İslâmcılar neden geri kaldılar?
Mümtazer Türköne son dönemlerde İslamcılara kafayı takmış! Dünün ırkçı milliyetçi militanı, bugünün batı liberalizminin yılmaz muhafızı haline gelmiş, ha bire İslam’ı bir hayat tarzı olarak savunan Müslümanlara verip veriştiriyor.
Mümtazer Türköne son dönemlerde İslamcılara kafayı takmış! Dünün ırkçı milliyetçi militanı, bugünün batı liberalizminin yılmaz muhafızı haline gelmiş, ha bire İslam’ı bir hayat tarzı olarak savunan Müslümanlara verip veriştiriyor. Kendisi Batının pespaye fikirlerinden etkilenip hidayete(!) erdiğinden kendisi dışında kalanlarında bu nimete kavuşmasını istiyor!
Dünün hızlı İslamcılarının, bugün İktidarın olmanın sağladığı nimetler sayesinde yüzseksen derece dönüş yaparak, batıyla işbirliği içine girmelerini ve kendisi gibi geçmişlerini inkar etmelerini de hayatın gerçekleri karşısında aklını kullanmanın bir gereği olarak takdir etmektedir. İslamcılığı hala savunanlarında “tarihin dışına savrulanlar” olarak tarif etmektedir.
İslam’ı hayatlarında yaşamayanlar için elbette İslam’ın bir hayat nizamı olması, onlar için bir anlam ifade etmemektedir. Onlar için İslam’ın öngördüğü hayat nizamı geride kalmış ve bugün bunun iddiasında bulunmakta olanlar, bir hayal peşinde koşanlardır. Batının üstünlüğü karşısında peşin yenilgiyi kabul edenler, genellikle İslam’ı ve İslam’ı savunanları geri kalmanın yegane suçlusu olarak görme eğilimindedirler. Üstelik İslam yüzyıllardır iktidar olmadığı halde!
Göze çarpan bir diğer önemli husus "devletin, ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü" sağlama adı altında, yine laik sistemi, İslam’ı payanda olarak kullanarak ayakta tutmayı da takdir edilen bir tutum olarak görmektedir. Yani işine geldiğinde İslam ve İslamcılar iyi, gelmediğinde ise geri kalmanın sorumlusudur deyip günah keçisi olarak suçlama göz açıklığı içine girmektedir yazar!
Bu tür aydın bozuntuları sürekli kendilerinin her şeyi bildiği iddiasındadırlar. İslam dünyasının bugün geri kalmasının temel sebeplerinden biri de, hiçbir şey bilmeyen ve laf kalabalığından başka bir şeye yaramayan bu sözde aydınların kılavuzluk yapmaya yeltenmeleri ve bunların söylediklerinin dikkate alınmasıdır. Her gün bir limana yanaşanların Müslüman halklara verecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Hani ne derler “kılavuzu karga olanın burnu …. çıkmaz! Bunca tecrübeden sonra hala batıyı ve pespaye ideoloji ve düşüncelerini hedef menzil olarak gösterenlere “geçti Bor’un pazarı… diyoruz.
Mümtazer Türköne'nin "İslamcılar neden geri kaldı" başlıklı yazısı:
"Gelen tepkiler hayat belirtisi gösteren, yaşayan bir organizmanın tepkileri değil. Çok değerli fikir mahsulleri elbette var; ama gelen tepkilerde bugüne dair neredeyse hiçbir şey yok.
Ali Bulaç'ın bu tartışmayla ilgili seri halde kaleme aldığı yazıları 20 yıl, hatta 30 yıl önceki matbuattan alıp okumuş da olabilirdiniz.
İslâmcılık uzun iktidar yolculuğu boyunca kendi içinde bir mutasyon yaşadı, rakipleriyle etkileşime girdi ve tarihe, yani gerçeklere uyum sağladı. Ortaya bambaşka bir şey çıktı: Bugün karşımızda "devlet aklı" olarak duruyor. Çünkü devleti o yönetiyor. Onlar artık "eski" İslâmcılar. İslamcılıkta direnenler ise tarihin dışına savrulanlar. Geçmişte yapılan yolculuğu gayenin kendisi zannedenler. Yeni şeyler söyleyemeyecek kadar yaşlı olanlar, parti politikasını dar dairesinin dışında kalıp ikbal kapısını aralayamayanlar, hayatın süfli gerçekleri ile uzlaşmayı reddedip, geçmişin nostaljileri arasında kaybolmayı tercih edenler, keskin sirke misali kendi küpüne zarar verme telaşındaki marjinaller... Bugün hâlâ İslâmcılık iddiasında bulunanlar bu kategorilerden herhangi birine mensuplar.
