İslam`da Malın Korunması Meselesi
Şeriatın beş temel maksadı var. Bunlar, dinin korunması, canın korunması, neslin korunması, aklın ve malın korunmas.
Şeriatın beş temel maksadı var. Bunlar, dinin korunması, canın korunması, neslin korunması, aklın ve malın korunması…
Şeriatın maksatları kavramı; hüküm koyucunun (Allah c.c) koyduğu hükümlerde korunmasını ve tahakkuk etmesini murat ettiği maslahatlardır. Bu maksatlar da kendi içinde önem ve kıymet durumuna göre; zaruriyat (zarurîler), haciyyat (ihtiyaçlar) ve kemaliyat (mükemmeli yakalamayı hedefleyenler) gibi isimler alır.
Dikkat edilirse “malın korunması” şeriatın gerçekleşmesini murat ettiği beşinci maksattır. Şeriata göre bir malın söz konusu korumaya tabi olması için bunun helal olması, toplumun alışık olduğu sıfatlara yani o toplumda kıymet arz etmesi gerekir. Bunun özel veya amme malı olması fark etmez. Malın korunması ilkesi, onun her türlü saldırıya karşı korunmasını ve gayri mahallinde kullanılarak israf edilmesini önlemeyi hedefler. Bu çerçevede Hakk Teala emir ve nehiy, aktif ve pasif hükümler vazetmiştir. Bu konuda yoğunlaşan kimse malın korunması ilkesinin şu hususları kapsadığını görecektir;
1- Kamu mallarının onun üzerinde tasarruf sahibi olan yöneticilerin kötü emellerinden ve kirli ellerinden korunması. Örneğin yöneticilerin kamu malını zimmetlerine geçirmeleri, yolsuzluk yapmaları…
2- Kamu mallarının üzerinde tasarruf yetkisi olmayan kişilere karşı korunması. Örneğin kamuya ait malların ve eşyanın tahrip edilmesi…
3- Özel malların sahiplerinin kötü emellerinden ve kirli ellerinden korunması. Örneğin sefihlerin kendi malları üzerinde tasarruf yetkilerinin kısıtlanması…
4- Özel malların başkalarının uzanan ellerinden ve kötü emellerinden korunması. Örneğin hırsızlık…
Bu kısa makalede bilhassa malın yöneticilere karşı korunması konusunu açıklamaya çalışacağım. İslam, yöneticilere ‘kamu malı’ üzerinde keyfi tasarruf yetkisi vermemiştir. Konumu ne olursa olsun bir kamu yöneticisi veya görevlisi sadece belirlenen maaşı alır. Bunun dışında kamu malında herhangi bir hakkı yoktur.
Buhari’nin Ebu Hamid Es-Saidiye (ra) istinaden rivayet ettiği hadiste şu olay nakledilir. Hz. Peygamber (sav) İbni’l-Üteybe adında birini Ben-i Selim’in zekatını toplamakla görevlendirdi. Adam dönünce dedi ki; “Bu sizin bu da bana verilen hediyelerdir” dedi. Bunun üzerine Resulullah( sav); “Sen ananın evinde otursaydın yine de bu, sana gelir miydi?” buyurdu. Sonra kalkıp bize seslendi. Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra buyurdu ki; “Ben sizden bir adamı Allah’ın bana verdiği yetkiyle gönderiyorum. Gelip bu sizin, bu da bana verilen hediye diyor. O zaman anne babasının evinde oturaydı da bu hediyeler ona gelseydi. Allah’a yemin olsun ki, sizden biri hakkı olmayan bir şeyi alacak olursa kıyamet günü onu yüklemiş olarak Allah’ın huzuruna çıkar. Kıyamet günü Allah`ın huzurunda birinizin bağıran bir deveyi, böğüren bir ineği veya meleyen bir koyunu yüklenerek geldiğini sakın görmeyeyim." Sonra koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini kaldırdı ve şöyle buyurdu; "Allah’ım tebliğ ettim mi? Bunu üç defa tekrar etti”
Hakk Teâlâ elinde kamu malı bulunan kimsenin bundan bir şey saklamasını, bunu kendine veya yakınlarına tahsis etmesini, kendi şahsi çıkarı için kullanmasını veya zimmetine geçirmesini yasaklamıştır. Bununla alakalı Allah (cc) şöyle buyurur; “Her kim kamu mallarından bir şeyi alırsa kıyamet günü aldığıyla beraber gelir.” Ayet-i kerimede geçen “gull” kelimesi; paylaşılmadan önce ganimet mallarından bir şeyin kişisel zimmete geçirilmesi manasındadır. Bu, gull kelimesinin özel anlamıdır. Buradan çıkan genel hüküm ise hakkı tayin olunmadan kamu mallarından hakkı olmadığı halde alınan her şeyi kapsar.
