İslam'da Aile ve Çocuk Eğitimi
Toplumları kasıp kavuran sosyolojik sorunların temelinde bugün, insanın/insanlığın manevi ihtiyaç ve gereksinimlerinin göz ardı edilmesi vardır. Bu durum, acı bir gerçeği de gün ışığına çıkarmaktadır.
AİLE BİNASININ DİNAMİKLERİ
Toplumları kasıp kavuran sosyolojik sorunların temelinde bugün, insanın/insanlığın manevi ihtiyaç ve gereksinimlerinin göz ardı edilmesi vardır. Bu durum, acı bir gerçeği de gün ışığına çıkarmaktadır. 21. asra; teknoloji, ilerleme ve uzay çağı denmesine rağmen, “insan” halen bir meçhul olarak durmaktadır. Eşyanın ve kâinatın sırlarına eren insanın kendi sırrını çözememesi ya da göz ardı etmesi ilginç değil midir? Maddi boyut ve gereksinimler, “insan” unsurunun bütününde devede kulak mesabesindedir. İnsanın manevi âlemi, ruhu, vicdanı, fıtratı vs… bu yöndeki ihtiyaçlar, açılımlar, bunların kabullenilmesi ve sonuçlarına katlanılması… İşte esrar bu boyutlardadır. Bu gözlükle insana ve aile ortamına bakıldığında hayatın, saadetin sırrı, aile kurumunun ulviliği kendiliğinden arz-ı endam edecektir.
Allah-u Tealanın, aile ilişki ve bağlılıklarının temeline bıraktığı dinamikler ve ruh, maddi ölçülerin çok üzerinde, insan ruhuna hitap eden, tatmin eden ve ancak Kadir-i Zülcelal’in kudretiyle izah edilebilecek saiklerdir. Örneğin anne şefkati, babalık duyguları, çocuğun ebeveyne karşı içinde taşıdığı ve hiçbir şeyin koparamayacağı ilgi ve bağlılık, zevceler arasındaki ülfet, ünsiyet ve sadakat… Bunların hiçbirinin maddi bir izahı yoktur. Bu durumda fedakârlığın sınırı yoktur. Anne ve baba hiçbir tereddüt geçirmeden ailenin herhangi bir ferdi için canını ortaya koymaktan çekinmez. Her ne kadar aile fertlerden oluşmuşsa da aslında hepsi tek beden, tek ruh, tek nefistir. En güvenli, en sakin liman olmasının sırrı işte budur.
Aileyi toplumun en sağlam temeli haline getiren esaslar vardır. Bu esaslar sayesinde hayatın azgın dalgalarının ve ifsad edici akınların bu binaya zarar vermeleri mümkün değildir. İslam sosyolojisinin temelini oluşturan aile, metanet ve güvenirliğini Allah-u Tealanın hem insan fıtratına derkettiği ve hem de naslarla güvence altına aldığı bu esaslardan almaktadır. İslamın sosyal anlayışının ve doğal olarak da Müslüman toplumun, sair toplumlardan ayrıldığı nokta budur. Ancak İslam ümmetini öteden beri tehdit eden tehlike bugün aile binasının da kapısına dayanmış, ateş bacayı sarmıştır. Zira ailenin esasları bugün ciddi bir sarsıntı geçirmektedir. İnzar camiası olarak, aileyi ön plana çıkarmamızın nedeni budur. Çünkü toplumun ıslahı için fertlerin ıslahına; fertlerin de İslamı yaşayabilmeleri ve şahsiyet kazanmaları için bir aile ortamına, bu çelik zırha ihtiyaç vardır.
Ailenin temel öğesi nikâh akdidir. Nikâhsız bir evlilik ve bunun neticesi olacak bir aile düşünülemez. Temel, zevceler tarafından evlilikle atılır. Evlilik de Allah-u Teala’nın bu beraberliği kalıcı ve sağlam bağlarla kuvvetlendirmesi amacına matuf özel olarak koyduğu şartlarla vaki olan nikâh akdi ile gerçekleşir. Daha sonra çocuklar sayesinde ailenin kökleri derinlere inerek bina yükselir, aile genişler.
İslam dini, nikâh akdine büyük bir ehemmiyet vermiş, takdis etmiş, kuvvetlendirmiştir. Resul-i Ekrem: “Ey gençler! Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zira evlenmek, gözü haramdan daha çok saklar. İffeti de korur…” (Buhari 4779-Müslim 1400) buyurarak iffet ve arınmışlığın nikâh akdi ile vaki olacak bir evlilikte olduğunu vurgulamıştır. Akit her ne kadar iki zevce arasında ise de aslında zevceler aile hukukunun muhafazasında Allah-u Teala ile ahitleşmektedir. O kadar önemli bir konudur ki küçük-büyük bütün aile içi hukuk, İslam toplumlarında kadı’nın/hâkimin korumasındadır. Kadıya aile içinde, en ufak sorunlara dahi müdahale etme, aile bütünlüğünü koruma yetkisi tanınmıştır.
