Kadının ‘Beraber Olma` Şuuru; Aileyi Bir Arada Tutuyor!
Aile çatısı altında huzuru soluyan kadın, kıymet bilir ve kıymet verir hiç şüphesiz
Aile çatısı altında huzuru soluyan kadın, kıymet bilir ve kıymet verir hiç şüphesiz… Sevinçlerini, üzüntülerini, kırgınlık ve kızgınlıklarını unuttuğu ya da unutamadığı bir mekândır onun için… Haliyle onu güçlendirme ve temeldeyse henüz sağlam atma girişimi vardır ve olmalıdır. Bunun için kadının nelere dikkat etmesi gerektiğini konuştuk Aile Danışmanı ve Terapisti Nazlı Hanımla…
Aile çatısı altında huzuru soluyan kadın, kıymet bilir ve kıymet verir hiç şüphesiz… Sevinçlerini, üzüntülerini, kırgınlık ve kızgınlıklarını unuttuğu ya da unutamadığı bir mekândır onun için… Haliyle onu güçlendirme ve temeldeyse henüz sağlam atma girişimi vardır ve olmalıdır. Bunun için kadının nelere dikkat etmesi gerektiğini konuştuk Aile Danışmanı ve Terapisti Nazlı Hanımla…
İçtenlikle ve tecrübeyle söylenmiş sözler ve şayet içtenlikle okunursa mutlaka yararı dokunacak bilgiler –olduğuna inanıyorum-… Siz kıymetli okuyucularımızı aile kavramı, nitelik ve incelikleri, kadın psikolojisi ve evlilikteki girift noktalar üzerine yapmış olduğumuz söyleşiyle baş başa bırakıyoruz…
Nazlı Hanım, öncelikle sizi biraz tanıyalım isterseniz… Bizleri; alanınız, çalışmalarınız ve gayeleriniz konusunda bilgilendirir misiniz?
İstanbul üniversitesi mezunuyum. Yüksek lisansı psikoloji alanında aldım. Şuanda hala devam etmekte olduğum ikinci bir yüksek lisans eğitimine devam ediyorum. Bu da psikolojidir. Bunun yanı sıra aile terapisti olabilmek için gerekli eğitimler ve sertifika programları var. 5 yıl boyunca aile terapisi eğitimi aldım.
Ben psikoloji okurken uzmanlaşmam gerektiği noktada şunu düşündüm. Nereye yöneleyim? Ve en önemli yönlenilmesi gereken alanın aile olduğunu fark ettim. Çünkü çocukta veya genç kızda görülen bir problemde; tek başına düşünüldüğünde, çalışıldığında çok ta fazla çözüme ulaşılamıyor. Mutlaka aileyi görmek lazım ki çalışmalarımda da böyle yapıyorum. Yani bir çocuğun tırnak yeme problemi varsa direk çocukla ilgili olmayabilir. Aile atmosferiyle ilgili olabilir ki çoğunlukla öyle oluyor. O yüzden aile terapilerine yönelmiş bulunmaktayım. 14 yılı aşkın bir süredir de bu işle ilgileniyorum.
Bilhassa sizi buna iten gaye nedir?
Ailenin çok önemli, en temel taş olduğuna inanıyorum. Bugün aile çok eleştirilen bir kurum. Nevrozların merkezi olarak tanımayanlar da tanımlayanlar da var. Yani bir bireyin kişilik bozulması, kişiliğindeki problemler, yaşadığı ruhsal sıkıntıların kaynağının ailede atıldığına inanıyorlar. Ve aileyi yok etmeye çalışanlar var. Bunun karşısında ‘aile her şeydir’ diye düşünenler var ki ben de o gruba dâhilim. Bu nedenle buraya vurgu yapıyorum hayatımda. Nereyle ilgili çalışırsam çalışayım; bu medya olur, ya da herhangi bir gelişim olur, illa aile merkezli çalışmanın gerekliliğine inanıyorum. Çünkü orası pergelin sivri ucu gibi... Oraya batırdığınızda ancak tam bir daire çizebiliyorsunuz…
Aile Danışmanısınız ve bu alanda epey araştırma yaptınız. ‘Aile’ kavramı nasıl bir muhtevaya sahip, bu bağlamda genel bir sınır (olmazsa olmazları noktasında) belirlenebilir mi?