Ebu Hüreyre(ra)’den rivayet edildiğine şöyle bir olay cereyan etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Hayber Savaşına çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı. Ganimet olarak altın ve gümüş almadık. Sadece eşya, yiyecek ve giyecek aldık. Sonra Vâdi’l-Kurâ’ya çekildik. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kölesi gölgeliğe girmek için ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti, eceli de bundan oldu. Bunun üzerine biz ‘Ona şehadet mübarek olsun Ya Resulallah!’ dedik.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: ‘Hayır! Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Hayber’de taksim edilmemiş olan ganimetlerden almış olduğu şu hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.’ Buyurdu.
Herkesi bir korku almıştı. Derken bir kimse bir veya iki adet pabuç tasması getirdi ve: ‘Yâ Resulallah! Bunu Hayber’de almıştım’ dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Ateşten bir pabuç tasması, yahut ateşten iki pabuç tasması
Yine Buhari’nin Havle el-Ensariyye (r.anha)’den rivayet ettiği hadiste Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur; “Haksız yere keyiflerine göre Allah’ın malında tasarrufta bulunanlara ateş vardır.”
Bütün bu nasslar Ashab-ı Kiramı ve onları güzel bir şekilde takip eden kimseleri amme(kamu) malı hakkında azami dikkat göstermeye sevk etmiştir. Bu konuda Hz. Ömer (ra) ;”Ben amme(kamu) malını yetimin malı gibi görüyorum. Eğer fakir değilsem ondan hiçbir şey almam. Eğer fakirsem marufa göre alırım” demiştir.
Ömer bin Abdulaziz akrabalarına daha önce yapılan ödemeleri kesmesine sebep olan da herhalde budur. Bu icraatının sonucu olarak Ömer bin Abdulaziz akrabaları tarafından büyük tepkilere maruz kalmış ve bunun sonucunda zehirlenmeyle ve başka yollarla ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Ömer bin Abdulaziz memurlarının rüşvete dönüşmesi tehlikesine binaen memurlarının hediye almalarını yasaklamıştı. Hatta memurların ve yöneticilerin ticaret yapmalarını yasaklamıştı. Çünkü bu, halkın onları memnun etmek için malı onlardan alırken pahalıya almaları onlara satarken de ucuza satmaları sonucunu doğurabilirdi. Bu konuda da şunu derdi; “Sultanla yapılan ticaret halka zarar verir. Getirilen malı fesada uğratır”
Bu konuda her Müslüman’ın Allah’tan korkması gerekir. Bunları keyfine göre kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Kamu mallarını yerinde kullanmak gerekir. Günümüzde devlet yöneticileri hatta cemaat liderleri çok ihmalkârdır. Kendilerinde her türlü tasarruf yetkisi buluyorlar. Dilediklerine verir, dilediklerini bundan mahrum ederler. Malın yerli yerinde kullanılmaması mutlaka birilerinin haksız kazanç elde etmelerine birilerinin de haklarından mahrum olmalarına sebep olur.
İslami çalışma bu konuda azami gayreti ve titizliği göstermeyi gerektiriyor.
Burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum; “Başkalarının tecavüzleri sana aynısını yapma cevazını vermiyor. Başkalarının günahı seçmesi sana haksızlık yapma ruhsatı vermiyor. Asıl olan insanın kendisini yenmesidir. Başkalarıyla haksızlık konusunda yarışmak marifet değildir. Akıllı kişi odur ki, değil haramlardan şüpheli şeylerden bile kaçınır. Her birimiz Rabbine fert olarak dönecektir. Allah’tan selameti dileriz. Güç ve kudret ancak Allah’ın elindedir.
Dr. Nevvaf Tekrurî/ İnzar Dergisi - Haziran 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.