İşte Sana Mühim Bir Define

İşte Sana Mühim Bir Define

Bir annenin çocuğunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakiki bir ihlasla fıtri vazifesi itibarıyla kendini evladına kurban etmesi midir?

İbn-i Sad ve İbn-i İshak’ın ifadelerine göre Resulullah (sav), 6 yaşında iken; İbn-i Hazm ile İbn-ül Kayyum’un ifadelerine göre ise yedi yaşını doldurmamışken Amine, büyük annesinin (Abdulmuttalib’in annesi) ailesi olan Adiyy b. Neccar ile tanıştırmak üzere Ümmü Eymen ile birlikte kendisini Medine’ye götürdü. Orada bir ay kaldı. Âmine burada, Resulullah (sav)’a, babası Abdullah’ın son nefesini verdiği evi ve defnedildiği yeri gösterdi.

Âmine Medine’de bir ay kaldıktan sonra Hz. Muhammed (sav) ile beraber Mekke’ye dönerken Ebva denilen yerde hastalanıp vefat etti. Ümmü Eymen, Resulullah (sav)’ı Mekke’ye geri getirdi. İbn-i Sad’ın ifadesine göre Resulullah (sav) annesinin defnedildiği yeri iyi hatırlıyordu. Nitekim Hudeybiye anlaşması sonucu Müslümanlar ilk umrelerini yapmak üzere Ebva’dan geçerken Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Cenab-ı Allah, Muhammed’in annesinin kabrine gitmesine izin vermiştir.”

Hz. Peygamber (sav) daha sonra kabrin bulunduğu yere gitti. Kabri düzeltti. O sırada ağlamaya başladı. Hz. Peygamber (sav)’in bu halini gören Müslümanların da gözleri doldu. Sahabe, Resulullah (sav)’a ölüler için ağlanmaması yolundaki buyruğunu hatırlatınca Resulullah (sav) dedi ki: “Annemin analığını ve şefkatini hatırladım. Onun için gözyaşlarımı tutamadım.”[1]

Enbiyanın serveri, evliyanın serdarı, insanların rehberi ve Allah’ın sevgilisi ve dostu Muhammed Mustafa (sav), annesinin mezarı başında… “Annemin analığını ve şefkatini hatırladım. Onun için gözyaşlarımı tutamadım” buyruğu ve mübarek gözlerden ana toprağına dökülen gözyaşları… Ardından ashabın gözyaşları usulca akıvermişti mecralarından. “Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah! Sen ağlarsın da biz durabilir miyiz?” diyerek gözyaşları ihlâs çeşmesinden Kevser Havuzu’na akıvermişti… Bir hüzün marşı okunuyordu mübarek dudaklardan: “Annemin analığını ve şefkatini hatırladım. Onun için gözyaşlarımı tutamadım.”

Neydi Âlemlerin Efendisi (sav)’ni ağlatan bu “Annenin analığı ve şefkati”? Nedir bu?

“Bir annenin çocuğunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakiki bir ihlasla fıtri vazifesi itibarıyla kendini evladına kurban etmesi midir?”[2]

“Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan; “En büyük lezzet ve tatlı haletin nedir?” diye sorulsa, belki diyecek ki: “Aczimi, zaafımı anlayıp tatlı tokadından korkarak yine annemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.”[3] Yoksa analık şefkati bu sözde mi gizlidir?

İslam’da büyük bir ehemmiyete sahip olan anne-baba hakkı Kur’an-ı Kerim’de özel bahse konu olacak kadar üstün bir öneme haizdir.

“Onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf!’ bile deme, onları azarlama. Onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: ‘Ey Rabbimiz, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet buyur!”[4]

Başkası veya biz değil, Yüce Allah (cc) ferman buyuruyor. Hem de emrederek:

—Onlara sakın ‘Öf!’ bile deme,

—Onları azarlama

—Onlara güzel söz söyle

—Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger

—De ki: ‘Ey Rabbimiz, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet buyur.

Sahi bu emre amade kullar mıyız? Yoksa nisyan ve isyanlarda mıyız? Ya da hesap-kitap fikrinde miyiz? Sağa-sola vurmadan cevap da bizden olsun.

