Meryem BAŞAK
İslam ve Siyaset
Siyaset idare etme sanatı olarak öteden beri insanların iştahlarını kabartır. İktidar sahipleri cezp edici özelliklere sahip olan siyasi makamları ellerinden kaptırmamak için değişik çarelere başvururlar. Her zaman insanların iştahlarını kabartan bu meslek günümüzde büyük gelişmeler göstermiş ve önemli bir mücadele sahasına dönüşmüştür.
Halkımızın büyük çoğunluğu Müslüman olduğundan, ülkemizin siyasetinin tabii olarak İslami bir renk taşıması gerekir. Ancak, yıllar önce İslam’a karşı başlatılan mücadele neticesinde İslam’ı siyasetin dışında tutmak için yoğun çaba harcandı. Kanunlar, yasaklar ve ardı arkası kesilmeyen propagandalar neticesinde İslam’la siyaseti yan yana getirmek zamanla büyük bir suç gibi algılanmaya başlandı. Müslümanların küçük bir kıpırdanışı karşısında, İslam’ın siyasi arenada boy göstermesinden korkan kimi siyasiler “dini siyasete alet etme” şablonunu kullanıp büyük bir yanlış yapılıyormuş gibi feryadu figanı basıyorlardı.
Aslında Müslümanların dışlanmasının, geri kalışının ve özne olmayışının en büyük nedenlerinden biri dinin siyasetin dışında tutulmasıdır. Oysa İslam’la siyaset birbirlerini tamamlayan, birbirlerinden kopmaları mümkün olmayan, ayrılıkları tabiata ve fıtrata aykırı olan bir bütünü oluştururlar. Siyasetsiz din susuz ağaca, dinsiz siyaset ise ağacı olmayan suya benzer.
Ünlü düşünür Edward Gibbon “Yanlıştan Dolayı Kur’an ve Muhammed (sav)’den Özür Dileme” isimli kitabında, İslam’ın siyasetin kendisi olduğunu bildirdikten sonra şunları dile getirir: “Kur’an, Müslümanların anayasasının genel düsturlarını oluşturup dini, toplumsal, medeni, ticari, askeri, hukuki ve cezai kanunları kapsar. Hayatın günlük sorumluluklarını bildiren kanunlardan dini görevlere, nefis tezkiyesinden sağlığa ve bedenin korunmasına, toplumsal hukuktan ferdi hukuka, ferdin menfaatinden toplumun menfaatine, ahlaktan cinayetlere, azaptan bu dünyadaki ve ahiretteki ceza ve mükâfata kadar her şeyi ortaya koymaktadır”
Kur’an-ı Kerim, İslam’ın siyasetten ayrılmaz olduğunu birçok ayetle ortaya koyar. Emr-i bi’l m’aruf ve nehy-i ani’l münkeri anlatan, ululemre itaatin gerekliliğini bildiren, Müslümanların zalimlerin, cahillerin, fasıkların ve kâfirlerin velayetini kabul etmemelerini ortaya koyan, Müslümanlarla meşverette bulunup onları sosyal ve siyasi hayata ortak etmeyi isteyen, mazlumların ve mustazafların zulümden kurtarılmasını emreden ve adaletin gerçekleşmesini isteyen ayetler gibi, İslam’la siyaset bütünlüğü olmadan toplumsal alanda İslam’ın kamil şekilde yaşanamayacağı ortaya çıkmaktadır.
Dinin siyasetten ayrılması konusu üç ayrı zamanda Müslüman toplumlara dayatıldı. Birincisi Hz. Peygamber (sav)’in temellerini attığı hilafetin Emevi hanedanı tarafından saltanata dönüştürmesiyle İslam’ın siyasetten ayrılması yolunda ilk adımlar atıldı.
İkinci olarak Müslüman toplumlarda din ile siyasetin ayrılması gerektiğini ileri süren ve bu alanda büyük çaba harcayanlar Batılılardı. İslam’ın yönetimde olması durumunda Müslümanlarla başa çıkamayacaklarını ve sömüremeyeceklerini bildiklerinden, böyle bir dayatmayla Müslümanlara tahakküm etme yolunu açmayı hedefliyorlardı.
İslam’ın siyasetten ayrılması gerektiğini savunan üçüncü kesim Batıda eğitim gören, Batıcılık hastalığına yakalanmış aydınlardı. Batıdan aldıklarını kurtuluş reçetesi gibi sunup halkı cezp etmeye çalışıyorlardı. Ancak İslam’la Hıristiyanlığı karıştıran bu kesimler büyük bir yanılgı içindeydiler. Kilisenin, Ortaçağda Hıristiyanlık adına yaptıkları, tahrif edilip ilahi din özelliğini kaybetmiş bir öğreti adına yapılıyordu. Oysa İslam, hiçbir zaman gelişmenin ve yeniliğin karşısında olmadı. Bir yerlerde kudret Müslüman âlimlerin eline geçtiğinde Müslümanların büyük gelişmeler gösterdiği ve insanlığın önünü açan ilerlemeler kaydedildiğiyle ilgili örnekler İslam tarihinde oldukça fazladır.
Madde ile mana, dünya ile ahiret, din ile toplum, akıl ile dinin birbirleriyle irtibatının zaruri olması kadar din ile siyaset arasında da kopmaz bağlar bulunmaktadır. Zaten İslam’ı siyasetsiz düşünmek, İslam’ı eksik tarif etmektir. Çünkü İslam’da emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker, cihad, adalet, dünya ve ahiret saadetini temin etme, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin döneminde olduğu gibi Müslüman toplumu İslam temelinde idare etme, İslami hüküm ve kanunların icrası İslam’la siyasetin birlikte olmasıyla mümkündür.
Müslüman toplumlarda sosyal ve siyasal yapının dizayn edilmesinde en büyük pay dine aittir. Din olmadan sağlıklı gelişme olmayacağı gibi medeniyetin temellerinin muhkem hale getirilmesi de söz konusu olamaz.
Bütün bunlara rağmen dinin siyasetten ayrılması gerektiğiyle ilgili içten ve dıştan yapılan propagandalar zamanla Müslüman pazarda etkisini gösterdi. Uzunca yıllar bu paradoksu yaşayan Müslümanlar, başkalarının biçtiği düşünce kalıplarını ve propagandaları aşıp kendi öz kaynaklarıyla düşünüp programlarını tayin etmekten uzak kaldılar. Bunun da büyük zararlarını gördüler. Oysa bundan böyle İslam’a dayanan siyasi bilinçle sorumluluklarını ve şer’i vazifelerini yerine getirerek toplumsal ve siyasi alanda faal olmak zorundadırlar. İslam’ı toplum hayatının dışına çıkaranların ve değişik bahanelerle Müslümanları siyasetin dışında tutmak isteyenlerin yalan propagandalarına aldırmadan siyaset sahnesinde etkin olup Müslüman halkı bu yöne kanalize ederek siyasete İslami bir şekil verebilirler.
Siyaset olmadan İslam, kâmil şekilde toplum hayatında neşvu nema bulamaz. Siyasetsiz din İslam’ın ruhuna aykırı olduğu gibi, dinin fonksiyonunu icra etmesine ve toplum hayatında söz sahibi olmasına da imkân tanımaz. Ancak İslam’a dayanan siyasetle toplum kimliğine kavuşma ve yücelme imkânı bulacağı gibi, toplumun her alanda gelişmesi de bu şekilde mümkün olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.