İtikadımız

İtikadımız

İlk emri, “Oku!” olan ilahi bir kitabın tabileriyiz. Bu tabilerin yapması lazım gelen en önemli şey, tabi oldukları Allah’ın bu kelamını okuyarak onun canlı şahidi olan Resulullah (as)’ın sünnet-i seniyyesi penceresinden anlamaya çalışarak onunla amel etm

İlk emri, “Oku!” olan ilahi bir kitabın tabileriyiz. Bu tabilerin yapması lazım gelen en önemli şey, tabi oldukları Allah’ın bu kelamını okuyarak onun canlı şahidi olan Resulullah (as)’ın sünnet-i seniyyesi penceresinden anlamaya çalışarak onunla amel etmektir. Çünkü insan yeryüzünde halifelik emanetini yüklenen bir varlıktır. Zira dağların ve yerlerin çekindiği yükü üzerine alan insan, okuduğu Kitabullah’ın içindeki ağırlığı taşımak mecburiyetindedir.

Yüce Kitabın içindeki ağırlığı yüklenen tabiler güçlü ve sarsılmaz bir inanca sahip olmak zorundadırlar. Ki ağırlığın verdiği zorluk, sıkıntı ve belalara dayanabilsinler. İnancın kuvvetlenmesi için, delillerin çürütülmeye ve yalanlanmaya mahal bırakmayacak kadar kati ve sahih olması gerekir. İslam inancını kuvvetlendiren esaslar zaman, mekan, fert ve toplumlara göre değişiklik göstermez. Bu hükümler, bir bütün olup bölünme kabullenmezler. Yani bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmemek söz konusu olamaz.

Resulullah (sav), yirmi üç sene gibi kısa bir zaman diliminde davetinin temel taşını İslam akidesi üzerine kurarak, insanları cahiliyenin bataklı-ğından, hidayetin ulvi ve nezih hudutlarına çıkarabilmiştir. Bunu yaparken de tüm gönüllere tahkiki bir inancı aşama aşama yerleştirmiştir. Diğer tüm nebi ve resuller de aynı yolu izlemişlerdir. Demek ki, her peygamberin yegane gayesi, hayatı süsleyecek ve yükseltecek gerçek medeniyete ulaştıracak, özlediği ilerleme ve hayra ulaştıracak, aradığı hakka ve adalete kavuşturacak olan akideyi her yönü ile yerleştirmektir.

Yirmi üç yıl içinde, sahabelerin yetişmesinde akide en büyük rolü oynamıştır. Çünkü nefisleri kötülüklerden arındıran Kur’an-ı Kerim’in açık ve net ifadeleriyle, Hz. Resulullah (sav)’ın pratik öğretileriyle şekillenen inanç manzumesi olan akidenin ta kendisi idi.

Ashabı; şirkin ve bozgunculuğun kötülüklerinden, çirkin adetlerin fenalıklarından hep İslam akidesi kurtarmıştı. İşte bu akide, onların himmetlerini yüceltmiş ve onları tüm hedeflere yöneltmişti.

Yine akide; ashabı, insanlığın önderliği, ümmetlerin liderliği ile yeryüzünün küfür ve fesat pisliklerinden temizlenmesi göreviyle mükellef kılmıştı.

Ashaba fetih ve zafer, ilim ve amel imkanını veren, nuru her tarafa yayılan, iyilikleri dünyanın doğusundan batısına kadar ulaşan medeniyeti kurmalarını sağlayan İslam akidesinin ta kendisi idi. Çünkü vahye muhatap Resullerinin önderliğinde hareket eden ashabın gönüllerinde yerleşen akide, onları basit maddenin üstüne çıkarmış, sürekli hayır ve şeref yoluna, nezaket ve haysiyet yoluna sevk etmişti.

Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)’in eliyle kurulan İslam devletinde, İslami akide paklık ve nezihliğini Allah’ın vahyinden almış, Hz. Resulullah (sav)’ın sünnetine dayanmıştır. Yine bu akide; insanı eşref-i mahlukat yapmayı, insandaki istidadın ve cihazatın eğitimini, şahsiyetlerin saygınlık kazanmasını ve yaşantılarının düzelmesini sağlamıştır.