Ailenin; bireyin ne zaman ihtiyaç hissederse, kendisini orada rahat hissedebileceği ve kendisinin olduğu gibi kabul edildiği tek yer olduğunu düşünüyorum. Ne kadar kırgınlıklar olursa olsun, ne kadar anne-baba arasında çatışmalar olursa olsun, bireyin dönüp-dolaşıp geleceği ve kabul göreceği tek yer aile… Yani dışarıdaki arkadaşlıklar çok derin olabilir, çok tatminkâr olabilir ama yine ailenin yerini tutabilecek, ailenin verdiği gönlü verebilecek hiçbir ilişki ve arkadaşlık olduğunu düşünmüyorum.
Yüce dinimiz aileye ve birey-toplum açısından önemine değinmekle beraber sağlıklı bir aile hayatı için gerekli sınırları da belirlemiştir. Bununla beraber ‘aile’, kişilerin ruh sağlığı açısından nasıl bir önem arz ediyor, diğer bir deyişle ‘terapi’ye katkısı nedir?
Aile destek olacak bir kurum! Peygamber Efendimiz (s.a.v)`in bir hadisi var. Hani “Nerden başlayalım?” sorusuna ilişkin verilen cevap “Aile ve ashabı” oluyor… Yani anneden ki en yakın annedir! Sonra babadan, kardeşlerden ve akrabalardan…
Terapi sürecine katkısı da şöyle oluyor. En beklentisiz sevginin, en koşulsuz ilginin yeri ve merkezidir aile... Ve zaten bugün bireysel problemlerin nedeninde kişilerin kabul görmemelerini, kendilerini değersiz hissetmelerini görüyoruz. Dışarıda verilen tüm değerler geçici değerler. Yani size okulda öğretmeniniz değer verebilir ama iyi bir puan aldığınızda değer verilir. Aileye döndüğümüzde iyi puan da alsanız kötü puan da alsanız belki size kızarlar. Ama yinede orada değerlisinizdir, birey olduğunuz için. Tabi burada bahsettiğim aile sağlıklı ve normal aile. Patolojik problemler üreten, kendi içinde çatışmalı, uyumsuz, sağlıksız ailelerden bahsetmiyorum. Bahsettiğim kavram sağlıklı, normal kabul ettiğimiz ailedir. Her zaman değer görürsünüz. Ve bu değeriniz sizin ikinci özelliğinize bağlı değildir. İşte bu da terapide çok etkili bir şey. Değer görmek insana iyi gelen bir şeydir. Bir başkasının size değer verdiğini hissetmeniz…
İkincisi de dinlenmek. Bir başkası tarafından dinlenmek insanın en temel ihtiyaçlarından bir tanesidir. Bu da sağlık halinde, iyi yapılan, iyi yerine getirilen bir işi dinlemek. Sağlıklı dinlemek, gerçekten dinlemek… Karşı tarafı yargılamadan, onu eleştirmeden, onun öz benliğini kabul ederek dinlemek... Bu açıdan terapi sürecinde; bireylere aileden destek almak iyi gelir...
Bu çatı (aile) bilhassa ‘kadın’ üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir ve genç kız, eş ve anne için farklı tesirleri söz konusu mudur?
Aile denilince zaten kadın geliyor akla. Yani kadının aile olmak, beraber olmak şuuru; aileyi bir arada tutuyor. ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ düşüncesine çok ciddi anlamda bir kez daha inanıyorum. Erkekler ne kadar gelişkin kişilikleri olursa olsun, bir kadın dünyası kadar sahip çıkabiliyorlar aileye… O yüzden bir merkez noktası arıyorsak kesinlikle bu genç kızdır, kadındır. Ve bugün cemaatlerin ya da belli grupların genç kızlara yapmış oldukları bilinçlendirme faaliyetlerinin çok önemli olduğunu ve aynısının erkeklere de yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kadın bilinçli oluyor, erkek bilinçsiz oluyor bu sefer uyum sağlanamıyor.
