İstişare ve Tecrübelerden İstifade Etme
“Onlar Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Aralarındaki işlerini istişare ederek yürütürler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da Allah yolunda harcarlar.”
“Onlar Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Aralarındaki işlerini istişare ederek yürütürler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da Allah yolunda harcarlar.” ( Şura:38 )
“Allah tarafından lûtfedilen bir rahmet sâyesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, insanlar etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Karara bağlanacak işlerde onlarla istişare et! Kesin kararını verince de, yalnız Allah’a güvenip dayan! Çünkü Allah, kendisine güvenip dayananları sever.” ( Al-i İmran:159)
Hayatta belki de en akıllı insanlar, başkalarının zekâ, fikir ve tecrübelerinden istifade edenlerdir. En akıllı insanlar, kendilerinden daha zeki insanları bir araya toplar ve onların fikirlerinden istifade eder. Bu hayatta belki de en aciz ve ufku dar olanlar ise, kendi akıllarını beğenen ve hayatta sadece kendi akıllarına güvenenlerdir. Belki de daha acizi, etrafında çok sayıda zeki insan olduğu halde, onların görüş ve ali fikirlerinden istifade edemeyendir. Özellikle başkalarının tecrübelerinden istifade edemeyenlerin her konuda hüsran yaşayacakları şüphesizdir.
İnsanoğlu kapasitesi itibariyle her şeyi bilemez ve her konuda fikir sahibi olamaz ve her mevzuyu bizatihi tecrübe edemez. Hayatta her konuda yargıya varabilmek için onları tecrübe etmeye; ne zaman ne ömür ne de imkânlar yeter. O halde hayatta sadece kendi tecrübelerimize dayanmayı tercih etmek veya her sorunun çözümünü tecrübe ederek öğrenmeye çalışmak yerine, tecrübe ve fikir sahibi olanların görüşlerinden istifade etmek gerekir.
Her meseleyi erbabına veya o sahada otorite olan şahıs ve kurumlara havale etmek gerekir. Bazı konularda tecrübe ve fikir sahibi olmak, her meseleye avucunun içerisindeki çizgiler gibi hâkim olma anlamına gelmez. Her meselede fikir sahibi olduğunu zanneden, hatta kendi fikirlerini o işin erbablarına dikte ettirmeye kalkışanlar, ancak kendilerini gülünç duruma düşürürler. Aynı zamanda hem kendilerine hem de içerisinde bulundukları topluma zarar verirler.
Ferdi ve içtimai hayatta istişare ve tecrübelerden istifade etme adeta başarının şaşmaz bir kaidesidir.
Başarılı idarecilerin, devlet adamlarının ve tarih yazanların çevresinde fikir, görüş ve vizyonları ile ona destek olan bir topluluğun olduğu görülür. Bir insanın fikrini besleyen, bir kişiye ait duyular iken, istişareye ve tecrübe aktarımına ehemmiyet veren idareciler, hadiselere binlerce göz ile bakmaya ve o meseleyi binlerce akıl ile mütalaa etme imkanına sahip olurlar.
En fukara akıl kendisini müstağni gören akıldır. Peygamberler bile vahiy ile belirlenmemiş konularda, başkasının görüş ve düşüncelerine başvurur ve bu görüşlerinden istifade ederdi. Son Peygamber bile işleri hususunda başkaları ile istişare ederek karar vermiştir. Özellikle Siyerde, harp gibi önemli olaylarda bu istişarelerin dikkatli bir şekilde yapıldığı gözlemlenmiş ve bu istişarelerin neticelerinden istifade etmiştir. Hayatlarını okuduğumuz liderlerden, yöneticilerden, komutanlardan belki de en fazla istişare edeni Peygamberimiz idi. Bu mekanizma, bireysel ve toplumsal gelişimde önemli bir rol oynar. Hatta İslam kültüründe bu mekanizma vahiy temeline oturtulmuştur.
İnsanlık mirası, tecrübelerin okunması ve eklemlenmesi ile bugünlere gelmiştir. Eğer tecrübe aktarımının, salim bir akıl ile işlenmesi süreci olmasaydı, insanlık bugün bu noktaya gelemezdi. Toplumların terakkisi tecrübe aktarımı ile olur. Aksi takdirde hayatta karşılaşılan sorunların çözümünde metot ve yolları yeniden tecrübe etmek gerekir. Böyle bir yönelime; ne akıl ne zaman ne ömür ne de imkanlar el verir.
Dünyevi ve dava eksenindeki işlerimizde mutlaka bu Rabbani ve Nebevi mekanizmayı işletmeliyiz. Bu mekanizmayı işletmek, kararlara şeri meşruiyet kazandırdığı gibi, riayet etmemiz gereken bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani bu mekanizmayı işletme bir tercih değil, zorunluluktur.
