İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak

İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak

Allah’a hamd, Resulü’ne salât ve selam olsun. Allah’ın izniyle Al-i İmran Suresinin 110. Ayeti Kerimesinin tefsirine bu yazımızda da devam edeceğiz.

Allah’a hamd, Resulü’ne salât ve selam olsun. Allah’ın izniyle Al-i İmran Suresinin 110. Ayeti Kerimesinin tefsirine bu yazımızda da devam edeceğiz.

Kötülüklerin tanımı:   

Münker olan işin, şeriatın haram kıldığı hususlardan olması lazımdır. Altın yüzük takmak, ipek giymek gibi…

Nehyedilmesi gereken kötülüğün bizzat mevcut olması gerekir. Zanla hareket etmek, karşıdakini töhmet altında bırakmak olur.

Yine nehyedilen şeyin çirkin ve kötü olduğu hususu, tahmini ve içtihadi olarak değil; kesin olarak bilinmelidir. Fıkıhta içtihad farklılıklarının bulunması nedeniyle bir mezhebe göre haram olabilecek bir husus başka bir mezhebe göre mekruh sayılabilir. Bu tür mezhebi farklılıklar, kötülükler kapsamında ele alınacak konular değildir.

Kötülüklerle Mücadele Üslubumuz:

Yüce dinimiz kötülüklerle mücadele etmede tedrici bir üslup kullanmıştır. Kötülüklerin hepsi netice itibari ile kötülük olsa da, bu kötülükten vazgeçme/vazgeçirme itibarıyla aynı değildir. Bazısı bazısından daha şiddetlidir. Resulullah (a.s.) bir hadisinde; “Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır” (Riyazüssalihin) diye buyurmuştur.

İmam Gazali kötülüklerle mücadelede sekiz derecenin olduğunu söyler. (Kimya’yı Saadet, kötülüklerin nehyi konusu)

Birincisi: Nehyedilecek şeyin varlığının kesin olarak bilinmesidir. Lokman-ı Hekim’in yüzüğünde “Gözle gördüğünü gizlemek, zan ile rezil etmekten iyidir” yazıldığı rivayet edilmiştir. Tecessüs etmek Kur’ani bir emirle haram kılınmıştır. Yüce Allah; “Ey iman edenler! … Tecessüs etmeyin!” (Hücurat Suresi:12) diye buyurmuştur. Tecessüs; gizlilikleri, Allah’ın kapılar ve örtülerle örttüğü bir şeyi araştırmaktır.

İkincisi: Tarif etmek. Yani; kişiye kusurunu bildirmektir. Çünkü kişi, yaptığı işin kötü bir iş olduğunu bilmeyebilir.

Üçüncüsü: Münker işleyen kimseye vaaz ve nasihat etmektir. Yapılanın haram olduğunu biliyor ve ona tarif etmek ve öğretmekle bir fayda hâsıl olmuyorsa, onu ayet ve hadislerle korkutup uyarmalı ve iyilikle nasihat etmelidir.

Dördüncüsü: Kötülük işleyen kimseye karşı sert konuşmaktır. Bunun da iki edebi vardır. Birincisi: Konuşmak kâfi derecede olmalıdır. İkincisi: Sert söylense, sövülmemelidir.

Beşincisi: Münkeri eliyle kaldırmaktır. Bunun da iki edebi vardır. Birincisi: Mümkün oldukça, bunu yapmamasını emretmektir. İkincisi: Onu dışarı çıkarmaktır. Bu da uygun olarak yapılmalıdır.

Altıncısı: Münker bulunan yerde tehdit, korku savurmaktır. Bunun da iki edebi vardır. Birincisi: Caiz olmayan bir şeyle tehdit etmemelidir. İkincisi: Yapamayacağı bir şeyle tehdit etmemelidir.

Kötülüklerden Sakındıracak Kimsenin Vasıfları:

Birincisi: Kötülükleri yasaklayacak kimse akil−baliğ olmalıdır. Din ehli olan herkes nehy-i münkeri yapmakla yükümlüdür. Bu iş için herhangi bir kimseden izin alınması da gerekmez.