Ne yazık ki, bu konuda birçoğumuz gaflet ve hata içerisindeyiz. Oysa Resul-ü Ekrem (sav); “Kim, annesine iyilik etmek ve asi olmamak hususunda Allah’a itaat ederek sabahlarsa, sabahleyin onun için cennette iki kapı açılmış olur. Eğer ana-babadan biri varsa (sağsa) bir kapı açılmış olur”[5] buyurmaktadır. Cennete giden yollardan ne kadar da bihabermişiz! Ne büyük gaflet, Ya Rabbi!

Durumumuz sadece bundan mı ibarettir? Maalesef ‘Hayır’! Peki ya ne?

Bu konuda toplum olarak  -esef vericidir ki- büyük bir yanlışlığa düşmüş bulunmaktayız. Kabul edilemeyecek kimi gerekçelerle anne-babalarımızı ihmal edip saygı ve hürmeti aksatmış bulunuyoruz. Etrafımıza baktığımızda annesine sahip çıkmayıp onları huzurdan uzak huzur evlerine atanlara, evlerine almaya yanaşmayanlara; evlerinde bırakanların ise onlara, layık oldukları ilgiyi göstermediklerine, azarladıklarına, güzel muamele etmediklerine, güzel söz söylemediklerine, ailevi sebeplerden dolayı onları bir köşeye attıklarına şahit olmaktayız. Anne-babaları birçok sıkıntı ve meşakkat içerisinde yaşarken, kendilerinin rahat bir hayat sürdürdüklerine maalesef rastlayabilmekteyiz.

Diğer üzücü bir durum da anne-baba hükmünde olan kaynana ve kayınbaba ile gelinler arasında vuku bulan olumsuzluklardır. Kaynana ve kayınbabanın, anne-baba; gelinlerin de, çocuklar hükmünde olduğunu kabul etmemiz gerekir. Gerçekte ceviz kabuğunu doldurmayacak gerekçelerle bu alanda sürekli sorunların yaşandığını görmek üzüntü vericidir. Oysa Allah ve Resulü (sav)’nün emir ve nehiylerine gereken hassasiyetin gösterilmesi halinde bunların yaşanmayacağını, İslam’ın pratik hayat dini olmasından anlamak güç olmasa gerek… Yeter ki gereken özen ve feragat gösterilebilsin.

Bakın Resulullah (sav) ne buyuruyor? “Herhangi bir şahıs ki, anne-babasının yüzüne şefkat ve merhametle bakarsa, Yüce Allah (cc) o kimse için makbul bir hac sevabı kadar sevap yazar.”[6] Yine Ebu Bekre (ra)’den rivayetle; “Resulullah (sav) üç kere “Bakınız, büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?” buyurdu. Oradakiler: “Evet, bildir Ey Allah’ın Resulü” dediler. Resulullah (sav), “Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelip eziyet vermek” buyurdu. Ve sürekli bu sözü tekrar edip durdu, o derece ki sonunda keşke sussa, dedik” demiştir.[7]