Tarih gözden geçirildiğinde görülecektir ki; Müslümanların vahiy ve sünnet kaynaklı bu sarsılmaz akideden taviz verdikleri ve bundan uzaklaştıkları anda yaşamlarının hemen her şubesinde bir yozlaşma, bir bozulma, bir gevşeme, huzursuzluk, buhran, haksızlık, çekişme ve bölünme baş göstermiştir.

Sahabelerin tüm yaşantısına egemen olan İslam akidesi her müslümanın yaşantısına egemen olursa kişide şeref, izzet, cesaret, huzur, hoşgörü, fedakârlık, sevgi ve özveri gibi üstün insani faziletleri oluşturur. Hiç kuşkusuz gerçek manada akidenin gönüllere yerleşmesi halinde her insan lütfu ilahi ile nimetlere ulaşır, toplum ve cemiyetler de kardeşçe, sevgi ve anlayış serencamında mutlu yaşayacak ve hayat denen olgu mesut olacaktır.

Şüphesiz ki insanın hayattaki davranış ve tasarrufları inancının yani akidesinin dışa yansıyan bir tezahürüdür. Akide kuvvetli ve salih olursa, davranış da, ahlak da düzgün olur ve salah bulur. Bozuk olursa, davranış da ahlak da eğri ve bozuk olur. Bu sebepten dolayı insanın şahsiyetini olgunlaştırması ve insanlığını gerçekleştirmesi için kavi bir inancın zarureti ortaya çıkar.

Akide devamlı meyve veren güzel bir ağaç gibidir. Her an, her asırda meyvesini verir. Yeter ki insanoğlu gerçek manada inancının gerektirdiği gibi davransın ve yaşasın.

İnancını sağlam unsurlar üzerine bina etsin.

Akide kelimesi; “Akd” kökünden türemiş olup sözlükte; “Gönülden bağlanılan, düğüm atılmışçasına sağlam, inanılan şey” demektir. Terim olarak ise “İnanılması zorunlu olan ilkeler”dir.

Akide kelimesinin çoğulu “Akaid”dir. Akaid ise; “İslam dininde inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri”dir.

İslam akidesinin ilk ve en önemli kaynağı, Kur’an-ı Kerim, daha sonra da sahih hadislerdir.

İslam akidesini oluşturan esaslar, Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerde hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde açık, yalın ve sade olarak yer almıştır.

Duyu organlarının verileri ve akıl, her ne kadar akaid ilminin kaynakları arasında ise de, bu ikisi, doğrudan doğruya dini prensiplerin ve iman esaslarının belirlenmesinde kaynak sayılmazlar. Akıl ve duyu organlarının verileri, daha çok ayet ve hadislerin belirlediği esasların açıklanması, yorumu ve ispatlanması konusunda malzeme oluştururlar. Ve nakli desteklerler. Bu sebeple iman esaslarının belirlenmesinde tek kaynak vahiydir.

Akide, kişinin “Amentu” ikrarı ile şekillenen ve beraberinde bazı hususları gerektiren inanç sistemidir. Bu, tek inançtır. Zaman veya mekan aşımıyla değişmeyeceği gibi, toplumların veya fertlerin gelip geçmesi ile de değişikliğe uğramazlar. Ve ayeti kerime de bunu destekler: “O, ‘Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin’ diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza İbrâhim’e, Mûsâ’ya, Îsâ’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı. Senin insanları dâvet ettiğin esaslar, müşriklere çok ağır gelmektedir. Halbuki Allah dilediği kullarını bu din için seçer ve gönülden kendine yöneleni ona hidâyet eder.”(Şura: 13) Allahu Teala’nın, daha önce geçmiş peygamberlerine tavsiye ettiği gibi bize de dinden emir buyurduğu ve şeriat kıldığı şeyler, ameli hükümler ya da uygulamadaki ayrıntılar değil, tevhidin inanç esasları ve iman kaideleridir. Çünkü, Allah Azze ve Celle, peygamberlerini farklı kültürel ve sosyal düzenlemelerin var olduğu değişik toplumlara ve kavimlere göndermiş, bunun sonucu olarak da, değişik toplumlara ve değişik zamanlara uygun düşsün diye de farklı düzenlemeler getirmiştir. Fakat akide prensipleri, tüm ümmetlerde toplumlarda aynı olmuştur.