İkincisi: Kötülüklerden sakındırmak bir sıfattır. Cenab-ı Hakk bu yüce sıfatı en evvel, kişinin kendi nefsinde yaşamasını istemiş ve emretmiştir. Bir ayette “Ey iman edenler! Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz. Yapmadıklarınızı söylemeniz Allah katında büyük bir gazap sebebidir” (Saff Suresi 2-3) buyrulmaktadır. Allah’ın bizlere ayetlerini hem afakta hem de enfüste göstermesi için iyilik ve güzellikleri kendi nefsimizde yaşamalıyız. Aynı şekilde kötülüklerden de olabildiğince uzak bir hayat yaşamamız gerekir ki bu hayat, ‘hayat-ı tayyibe’ dir.

Hz. Şuayb (as) , kavmi olan Medyen’e hitaplarından birinde şöyle buyurmuştur. “Size söylediklerime muhalif davranmak, benim için olacak şey değildir. Tevfik ve inayetim Allah’tandır. Ben O’na tevekkül ettim. Dönüşüm de O’nadır.” (Hud Suresi:88)

Nehy-i münker için masum olmak da gerekmez. Eğer masumiyet bir şart olsaydı, insanların günahlardan uzak olmamasından dolayı bu vazife tamamen ihmal edilirdi. Ancak kişi kötülük işleyen biri iken kötülüklerden nehyederse alay konusu olmaktan kendisini koruyamaz. Said bin Cübeyr (ra) der ki: “Eğer biz nehy-i münkeri günahlardan temiz olmak şartıyla yapsaydık, bunu yapmamız hiç düşünülemezdi.” (Kimyayı Saadet Kötülüklerin Nehyi Konusu)

Üçüncüsü: İlim sahibi olmaktır. Zira bir kişide ilim olmazsa münker olanı, maruf olandan ayıramaz.

Dördüncüsü: Vera’dır. Vera’ı olmazsa, münker olanı maruf olandan ayırsa da maksattan (Allah rızasının dışında bir amaç gözetmekten) kurtulamaz. (Vera: Takvanın ileri derecesi... Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme haletidir.)

Beşincisi: Güzel ahlaktır. Güzel ahlak olmazsa, kişi kızdığında Allah’ı unutup din dairesinden çıkar ve ne yaparsa nefsin hazzı için yapar; Allah için yapmaz. Bu itibarla nehyi, günaha dönüşür.

Hz. Ali (ra) savaşta bir kâfiri öldürmek için onu yere yıktı. Bu esnada kâfir onun yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali (ra) o kâfiri öldürmekten vazgeçti. Bunun sebebini sorunca Hz. Ali (ra), kâfire; “Seni Allah için öldürecektim. Ama şimdi, kızdığım için seni öldürmüş olacağımdan vazgeçtim” dedi.

Altıncısı: Sabırlı olmak ve acılara katlanmaktır. Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “İyiliği emret ve kötülüklerden sakındır. Onların söylediklerine de sabret.” (Lokman Suresi:17) Sıkıntılara sabredemeyen kötülükten nehyedemez.

Yedincisi: Dünya ile ilgisi az ve emeli kısa olmalıdır. Zira araya tama’ girerse, nehy-i münkeri yürütemez. Büyük zatlardan biri evdeki kedisi için kasaptan et almayı alışkanlık haline getirmişti. Bir gün kasabın bir münkerini gördü. Önce eve gidip kediyi kovdu. Sonra kasaba gelip nehy-i münker yaptı. Kasap kendisine; “Yine kedin için et istersin…” deyince, o zat da; “Önce kediyi kovdum, ondan sonra gelip sana nehy-i münker yaptım.” dedi.

Sekizincisi: İnsanların methini, iltifatını, sevgisini ve teşekkürünü bekleyen bir kimse nehy-i münkeri ifa edemez.

Dokuzuncusu: Nehyi yapan kimse, günah işleyen kimseye üzülüp ona şefkat ve merhamet nazarıyla bakıp evladını günahtan men eder gibi davranmalıdır. Bir genç, Abbasî Sultanı Me’mun’a nehy-i münker yapmak için huzura gelip sert sözler söyledi. Me’mun o gence; “Allah-u Teala senden iyisini ve benden kötüsünü göndermiştir. Yine de yumuşak söyle” dedi.