Aile kadının korunduğu yer, aile kadınla güçlenen bir yer! Ve aile kadının koruduğu bir yer. Yani hem korunduğu hem koruduğu bir yer. Erkek ve erkek çocuklar orda büyüyorlar, gelişiyorlar… Kadın bırakırsa aile çöker. Ya da kadını çökertirseniz aileden bahsedemezsiniz. Bugün evlilik danışmanlığına başvuranların yüzdesinde yine kadınların çok olduğunu görüyoruz. Bu da aileye sahiplenmeleriyle ilgili bir şey! Yani erkekler kadınlar kadar belki durumun farkında değiller ya da çok vazgeçilmez görüyorlar kendilerini…
Bir diğer konu, son dönemde gündemde hayli yer alan kürtaj meselesi! İmanî ve insanî değer yargılarında haksız yere bir cana kıymanın ne derece vahim bir durum olduğu aşikârdır… Sağlık açısından hiçbir gerekçe olmadığı halde, annenin rızasıyla yapılan bir kürtaj; o kadını ve ‘aile’yi nasıl bir ruh haline büründürür, nasıl etkiler?
Kürtaj konusu son günlerde çok konuşulan bir konu! Ben de bu konuya duyarsız değilim. Öncelikle gayrı meşru ilişkilerin alanında adımlar atılması gerektiğine inanıyorum. Siz bir taraftan –affedersiniz ama- köpekleri salacaksınız bir taraftan taşları bağlamaya çalışacaksınız. Ya da tavşana ‘kaç’ tazıya ‘tut’ diyeceksiniz. Bu ilişkinin, bu paradoksun öncelikle düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.
Sonrasında sağlık problemleri varsa ki bunu doktorlar tabi ki de benden çok daha iyi bilirler; -Fakat Türkiye`de kürtaj yapılmasının sanki bir doğum kontrol yöntemi gibi yaygınlaştığını yine istatistikler bize söylüyor- bu konuda önlem alınması gerektiğini düşünüyorum. Fakat belli şeylerin devlet eliyle yasaklanmasının pekte çözüm getireceğine inanmıyorum. Zaten inanan insanlar buna ‘hayır’ diyorlar bir şekilde. Fakat inanmayan yani problem yaşayan ya da bunu normal kabul eden insanlar için siz bunu yasak olarak koyduğunuzda vicdani sorgulamanın önünü de kapatıyorsunuz…
Evet, devletin bir yaptırım gücü olmalı -bunu bilmiyorum belki de düşünülmüştür, çok takip edemedim- ama kürtaj kararı verildiğinde kürtaj olmak isteyen kadının mutlaka bir danışmanlık alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü seçeneklerini bilmiyor olabilir. O çocuğunu neden istemiyor? Bir depresyon durumu mu söz konusu? Kötü bir ilişki mi var? Gayri meşru bir ilişki mi? Yani kadının öncesinde orda bir danışmanlık alması ve sağlıklı karar vermesinin sağlanması gerektiğine inanıyorum.