Özellikle de İslam davetçileri, alınan kararların arkasında fiziki ve psikolojik olarak kitle desteğinin olması için bu mekanizmayı işletmelidirler. Peygamberimizin bu mekanizmayı işletme hikmetlerinden birisi de şüphesiz ki budur.
Peygamberimizin hayatında sayısız istişare örneği günümüze nakledilmiştir. Hz. Muhammed bir önder ve rehber olarak bu mekanizmayı hayatın her alanında uyguladığı gibi, Müslümanlara da bu konuda ciddi uyarılarda bulunmuştur. Öyle ki, en küçük toplumlardan en büyük toplumlara kadar her toplumdaki işlerin istişare ile karara bağlanması adeta temel bir karar alma mekanizması haline getirilmiştir.
Hz. Peygamberin, hakkında vahiy nazil olmayan meseleleri ashabı ile istişare ederek çözümlediğini ve bunu fiilen de gerçekleştirdiğini hadis kaynaklarından öğrenmekteyiz. Bir rivayette şöyle denilmektedir: Ebu Hureyre: “Rasulullah’tan (s.a.s.) daha çok adamları ile istişare eden bir kimse görmedim.” der. (Tirmizî, Cihad, 34.) Hz. Peygamber, istişare edeni övdüğü gibi istişare edileni de över:
“İstişare edilen kişi, kendisine güvenilen kişidir.” (Tirmizî, Edep, 57; Ebu Davud, Edeb, 114; İbn Mâce, Edeb, 37.) Yine “Sizden, üzerine mesuliyet yüklenen bir kimse için Allah hayır murad ederse ona ‘Salih’ bir vezir nasib eder de unuttuğu şeyleri hatırlatır, hatırladığı şeylerde de yardımcı olur.” (Ebû Davud, Harâc, 4.) diye buyurur.
Bedir’de Ebu Sufyan’la savaşılıp savaşılmaması konusunda Hz. Peygamber ashapla istişare etmiştir. Ebu Sufyan’ın gelmekte olduğu haberi kendisine ulaşınca Hz. Peygamber bir istişare meclisi kurmuştur. Evvela Hz. Ebu Bekir sonra Hz. Ömer ayağa kalkıp, muhacirleri temsilen Kureyş ordusuna karşı gidilmesi ve Ebu Sufyan’ın kervanını takipten vazgeçilmesi yönünde görüş beyan ettiler. Daha sonra Ensar’dan Hz. Sa’d b. Ubâde ayağa kalkıp: “Ey Allah’ın elçisi! Nefsim elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki eğer sen bize atlarımızı deryaya sürmemizi emretmiş olsaydın mutlaka deryaya sürerdik. Ve eğer sen bize atlarımızı Berku’l-Gımad’a sürmemizi emretseydin bunu da yerine getirirdik.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber insanları Kureyş ordusuyla savaşmaya çağırdı. Alınan karara göre hareket ettiler ve Bedir’e vardılar. (Müslim, Cihâd ve’s-Sîyer, 83.)
Yine Bedir Savaşı öncesi, Mekkeli müşriklerle savaş kararından sonra, ordunun karargâhı ve mevzilenmesi konusunda fikir beyan eden Hz. Hubâb b. Münzir’in görüşüne göre amel edilmiştir. Hubâb b. Münzir bu konuda şöyle der: “Hz. Peygamber ile Bedir günü savaşa ben de katıldım. Hz. Peygamber, Bedir kuyusunun yanına geldi ve kuyunun arkasına mevzilenmeye karar verdi. Ben de: “Ey Allah’ın elçisi! Burası Allah’ın seni yerleştirdiği bir yer mi, yoksa bir harp taktiği, bir görüş veya tuzak gereği takdiriniz mi?” diye sordum. Hz. Peygamber buyurdu ki: “Elbette ki o harp, rey ve hile sonucudur.” Ben de: “Ya Rasulallah! Burası konaklama yeri için uygun değildir. İnsanları kaldır ve bizimle müşriklerin en yakınındaki suya gel. Sonra o suyun ötesindeki kuyuların sularını bozalım. Orada bir havuz yapalım ve su ile dolduralım ki Kureyş ile savaştığımızda biz içelim onlar ise içmesinler.” Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki: “Hakikaten reyle iyi yol gösterdin.” Hz. Peygamber beraberindeki insanlarla Bedir kuyularına geldi. Sonra emretti, su kuyuları kapatıldı. Müslümanların yanında konakladığı su kuyusunun üzerinde ise bir havuz yaptı. Böylece düşman sudan mahrum bırakılmış oldu. (İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye)