Tanımlardaki belirsizliğin arkasına sığınanları açığa düşürmek için tekrarlayalım. "İslâmiyet bir hayat nizamıdır, behemehal hayatın her alanına uygulanmalıdır" diyerek çantalarında İslâm tarihi boyunca ilk defa keşfedilmiş "İslâm siyasî sistemi"ni taşıyanlardan bahsediyoruz. Bu büyük iddianın, cür'etin ve ortalığı kasıp kavuran teorilerin arkasında tarihî, içtimaî ve insanî -adını ne koyarsanız koyun- bir dram vardı. Bugün ile geçmiş arasındaki farkı kavramak için bu dramı hatırlamamız lâzım. Hayatın gerçekleri ile geçmişten ve İslâmiyet'in ihtişamından ilham alan hayaller, gayeler, emeller arasında doldurulması çok güç bir uçurum duruyordu. Müslümanlar yoksuldu, geriydi, eğitimsizdi, ilkel şartlarda yaşıyordu. Batı ise zenginliğin, ihtişamın, ileriliğin nimetlerine garkolmuştu. Yolculuğun meşakkati ile varmak istediğiniz hedef için geçmeniz gereken menziller yolcunun çenesini düşürür. İslâmcılık adını verdiğimiz, içinde siyasî-sosyal-ekonomik "sistem" arayışı olan nazariyeler işte bu uzun yolun meşakkatine katlanmak için hayalî menzillere dair uydurulmuş hikâyelerdir. "Uydurma" lafı geçmişin İslâmcılarına ağır gelebilir. İspatı: Bugün o anlı şanlı menzillerden, yani sistemlerden hiçbiri hatırlanmıyor.
1960'lı, 70'li hatta 80'li yılların İslâmcı metinlerini açıp okuyun. Müelliflerinin bile o metinleri yüzleri kızarmadan okuyabileceğini sanmıyorum. En ilerileri Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un kaleminden çıkanlar. Yüksek belagatin, edebî ilhamların dışında bugüne hitap eden bir düşünce bulup çıkartabilir misiniz? Hakkını verelim. O zaman çok işe yaradılar. Pusulasını kaybetmiş, bir şeyler arayan nesli "Diriliş Nesli"ne dönüştürdüler, Anadolu bozkırlarına sıkışanları "Büyük Doğu"ya taşıdılar. Peki ya bugün? O kadar emeğin, o kadar çabanın, o kadar halisane gayretin bakiyesi ne? "Müsbet hareket" düsturu ile keskin ideolojik tartışmaların ve kutuplaşmaların dışında kalan Risale-i Nur Geleneği dışında bir canlılık belirtisi kaldı mı?
İslâmcılık o zengin birikimi, zihinleri ve kalpleri ateşleyen gücü ile meşruiyet boşluğu içinde kaybolan devlete uzun yıllar yetecek bir hayat iksiri verdi. Kitleleri ateşleyen bu keskin ideoloji, bugün sakin ve serinkanlı devlet aklına dönüştü. İslâmcılığın kavmiyetçilik, ırkçılık karşısına koyduğu "Müslümanlar kardeştir" düsturunu bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürt politikasına vücut veren ve "devletin, ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü" sağlayan bir kaynak olarak takip edebiliriz. PKK'nın işi gücü bırakıp AK Parti'ye açtığı savaş, "devlet-i ebed müddet"e İslâmcıların katkısının sonucu değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti, Batılı ittifak sistemleri içinde kuma gömdüğü başını kaldırıp çevresi ile ilgilenmek zorundaydı. İnfirat politikalarından vazgeçmek ve Ortadoğu'da bir mihver ülke haline gelmek, devletin âlî menfaatleri için gerekliydi. Devleti daha itibarlı ve güçlü kılacak bir politikaya dönüştürmek için İslamcı birikim ve aydınlar dışında başka seferber edebileceğimiz hangi aktörler vardı? Araplar deyince burun kıvıran laik-Kemalist hariciyeciler mi?
Mısır bugün Türkiye'nin ayak izlerine basarak ilerliyor. Dün İslâmcılar Seyyid Kutup'un koyduğu "İşaret Taşları"nı arıyordu. Öyleyse İhvan-ı Müslimîn ile Risale-i Nur hareketinin mirasını bugün yan yana koyup karşılaştırmamız lâzım."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.