Farizayı terk etmek ve sonuçları:

İyilikleri emredip kötülüklerden sakındırma vazifesini terk eden bir fert veya topluluğun kalbinden Allah korkusu uzaklaşır ve Resulullah (sav)’ın sevgisi vicdanlardan silinir. Böylece alınlardan secde izi kaybolur ve yüzler kararmaya başlar. Ne toplum İslami bir toplum olur, ne de aile İslami bir aile olur. İnsanlar hayvanca bir yaşamla mide ve şehvetlerinin esiri olurlar; Hakkın ve hakikatin sesi kısılır; dalkavukluk ve yağcılık alıp başını gider. Toplum yıkımın eşiğine gelir. Zalim ve hak tanımaz insanlar topluma musallat olurlar.

Resulullah (a.s.) bir hadisinde; “Ya iyilikleri emredip kötülükten sakındırırsınız ya da Allah-u Teala sizin kötülerinizi size musallat eder. Sonra iyileriniz dua etseler de duaları kabul edilmez.” (Muhtarul Ehadis)

Bir başka hadiste; “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; ya iyilikleri emredersiniz ve kötülüklerden sakındırırsınız ya da Allah size azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız da dualarınız kabul edilmez.” (Riyazüssalihin)

Böyle bir akıbetten, ferdi ve toplumu kurtarma vazifesi öncelikle âlimlerindir. Ancak mutlak olarak iyilikleri emretmek ve kötülükleri nehyetmek vazifesi tüm mü’minlerin vazifesidir.

İsrailoğullarının Hz Davut (a.s.) ve Hz İsa (a.s.)’nın lisanıyla lanetlenmeleri; iyilikleri emredip kötülüklerden sakındırma vazifesini terk etmelerindendir. İsrailoğulları âlimlerinin Allah tarafından kınanmasının sebebi; aralarındaki zalimlerin yaptıkları kötü işleri görmelerine rağmen, onlar vasıtasıyla elde ettikleri dünya mal ve makamına olan bağlılıkları ve maruz kalmaktan korktukları baskı sebebiyle onları alıkoymamalarıdır. Hâlbuki Allah-u Teala “Onlardan korkmayın, benden korkun!” (Maide Suresi:3) diye buyurmuştur.

“Allah’a da inanırsınız…”

Nasıl ki, Bakara Suresi’nin baş kısmında iman mefhumunu “ğayba iman etmek” sözü temsil ediyor idiyse, burada da “Allah’a iman” kavramı bütün iman ilkelerini temsil ediyor ve aynı zamanda mü’minlerden sudur edecek bütün amellerin en temel dayanağının Allah olduğunu bize hatırlatıyor. Şehid Seyyid Kutub der ki;

“Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için mutlaka Allah’a iman gereklidir… Hayır, şerr, üstünlük, alçaklık, iyilik ve kötülük hakkında insanlardan herhangi bir neslin, üzerinde ittifak ettiği kuralın dışında bir temele dayanan değişmez bir ölçüye dönmek kaçınılmazdır… İman, insanın kendisine varlık ve yaratanıyla olan ilişkileri konusu ile varlığının gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle bu ölçüyü gerçekleştirir. İşte bu genel ölçülerden ahlaki kurallar doğar. Çünkü Allah’ın rızasını celbetmek ve O’nun gazabından sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye sevk eder. Aynı şekilde Allah’ın vicdanlar üzerindeki egemenliği ve O’nun şeriatının toplum üzerindeki hâkimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini güçlendirir. Sonra iyiliği emredip kötülükten nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli yolda yürümeleri ve zorluklara güç yetirebilmeleri için kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır…”

Kötülüklerin bütün kuvvetiyle insanlar üzerinde hâkimiyetini sürdürdükleri böylesi bir zamanda kötülüklerle mücadele, ancak sarsılmaz bir imanla mümkün olur. İyilikleri emredip kötülükleri nehyeden hiç kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramış olmasın. Kendisine iyilikleri emrettiğimiz ve kötülüklerden sakındırdığımız birilerinin düşmanlığı, ne kötü bir düşmanlıktır.

“İşlerimizin Sonu Âlemlerin Rabbi Olan Allah’a hamd etmektir.”

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.