Rabbimiz bu akide sistemini, tüm insanlara genel ve zaman boyunca ebedi kılarak fert ve toplumların hayatında açık yararı bulunduğunu bilir. Akide yani inanç manzumesi de bazı hususları gerektirir. Bu hususlara gereği gibi inanıp, amel ederek yakini bir imana sahip olmak bu hususları iyice tetkik etmeyi gerektirir. Hepimizin bildiği; Allah’a, meleklerine, ilahi kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman etmek ile şekillenen inanç esaslarının amacı, yaşayışın kemalleşmesi, nefsin tezkiye olması ve en üstün değerlere yönlendirilmesidir.

Bu inanç, her ferdin hayat kaynağıdır. İnsanlar ancak bu inanç sayesinde mutluluk ve ferahı yakalayabilir. İnsan bu inancı kaybettiği anda hayat kaynağı da kesilmiş olur. Bu inanç, her ferdin iç dinamiklerini harekete geçiren nurdur. Fert, bu nurdan yoksun olduğunda, hayatın ağır teklifleri altında ezilir, eşyayı okuyamaz. Kulluk şuurunun tadına varamadığı gibi, nefsin tutku vadilerinde hastalıklı, vehimli ve hep şüpheli bir şekilde bocalar. Ta ki sapıklık çukuruna düşünceye dek.

Hiç kuşkusuz, Aziz ve Celil olan Allah, insanı yaratırken, istidat ve cihazatlar ile donatarak hayatını idame ederken bunları ubudiyet noktasında kullanmasını öngörmüştür. Ve kul, ebedi kılınan inancı nefsine yerleştirmek ile yetenek ve özelliklerini Rabbinin istediği yolda ve istediği şekilde kullanma güdüsüne de sahip olmuş olacaktır. Böylece insan yararlı şeyleri yapmada sağlıklı unsurların hayatında oluşmasında en etkin yolun inancını kuşanmak olduğunu kavrayacaktır. Çünkü bu kavrayış, hayata güzellik ve mükemmellik elbisesini giydirir.

Mesela, inancı sağlam olan insanın sevgi gücü de fazla olur. Ve bu gücü nerede ve nasıl kullanacağını iyi bilir. Bu sevgi ile, düşmanlık yok olur, çekişme biter, çatışmanın yerini anlaşma alır. Böylece insanlar birbirine yaklaşırlar ve yakınlaşırlar.

Kişinin Rabbini bilmesi; kişide asil duyguları geliştirir, hayır hislerini uyandırır, murakabe gücünü besler, tevekkül fonksiyonunu yönlendirir ve kişiyi çirkin ve değersiz bütün amellerden uzak tutar.

Kişinin melekleri bilmesi; kişiyi, onlara benzemeye, hak ve hayır hususunda onlarla yardımlaşmaya, mükemmel bir bilince ve tam bir uyanıklığa teşvik eder. Böylece insandan sadece güzel işler meydana gelir ve yüce bir gaye için çaba gösterir.

Kişinin ilahi kitapları bilmesi; Allah’ın çizdiği en mükemmel metodu ve yolu bilmeye götürür. İnsan maddi ve manevi kemale ulaşmak için bu yol üzerinde hareket ettikçe, kemalinin zirvesine ulaşır. Kişinin peygamberleri bilmesi; onların yollarını izlemeyi, ahlakları ile ahlaklanmayı ve onları örnek edinmeyi gerektirir. Çünkü peygamberler, en temiz hayatı temsil etmişlerdir.

Yine kişinin ahiret gününü bilmesi; hayrı işlemek ve kötülüğü terk etmek için en güçlü etkendir. Kişinin kaderi bilmesi ise; kişiyi, bütün sıkıntı ve zorluklara karşı direnecek ve önündeki büyük işlerin üstesinden gelecek güç ve kuvvetlerle donatır.

“Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir” (En’am: 122) ayetinde de belirtildiği üzere o nur, yani inanç, yüce duyguların kaynağı, güzel hislerin oluştuğu ve şerefli düşüncelerin yeşerdiği yerdir.

İnançtan kaynaklanmayan hiçbir iyilik, düşünülemez.

Davamızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah (cc)'a hamd etmektir.

Allah (cc)'a emanet olunuz.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.