu mübarek hadis-i şerifleri ile başlamak istedim. Her okuyucu kardeşten bu hadis-i şerifi defalarca ve üzerinde derince tefekkür ederek okumasını istiyorum. Belki bugüne kadar bir çok kez karşılaştığımız ve okuduğumuz bir hadis-i şerif. Ancak dikkatli bir şekilde okunup tefekkür edildiğinde hayatımızda çok olumlu izlenimler bırakacağı muhakkaktır.
İslam ve Ekonomi olarak belirlediğimiz yazılarımızdan dolayı ele aldığımız konularımızın ana temasının özü olan önceki yazılarımızdan sonra bu sayımızdan itibaren Resul-i Ekrem Efendimizin ticari hayatını ve Efendimizin hayatı ile birlikte Kur’an-ı Kerim de de dikkat çekilen ekonomik konuları ele almaya çalışacağız İnşallah-u Teala. Tabi Efendimizin ticari hayatına bir göz atmadan evvel özellikle Arabistan yarımadasının ticari hayatını belirleyen etkenleri ve şartları bilmemiz elzemdir. Arabistan yarımadası için belirleyeceğimiz hususlar hemen hemen o zamanın bütün dünya coğrafyası için geçerli olan hal ve vaziyet olarak da kabul edebiliriz. Ancak küçük bir fark ile. O küçük fark ise tarıma dayalı olan ekonomi politikasıdır. Arabistan yarımadası dışında kalan ve çoğunluğu Roma (sonradan Bizans) ve Pers (İran) imparatorluklarının kontrolu altında bulunan yerleşim birimlerinin birçoğu tarım ve ziraat diyebileceğimiz bir ekonomik uğraş içinde idiler. Ancak bu durum Arabistan yarımadası ve bu yarımadanın içinde yer alan Mekke ve civar yerleşim birimleri için pek geçerli değildi.
Arabistan yarımadasının durumu ve burada yaşayan insanların ticari hayatları ve ekonomik durumları tarihin bilinen gerçeklerindendir. Toprağın kumlu ve kuru, dağlarının ise çıplak ve kayalık olduğu bu coğrafyanın insanları için ana geçim kaynağı hiç şüphesiz ticaret idi. O zamanın dünyasında ekonominin iki ayağı vardı. Biri ticaret diğeri ise, tarım. Günümüzün ekonomisi için kabul edilen ve üçüncü ayak olarak sayılan sanayi ve teknoloji ise o günün şartlarında yok denecek kadar az idi. Arabistan yarımadasının hususen Mekke’nin kumluk, kuru ve kayalık olan toprağında su rezervelerinin yetersizliğinden dolayı hiçbir mahsul yetişmiyordu. Kur’an-ı Kerim bu konuya şöyle dikkat çeker: “Rabbimiz, ben çocuklarımdan kimini namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim…”[2] Bu sebepten ötürü bu coğrafyanın insanları ticaret ile ilgilenmeye başladılar ve bu konuda da ihtisas sahibi olabildiler. Özellikle Mekke ve civar halkının ticaret hayatlarının arzu edilen bir seviyede olmasının temel nedenlerinden biri de Kabe’nin komşuları olmaları idi. Bu önemli husus onlara ayrı bir avantaj sağlamakta idi. Bahusus Resulullah Efendimizin kavmi olan Kureyş de bu alanda büyük imtiyaz, fırsat ve olanaklara sahip idi.
Kureyş’in yukarıda zikrettiğimiz imtiyaza sahip olmasının en büyük nedeni Kabe’nin bekçiliğini yapmasından dolayı idi. Bu da onlara Yüce Allah’ın bir ihsanı ve fazl-u keremi idi. Bundan dolayı Yüce Mevla şu sure-i celilede onların tek ve bir olan Allah’a ibadet etmelerini ve Resul’ünün mesajına kulak vermelerini istemektedir. “Kureyş kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması ve anlaşması sağlanmıştır. Öyleyse kendilerini aç iken doyuran ve korku içinde iken güven veren bu Kabe’nin Rabbi’ne kulluk etsinler.”[3] Bu sure-i celile de anlatıldığı üzere, Kureyşliler ticaret kervanlarını yaz aylarında kuzeye (Suriye, İran, Irak), kış aylarında ise güneye (Yemen ve Habeşistan) hiçbir korku ve endişe taşımaksızın gönderirlerdi. Bundan dolayı ticari hayatlarında fazlasıyla ilerleyip büyük kazançlar elde ettiler. Ticaret hayatının bu canlılığından dolayı çeşitli şekillerde yapılan ticari muameleler de oluşmaya başlamıştı. Özellikle, oluşmaya başlayan ve günümüz ekonomisinde de büyük bir ilgi odağı olan şirketleşme o zamanki ticari muamelelerden bir uzantıdır. Bu tür şirketleşmelerde (ortaklıklarda) sermaye sahibi olan kişi direk olarak işe iştirak ettiği gibi, işe iştirak etmeden de ticarete girerek hem kâra hem de zarara ortak olabilirdi. Zengin olan dul, yetim ve kadınlar da bu tür ortaklıklar yaparak ticaret edebilirlerdi. Hazreti Hatice Validemiz bu konuda belirgin bir örnek teşkil etmektedir. Hem peygamberimizle hem diğer tüccarlarla olan kâr ve zarar ortaklıkları İslam tarihinin bilinen hadiselerindendir.