Sonrasında kürtajla ilgili olarak yine tecrübelerimden size birazcık bahsedeyim. Kürtaj olmuş danışmanlarımla çalışıyorum ve yıllar geçse bile çoğunun o süreyi atlatamadıklarını görüyorum. Yani çocuğu özürlü olduğu için aldıranlardan tutun, çok sayıda çocuğu olduğu için, artık yaşı geçtiği için son çocuğu aldıranlar sonrasında hamile kalıp down sendromlu çocuk doğuran danışmanlarım var. Bekâr olduğunu söyleyen, evlenme arefesine kadar birlikte belli imkânlarla yaşayan ve sonra evli olduğunu tam da hamile olduğu zamanda anlayıp doğacak çocuğun kimliğini tanımlayamayan kadınların olduğu kürtajlar yine gözlemlediklerim arasında... Düşünün kadın aldatıldığını düşünüyor ve bu esnada hamile olduğunu anlıyor. Eşine kızıp bebeğini aldırmaya çalışan kadınlar var…
Nedeni ne olursa olsun kadın için travmatik bir durum! Bir annenin sağlıklı düşündüğü takdirde kendi bedeninden bir varlığı yok etmek istemeyeceğine inanmak istiyorum. Devlet eliyle yasaklanmak yerine devletin daha bilinçli doğum kontrol yöntemlerini öğretmesi, insanları vicdani duyarlılık noktasında eğitmesi, her kürtaj başvurusunun direk bir sağlık veya bir jinekolojik olay olmadığı; mutlaka bunun bir psikolojik boyutunun olduğunun bilinmesi gerekiyor… Kürtaj sonrası değil öncesinde kişiye seçeneklerini sunup belki de ‘ikna odası’ gibi de değil “Senin böyle bir durumun var. Neden, hangi korkun var ki sen böyle bir şey yapmak istiyorsun?” diyerek bu korkunun başka çözüm yollarının varlığının gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda eğitilmiş insanlardan istifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani ikna ile her şeyin hal olabileceğini “yapma, etme, yasaklıyorum” denildiğinde birçok karşı çıkanların da söylediği durumları yaşayacak. Hani nasıl bugün bir şeyi yasakladığınızda onun eğer ikna olmamışsa kişi her türlü yolu bulup o yasağı deldiğini görüyorsak ve hatta daha da dirençli hale geldiğini görüyorsak bu meselenin de böyle olmasından endişeliyim açıkçası...
Öte yandan gençlerimizin durumu harap durumda! Yani hormonların en yoğun olduğu bir dönem… Karar verme yeteneğinin henüz oturmadığı bir dönem… Dini, ahlaki, vicdani değerler yoksa aileler zaten çok aciz durumdalar çocuklarını takip konusunda. Bu tür durumlar olabiliyor ki oluyor, görüyoruz... Bu noktada öncelikle duyarlılığın artırılması, insanların yaptıkları eylemlerin sonuçlarını görebilecek şekilde eğitilmesi gerekiyor…
Son olarak, dergimiz vasıtasıyla; ‘aile’ kurma yolunda olan genç kızlara neler tavsiye etmek istersiniz?
En çok bu soru üzerinde duruyoruz… Öncelikle kitabımı kesinlikle tavsiye ederim herkese, bir düğün hediyesi olarak… ‘Haz ve Hız Çağında İlişkiler’ Bu kitapta benim üzerimde durduğum mesele şu.
Ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. Evlilik çok özel ve ihtiyaç hissedilen bir kurum. Yani evlilik- evlenme isteği; çok istenilen, çok arzu edilen ama en az düşünülen alan. Yani evlenme isteği çok yoğun ama “Kiminle evleniyorum, ben evliliğe hazır mıyım, evliliğe acıktım mı, aile kurmayı istiyor muyum? Yoksa yaşıtlarım evlendi evde kalma korkularım mı var? Yoksa gerçekleştiremediğim bir takım hayalleri evlendiğim zaman gerçekleştirme arzusu için mi evleniyorum?” gibi kişi öncelikle `neden evlenmek istediğini` sormalı kendine! `Ne bekliyorum?` ve `Ne verebilirim?`...
İnsanlar beklenti boyutunda kalıyorlar çoğunlukla… “Perdem şöyle olsun, tülüm böyle olsun, düğünüm şöyle olsun, sen bana bütün romantizmi yaşat” ya da “Ben büyük aile olmak istiyorum, 7 tane çocuk istiyorum” diye hep beklentiler konuşuluyor. “Ama ben ne verebilirim sana!” Kişi kendisine hiç bakmıyor. “Ben ne kadar uygunum sana?” Bu yüzden evlilik öncesinde karşı tarafa baktığımız kadar kendimize bakıp `Ben ne istiyorum?` sorusunu mutlaka sormalıyız. Ve şunu unutmamak lazım ki çok gördüğüm yanlışlardan bir tanesi… Evliliğin sadece iki kişilik bir şey olduğunu zannediyorlar gençler ne yazık ki. Yani “Ali`yi sevdim”, “Ben de Ayşe`yi sevdim. Biz mutlu bir rüya içerisindeyiz.” Sanki uzayda bir boşluk açıyorlar ailelerini orada kuruyorlar. Âli’nin bir annesi, Ayşe`nin bir annesiyle, babasıyla, ablasıyla, kardeşiyle bir ilişki kurmak gerekliliğini gençlerin fark etmesi lazım! “Sevgi her şeyi aşar. Sevgim çok büyük” ile başlayan evlilikler 3 ay kadar yürüyor. Sonrasında problemler çıkmaya başlıyor. Bir telefon geliyor, Ayşe krize giriyor. Ya da Ayşe`nin ablası Ayşe’yi çaya çağırıyor, Ali bu sefer krize giriyor. Yani bunun altında yatan şey aşırı sahiplenme ve Ayşe`yi sanki uzay boşluğundan düşmüş bir kadın olarak algılama var. Buna dikkat etmeleri lazım aşk sarhoşluğu dışında...