Hz. Peygamber’in Hendek Savaşı’nın planıyla ilgili Hz. Selman-ı Farisî ile yaptığı istişare örneği savaş stratejisi açısından önem arz etmektedir. Hz. Peygamber, Mekke’deki müşriklerin savaş hazırlıklarından haberdar olunca ashabını topladı. Resulullah (s.a.s.) savaşın ne şekilde yapılacağı konusunu ashap ile istişare etti. Selman-ı Farisî, Medine’nin çevresine hendek kazılmasının uygun olacağını ifade ederek kendi kavmi olan Farisilerin bu yöntemden faydalandığını, bir şehri kuşattıklarında etrafına hendek kazdıklarını söyledi. Selman-ı Farisî’nin bu görüşü isabetli bulundu. Hz. Peygamber, hendek kazılmasını emretti, kendisi de hendeğin kazılmasında çalıştı. (İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye ; İbn Sa‘d, Kitabu’t-Tabakâti’l-Kebîr)
Hz. Ali (r.a), şöyle der: Peygamberimize dedim ki “Ya Resulallah! Bir iş olduğunda bize (sizin aracılığınızla) vahiy geliyor. Senden sonra hakkında Kur’ân(dan ayet) inmemiş ve senden de duymadığımız bir iş olduğunda ne yapalım? Resulullah şöyle buyurdu: (Böyle bir iş olduğunda) ümmetimden abid (ibadet ehli) olanları toplayınız ve o işi aranızda meşveret ediniz. Bir kişinin sözüyle hareket etmeyiniz.
Abdurrahman b. Ganem de şöyle demiştir: Resulullah (asv), Ebu Bekir ve Ömer’e “Bir istişarede ikiniz ittifak ederseniz ben size muhalefet etmem.” Buyurdu.
Hz. Ömer (r.a) de pek çok meselede daima sahabilere müracaat eder, onlarla istişare ederdi. Hatta onun kadınlarla bile istişare ettiği olurdu. Onun şöyle dediği nakledilir: “Tek kişinin aklı ve bakışı tek bir iplik gibidir. İki akıl, iki ayrı görüştür, sicime benzer. Üç akıl ise sapasağlam bir urgana benzer.”
Tabiinden Süfyan-ı Sevri de “Bana ulaştığına göre, istişare aklın yarısıdır.” demiştir.
Akıl büyük bir nimettir. Kendi aklını kullanmayı bilenler neticeye ulaşır. Allah’ın kitabına müracaat ettiğimizde sık sık aklımızı kullanmamızı bize emreder. İnsanların en akıllıları ise başkalarının fikir ve tecrübelerinden istifade edendir.
Kendi akıl, fikir, zekâ ve tecrübelerini her konuda yeterli görenler, ki böyle bir eğilim hayatın doğal akışına aykırıdır, hiçbir işte muvaffak olamazlar. Kendi şahısları ile alakalı konularda muvaffak olamazlar. Hele ki bu anlayışa sahip bireyler temsiliyet ve söz sahibi olurlarsa, toplum için felaket olur. Toplumun sahip olduğu tecrübenin ve akıl hazinesinin insanlığın hizmetinde kullanılması yerine o toplumu bağnazlık esir alır. O toplumdaki bireylerin zekâ kapasite ve tecrübeleri inkişaf edemez. İnsanlığın ortak mirasına dönüşmesi gereken kıymetli bir hazine, ukalalığının esiri olmuş kişilerin elinde heder olur. O toplumun toplam akıl rezervi, ancak yöneticilerin aklı kadar olur. Böyle bir topluluk asla insanlığa umut olacak bir vizyon sahibi olamaz ve bir medeniyet inşa edemez.
Bu zihniyetin baskıladığı toplumlarda daima aklın kullanılması ameliyesi ve düşünen, fikir üreten insanlar bir sorun olarak görülür. Fikir sahibi insanlar potansiyel tehdit olarak görülür. Böylesi toplumlarda adeta cehalet kutsanır. Böyle toplumlarda düşünemeyen, sorgulamayan insan, en makbul bireydir.
Bu itibarla, tecrübelerden istifade etmek ve istişare etmek, hayatın temel düsturlarından biri olmalı ve alınan kararlar bu zeminde tesis edilmelidir.
Herkesten öğreneceğimiz çok şey vardır. Bu, bazen küçük bir çocuk bile olabilir.
Hayat bir mekteptir. Bu mektepte ilim ve hikmet tedris etmek isteyenler için muallim çoktur. Herkesten öğreneceğimiz çok şey vardır. Tevazu ile ilim, hikmet ve tecrübe; yitik bir mal gibi alınmalıdır.
Bencilliğin ve ukalalığın zirve yapmış olduğu bir zamanda, bu kavramlar daha fazla ehemmiyet kazanmaktadır.
Selam ve dua ile
Mehmet Zülküf Yel
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.