Hasan YILMAZ
İyi olmak kolay adil olmak zordur
Kimi toplumların bireyleri düşmeden güzel düşünür, güzel konuşur. Bizler ise düştükten sonra güzel düşünür, güzel konuşuruz. Ya da insanlar öldükten sonra arkalarından güzel sözler sarf ederiz. Keyfimiz yerinde oldu mu kimse umurumuzda olmaz. Ne dostlarımız ne akrabalarımız ne elektrik ne su ne de kira parası, son güne kadar. Ya da ölene kadar.
Akrabalarımızı sormaz ama ölünce taziyelerine gideriz. Dostlarımızı sormaz, sıkıntıya düştüğümüzde bir umut olarak onlardan yardım isteriz. O kadar çok birbirimizden habersiziz ki arkadaşımız askere gider, gelir askerliğini bitirir. Neredesin? Bir kaç gündür görünmüyorsun, deriz.
Birinin yakını vefat eder, aradan on yıl geçer muhabbet esnasında ‘'Ya sen böyle konuştun, baban aklıma geldi. Ee baban ne yapıyor ne ediyor? Abi babam yaklaşık on yıl oldu hakkın rahmetine kavuştu. Yaklaşık cümlesi kullanılır ki karşıdaki rencide olmasın. Anlayışı görüyor muyuz?
Kendisini memleketin sahibi olarak görenler, memleket için imkânlarını seferber etmez, memleketini küçültür ve küçücük memleketlerinde kaybolurlar. Geldiklerinde memleketindeki esnaf arkadaşını bulamaz ‘'şuralarda bir esnaf vardı bir yere mi taşındı kardeş? diye sorunca yok abi bir arka sokak hı doğru yeni hatırladım.'' tabii yeni hatırlarsın zaten o da seni öldüğünde hatırlar.
Avrupa'ya gider, geliriz. Avrupa'nın güzelliklerinden bahsederiz. Yıllar öncesinden lezzetle yediğimiz Kuru ekmekle çayı hatırlamayız. Henüz durumu iyi olmayan, evlenemeyen arkadaşlarımızın yanında kendi zenginliklerimizden bahseder, biraz da nostalji yaparız. Nostalji yaparken aradan bir arkadaşımız muhabbete girer. Surda bi kardeşimiz vardı. Ona yardım edebilseydik çok güzel olurdu. Dediğinde kaybolur. Soluğu Avrupa'da alırız.
Neden soluğu Avrupa'da alırız? Bu konuda bizlerin hiç kusuru yok mu? Tabi ki var. Sıralamayı dikkate almayıp dinden, imandan bahsettikten sonra konuyu hemen paraya getirince memleketin, kazanılan paraların kaybetme yeri olarak algılanmasına sebep oluruz. İnancımızın güzelliklerinden bahseder, inancımızın değişkenlik, yenilik, bir dinamizm içerdiğini söyleriz. Buna uygun pratikler geliştirir miyiz? Maalesef.
Saltanatı eleştirir, yıllarca kendimiz öğretmen olur, karşımızdaki öğrenci. Aradan yirmi yıl geçer sınıfımıza bakarız aynı. Kaymakçılar sınıfı, tırşıkçılar sınıfı, biberciler sınıfı. Arada bir tırşıkçılara laf atar, bibercilere buyur yaparız. Neden? diye düşünüldüğünde adil olduğumuzu göstermeye çalışırız.
Sınıflar aynıysa öğretmende aynı. Konu da belli. Nedir konu? Özgür düşünce. Konu esnek olunca biraz da kibarlık boy gösterir. Değerli arkadaşlar bu konudaki görüşleriniz nedir? diye sorulduğunda öğrenci, bu böyle olsa daha güzel olmaz mı öğretmenim?
Öğretmen, güzel düşünüyorsun yerine siz tek pencereden bakıyorsunuz biz ise çatıdan. Bu bakışla karşımızdakini kırdığımız yetmezmiş gibi biraz da ezeriz. Nasıl? Millet doktor oldu mühendis oldu. Siz neden bir şeylere sahip olamıyorsunuz? deyip özgür düşüncemizi yansıtırız.
Bu sözlere karşın öğrenci, yine de saygısında kusur etmeden memleketin genel durumunu da düşünerek içinden şunu der gibi. ‘'Yirmi yıl bi insanı aynı sınıfa ya da ceza evine mahkum et. Sonra da adil bir ülke ve adil bir toplum olduğumuzu söyle.''
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.