Bu dış korumanın dışında, bir anlamda Allah-u Teala tüm aile fertlerinin vicdanlarında aile iç hukuku noktasında son derece duyarlı ve büyük yetkilere sahip birer kadı ikame etmiştir. İnsan fıtratında kendi aile bireylerine karşı çok büyük bir temayül, sevgi, şefkat ve bağlılık yerleştirmiştir. Her birey, diğer bireyin haklarını kendi haklarından önde tutmakta, anne-baba, çocuklarının hukukunu korumak için hiç kimsenin yapamayacağı fedakârlıkları tereddüt etmeksizin yapmakta, yeri geldikçe canlarını ortaya koymaktadırlar. Hatta bu diğergamlıktan büyük bir haz ve lezzet almaktadırlar.
Nikâh akdi sözdür, bağlayıcıdır. Ömür boyunca neslin idamesi; hayatın paylaşılması; acıların, dertlerin, sevinç ve güzelliklerin müşterekliği demektir. Bireylerde çok güçlü bir aidiyet his ve anlayışı vardır. Bir yuvası, bir kalesi vardır…
Nikâhsız ve ailesiz bir noktaya doğru hızla yol alan toplumda yavaş yavaş ne sadakat, ne doğruluk, ne güven, ne sevgi ve ne de ortak değerler kalmaktadır. Paylaşmanın olmadığı, yardımlaşma ve dayanışmanın bulunmadığı toplumsal bir yapı imanın esaslarından, hak ve adaletten uryan, ladini bir toplum demektir. Böylesi toplumların ufukları kapanık, istikballeri karanlıktır. Yetişecek yeni nesil de ortam ve doğasına muvafık; kendine, değerlerine, gelenek ve idealine düşman, kişiliksiz, şahsiyetsiz bir nesil olacaktır. Gün, zaten batmış, elden gitmiştir. Dehşete düşüren şey, yarının da şimdiden yitirilmesidir.
Aile kurumunun esaslarından biri de bireyler arası sorumluluk anlayışı, bu sorumluluğun paylaşılmasıdır. Erkek aile reisidir. Binanın direğidir. İnsanı Allah-u Teala yaratmıştır. Bu nedenle onu en iyi tanıyan ve en uygun şekilde istihdam eden de yine kendisidir. Buna işareten Allah-u Teala: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle, mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için saliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi koruyucudurlar” (Nisa: 34) buyurarak sorumluluğu paylaştırmıştır. Diğer bireyler de erkeğin bu konumuna saygı gösterip onun maiyetine tam bir teslimiyet ve bağlılık içindedirler. Erkek de aile hukukunu gözeterek eğitmekte, büyütmekte ve kollamaktadır. Aile içinde İslam ahkâmını icra ederek maddi ve manevi gerekleri tedarik etmektedir.
Kadın da Allah Resulü (sav)’nün Veda Haccında beyan ettiği gibi ‘Allah’ın bir emaneti’dir. Ulvi bir konumda olan kadın bu şerefe layık bir şekilde ailenin iç dizaynını sağlar. Eşine tam bir itaat ve bağlılık içinde namusunu, iffetini, eşinin haysiyet ve onurunu gözeterek zorlukları paylaşmaktadır. Eşi ile işbirliği içinde çocuklarını İslam terbiyesi ve anne şefkati ile yoğrulmuş bir eğitim ile büyüterek İslam toplumunun teşekkülüne, İslam neslinin yola koyulmasına, hayırlı bir istikbale büyük emekler harcamakta, umudun tohumunu ekmektedir.
Aile bütün güzelliğini, sevgi ve sıcaklığını, manevi haz ve saadetini Allah-u Teala’ya ve inanç esaslarına dayanmasından almaktadır. Bu kurumun teşekkülü ilahi emir gereğincedir. İslam hukukunda annelik müessesesi, babalık müessesesi, çocuklara dair ahkâm, diğer yakın akrabalar gibi aileyi oluşturan alt birimler, çok detaylı olarak düzenlenmiş, herkesin hak ve sorumlulukları naslarla belirlenmiştir. Tüm bunlar, ümmetin icmaı ile aile oluşumunun vücubiyetine delalet etmektedir. (Büyük İslam fıkhı-El fıkh-ul Menheci) Çünkü bütün bu ahkâmın işlerliği ancak aile ortamında geçerli ve mümkün olabilmektedir.
Allah-u Tealanın bireylere yüklediği sorumluluklar, onların fıtratlarına, yaratılış özelliklerine ve kapasitelerine göredir. Örneğin yaratılışı itibarıyla nazik, kırılgan ve duygusal bir yapıda olan kadının aile riyasetine getirilmesi ailenin dengesini bozacak, ihtiyaçlar temin edilemeyecek ve sevgi ortamı dağılacaktır. Dolayısıyla aile ortamının önemli esaslarından biri de sorumluluklardan görev dağılımına, iletişimden çocuklara yönelik eğitim ve rehabilitasyona kadar her şeyin İslam ahkâmına dayanmasıdır.
İşte bu cihetle Allah’ın izniyle bundan sonraki sayılarımızda, ‘Yürüyen bir Kur’an’ olan Resul-i Ekrem (sav)’ın hayatından canlı örnekler sunarak İslam’ın aileye ve çocuk eğitimine verdiği önemi daha iyi kavramaya çalışacağız. Allah’a emanet olunuz.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.