Durum bu kadar açık ve net iken gelin anne-babalarımıza, -onların hükmünde olan- kaynana-kayınbabalarımıza tarziyede bulunup her şeye yeniden başlayalım. Eski sayfaları kapatıp Allah ve Resulü’nün razı olacağı bir ilişki içerisine girelim. O zaman mutluluk, huzur ve sevincin kendiliğinden oluştuğunu, birçok endişemizin aslında bir kuruntudan ibaret olduğunu açıkça göreceğiz. Yeter ki, içimizdeki şeytanı kovup nefsimizi dizginleyebilelim. Dünyanın fani olduğunu ve dünyalıklarla beraber dünyada kalacağını, bir gün mutlaka dar-ul bekaya göçeceğimizi unutmayalım. Ayrılık gelip çatmadan, kıyametimiz kopmadan, “Keşke böyle yapmasaydım” demeden önce tövbe ve istiğfar edip Kur’an ve Sünnet’in irşadıyla yeni bir hayata adım atalım. Fedakârlığı onlardan beklemeden, biz yapalım. Onların bile bile haksızlık yaptığını bilsek dahi biz hakkımızdan feragat edip anlayış gösterelim. Bu davranışımızla bizden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini bizzat müşahede edeceğiz. Yeter ki, bizi Allah ve Resulü (sav)’nden alıkoymasınlar. Çünkü İslam’ın bize verdiği ölçü budur. Bunun ötesi, azabı gerektiren bir durumdur. Allah Resulü (sav) buyuruyor: “Ana-babaya itaat etmek, Allah’a itaat etmektir ve ana-babaya asi olmak, Allah’a asi olmaktır (mucibi azaptır).[8] Allah Resulü’nün (sav) sahabelerinden Mus’ab b. Umeyr’in, kendisini Allah ve Resulü’nden menetmek isteyen annesini dinlemediğini biliyoruz. Dolayısıyla bizim için ölçü İslam’ı yaşamamıza engel olup olmamalarıdır. Olmadıkları müddetçe itaat ve güzel muamele farzdır. Bu, zikredilen ayet ve hadislerle de sabittir. “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana'dır. Ey insanoğlu! Ana baba, seni, körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz Bana'dır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.”[9]

Şunu da bilmemiz lazım ki; onlara yapacağımız muamele şeklini biz de çocuklarımızdan göreceğiz. İyi veya kötü… Anlatılan birçok hadise ve en önemlisi zikredilen şu hadis-i şerif, bize bunu beyan etmektedir. “Ana-babanıza iyilik ve itaat ediniz ki, çocuklarınız da size itaat ve iyilik etsin…”[10]

Konuyla ilgili bir de Bediüzzaman Said Nursi’ye kulak verelim:

“Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine (evine) misafir geldiği vakit berekete medar (sebep) oluyor. Öyleyse, mahlûkatın en mükerremi olan insan, ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze (acizler), alîl (hasta) ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib (seven)olan peder (baba) ve valide (anne), ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti" ne derece sebeb-i def-i musibet (belaları def etme sebebi) olduklarını sen kıyas eyle.

İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. El-cezâü min cinsi'l-amel (ceza amelin cinsindendir) sırrıyla, sen valideynine (anne-babana) hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek(ağır bulup hoşlanmadığını belirtmek), ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriütteessür (çabuk etkilenen) kalblerini rencide etmekle; “Dünyada da ahrette de ziyana uğradı” sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahmân istersen, o Rahmân'ın vedîalarına (emanetlerine) ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.[11]

Allah Resulü (sav), bir hadis-i şeriflerinde; “Allah-u Teala bütün günahları dilerse kıyamet gününe kadar tehir eder, ancak anne-babaya isyan eden müstesna… Allah bu isyan sahibini ölümünden önce hayatta cezalandırır”[12] buyuruyor.

Gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken bir hakikat değil mi bu? İçinde bulunduğumuz durumu tekrar gözden geçirmemiz gerekmez mi?

Madem durum bu, söylenenler de doğru, artık bize düşen; “Semi’na ve Ete’na” (işittik ve itaat ettik) ve “başımız gözümüz üstüne” demek olacaktır. Kaynana ve kayınbabanın, ana-baba hükmünde olduğunu hatırlatmaya gerek görmüyoruz. O zaman şeytanı kahredip Allah’ı ve Resulü (sav)’nü sevindirecek yeni bir adım için haydi Bismillah…

İnzar Dergisi
---------------------------------------------------------------------

[1] Hz. Peygamberin hayatı (Mevdudi) 2. cilt

[2] Lem’alar 24. Lem’a 1. Nükte

[3] Sözler, 7. Söz

[4] İsra suresi: 23-24

[5] Muhtarul Ehadis

[6] Muhtarul Ehadis

[7] Sahih-i Buhari, Muhtasar-ı Tecrid-i Sari

[8] Muhtarul Ehadis

[9] Lokman: 14, 15

[10] Muhtarul Ehadis; Hakim, Cabir (ra)

[11] Mektubat, 21. Mektup

[12] Muhtarul Ehadis; Taberani
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.