3. şey ilişki problemlerinde çok çabuk anne ve babaları haberdar etme gibi bir durum var. Yani olgun olmayan, bireyler bir problem yaşadıklarında; problem üzerinde daha 24 saat düşünülmeden, anne-baba, abla bütün aile duymuş oluyorlar. Evet, bir hakem önemli fakat aşamadığımız problemlerde... Yoksa ufacık problemler haberdar edildikçe bu bir grip virüsünün yayılması gibi çok hızlı yayılıyor ve işin içinden çıkılamaz hale geliyor.
Çok fazla anne görüyorum kızlarını evlendiriyorlar. Fakat odalarını bozmuyorlar, hep ‘gelir’ diye bekliyorlar. Yani ailelerin bir kısmının da gönüllerinden kopmuyor çocukları... Onlar hiç büyümesin istiyorlar… Bu durum da evlendirseler bile, çocukların evlilikteki zorluklarla karşılaşınca geriye dönüşlerini beraberinde getiriyor. “Annemin evinde daha rahattım” gibi. Ailenin de buna dikkat etmesi gerekiyor. Yani eskisinin o “Gelinlikle çıktın, kefenle gireceksin!” algısının yerini şimdi, “Kızım çıktın ama her zaman biz burada hazır seni bekliyoruz” duygusunun aldığını görüyorum.
Zor bir dönemde yaşıyoruz. Bugün herkes hazzının peşinde, bencil ‘ben merkezli’ yaşıyor. Bu dönemde bir başkasını düşünerek hareket etmek, fedakârlık yapmak, samimiyetle yönelmek... Yani sevgi çok önemli ama bir yere kadar, saygı daha çok önemlidir. Bunları unuttuğumuz takdirde biz boşanmaların önünü maalesef alamayacağız. Boşanma da tabi ki şu demek; bir sürü çocuk sorunu, bir sürü yeni evlilik, bir sürü aldatma, bir sürü gayrı meşru ilişki demek alsında. Çünkü bir kez evlenen ve boşanan bireyler ortada kalmıyorlar. Onlarda başka başka ilişkiler içerisine giriyorlar.
Ben dergimizin okuyucularına şunu söylemek istiyorum! Birbirinizi iyi dinleyin. Gerçekten dinleyin. Karşı tarafın ne istediğini anlamadan yola çıkmayın. Ve karşınızdaki insanın iki yağmur gördüğünde açılacak bir yapısı varsa, buna gözünüzü kapatmayın, bakın. “Uzun yola çıkılır mı bu kişi ile?” Tabi çok ta korkmasınlar evlilikten! Yüzde 50-55 kurtarıyorsa bir insan beklentileriyle ilgili, niyet edip yola çıkmak lazım. Çok mükemmeliyetçilerin de bu devirde evlilikle ilgili problemleri olduğunu görüyoruz...
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Biyografi: Nazlı Özburun 1973 yılında Balıkesir Gönen`de dünyaya gelmiştir. Çocukluğu Tekirdağ Çerkezköy`de geçmiştir. Üniversite eğitimi için İstanbul` a gelmiş ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Ana Bilim Dalından mezun olmuştur. Yüksek lisansını Psikoloji alanında tamamlamıştır. İkinci yüksek lisans eğitimine İstanbul Ticaret Üniversitesinde Uygulamalı Psikoloji`de devam etmektedir.
Röportaj: Elif Yüksek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.