İslam tarihini irdelediğimizde milletlerarası ticaret anlayışının gelişip ilerlemesinde Kureyş’in ve de özellikle Peygamber Efendimizin büyük dedesi Haşim’in önayak olduğunu görebiliriz. Zaten Kureyş ile ilgili anlaşmaları sağlayan ve bu konuda usta bir diplomat olarak hareket eden de kendisidir. Yine kendisinin öncelik ettiği hususlardan bazıları da şunlardır ki, merkezden (Mekke) götürdüğü ticaret mallarını satıp, yerine aldığı diğer ticaret mallarını merkeze doğru yol alırken uğradığı ülkelerde satması, oralarda tüccar ve ticaret işletmeleri ile ticari ortaklıklar yapması ve merkezde bulunmayan malları getirip orada satmasıdır. Kendisinden sonra bu ticaret anlayışı dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başlamıştır. Kureyşlilerin Fil olayından sonra ticari olarak daha da büyümüş ve daha bir zengin olmaya başlamışlardır.
Resul-i Ekrem efendimiz Fil vakasından ellibeş gün sonra dünyaya teşrif eylemişlerdir. Dedesi Abdulmuttalib’in ölümünden sonra Efendimiz, diğer Kureyşliler gibi ticaret ile uğraşan amcası Ebu Talib’in yanında yaşamaya başlamıştır. Tarihi rivayetlere baktığımızda Peygamber Efendimizin ilk ticaret seferi henüz dokuz yaşında iken, amcası ile birlikte Mekke’den Şam’a doğru yol alan bir ticaret kervanına katılmasıdır. Ancak Busra denilen mevkiye gelince Rahip Bahira’nın Peygamber Efendimizde gördüğü harikulade olaylar neticesinde Ebu Talib’i uyarmasıyla Şam’a gidilmemiş, ticaret işleri orada sonuçlandırılarak tekrar Mekke’ye geri dönülmüştür. Peygamber Efendimiz, amcası Ebu Talib ile birlikte geçirdiği yıllar içerisinde amcasından ticari işler konusunda bir takım tecrübeler edinmişti. Efendimiz gençlik yıllarına vardığında amcasının pek zengin olmadığını ve geçim noktasında sıkıntı çektiğini müşahade edince kendi adına ticari faaliyetlerde bulunmaya başladı. Bilinenin aksine Peygamber Efendimiz, muhterem Validemiz Hazreti Hatice ile ticaret ortaklığı yapmadan çok önceleri ticaret ile uğraşmıştır. Her ne kadar validemiz ile yaptığı büyük çaptaki ticaret kadar olmasa da, Efendimiz Mekke ve civar yerleşim birimlerinde, panayır ve pazarlarda ticaret ile uğraşmış ve bu konuda birçok tecrübe ve deneyim sahibi olmuştur. Efendimizin kendi kavminde “Sadık” ve “Emin” olarak tanınmasının etkenlerinden biri de hiç şüphesiz ticari hayatıdır. Ayrıca Hazreti Hatice Validemiz için ticaret yaparken büyük kazançlar elde etmesinin nedenlerinden biri de hiç kuşku yok ki, bu ticari uğraşlardan gelen deneyim ve tecrübelerdir.
Bizim için asıl önemli olan meydana gelen Peygamber Efendimizin ticaret hayatının ahlaki boyutudur. Bunu irdelemek yerinde olacaktır inşallah. Bu sayımızda genel olarak tarihi boyutunu işlemeye çalıştık. Nübüvet ve sonrasında ise, Efendimizin ticaret ile pek meşgul olmadığını, ancak vahyin doğrultusunda yepyeni bir Ekonomi dünya görüşünün ve ticaret ahlakının geliştiğini görüyoruz.
Başta ticari ahlakımız olmak üzere bütün ahlaki kurallarımızın Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ile şekillenmesini ve kemal bulmasını Kudreti ve Rahmeti nihayetsiz Yüce Mevla’dan niyaz eder; sizleri Allah’ın selamı ile selamlarım.
İnzar Dergisi
M. Asım KÖKSAL İslam Tarihi Cilt:2’den yararlanılmıştır.
[1] Buhari - Müslüm
[2] İbrahim: 37
[3] Kureyş: 1-4
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.