KAFİRUN SURESİ NE DİYOR

Kur'ân-ı Kerim’de küfür kavramı farklı formlarda gelse de asıl olan imanın zıddı olan küfürdür. Yüce Allah kullarının küfre girmelerine razı olmamakla[1] birlikte onların hür iradelerine de müdahale etmemektedir.[2] İmanı ve küfrü tercih etme noktasında onları serbest bırakmaktadır.

Kısaca küfür; Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr etmenin yanında İslam dinine göre iman edilmesi gereken melekleri, peygamberleri, kitapları, ahireti[3], kaderi, mizanı, hesabı vb. şeylerin hepsini veya birini inkâr; aynı şekilde Yüce Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kabul etmektir. [4]

Kâfirûn Suresi, tevhîd mücadelesinde çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu sure muhtevası itibariyle iman ile küfrü birbirinden ayırıp safları netleştirerek Müminlerin küfre karşı alacakları tavrın nasıl olması gerektiğini tevile mahal bırakmayacak şekilde belirlemektedir. Ayrıca imanı her türlü şaibeden arındırarak ihlası perçinlemekte, ibadeti sadece Yüce Allah’a hasrederek kulluğun nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bunun yanında küfre karşı alınan net tavır azmin, kararlılığın ve sebatın kalpte ve pratik hayatta kök salmasını sağlamaktadır.

Kafirun Suresi’nin Mekke müşriklerinden Hz. Muhammed’e (s.a.s) dinlerin karşılıklı olarak yaşanması teklifini getiren belli bir grup hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.[5] İlk kez bu sureyle Yüce Allah Mekke müşriklerine “Kâfir” olarak seslenmiştir.

Sure her ne kadar belli bir kesim hakkında nazil olmuş[6] olsa da burada zikredilen küfür sıfat olduğundan genel olarak o durumdaki tüm kâfirleri kapsamakta ve müminleri küfürden teberri ederek, kâfirlerle aralarında belirleyici çizgiler çizmektedir.

Kâfirûn Suresi aynı zamanda kulluğun nasıl olması gerektiğini de netleştirir. Öyle bir kulluk ki her türlü şaibeden uzak ve sadece Yüce Allah için yapılır. Sure, ubudiyet mefhumunu net bir şekilde açıklar. İbadetin sadece Yüce Allah için yapılması gerektiğinin altını çizer. Şirki reddeder, tevhîdi ilan eder.

Zaten bundan dolayıdır ki bu sureye “ihlas suresi” adı da verilmiştir.[7] Dini Yüce Allah’a has kılar, İslam dışındaki tüm dinleri ve inançları reddeder. Hiçbir müminin, az dahi olsa, dininden taviz veremeyeceğini, kâfirlerin dinlerine hiçbir şekil ve surette tabi olamayacağını çok net bir şekilde ortaya koyar.

Yaptığı tercihlerden sorumlu olan insanın imtihan için gönderildiği şu dünya hayatını ne şekilde yaşayacağını belirlemesi hayati bir önem taşımaktadır. Çünkü insanın önünde sadece iki yol bulunmaktadır. Ya iman edip hak yolu bulacak ve kurtuluşa erecek ya da inkâr edip hak yoldan sapacak ve bedbahtlardan olacak… Ya her şeye gücü yeten, tek bir Allah’a ya da hiçbir şeye gücü yetmeyen, uydurma tanrılara kul olacaktır.

Sure şirki küfür addederek şiddetle reddetmekte, insanları tevhîd inancına sıkı sıkı sarılmaya yönlendirmektedir. Hatta “sizin dininiz size benim dinim bana” şeklinde bir tavır belirleyerek iman ehli ile küfür ehlinin arasını ayırmaktadır. Bu ifade her ne kadar sanki iman ehlinin küfre karşı hiçbir şey yapmaması, müminlerin küfre tepkisiz kalmaları, onlara hoşgörülü olmaları şeklinde anlaşılsa da Hz. Muhammed’in (s.a.s) pratiğinde bunun böyle olmadığı görülmektedir. Çünkü O, kendisine gelen vahyin ışığında küfre ve şirke karşı ciddi bir mücadeleye girişmiş, bu mücadelesini aralıksız olarak sürdürüp küfre hiçbir zaman tolerans tanımamış ve onlara karşı hoşgörülü olmamıştır.

“Sizin dininiz size benim dinim bana” ayeti, “siz benim dinime karışmayın ben de sizin dininize” karışmamayım anlamına gelmemektedir. Tam aksine “sizin dininiz batıldır. Ben sizin dininize asla tabi olmam. Geçmişte olmadım şimdi de gelecekte de asla olmayacağım” anlamına gelmektedir. Zira Hz. Muhammed’in (s.a.s) sureden sonraki pratiği bunu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Sure kafirlerle müminler arasında keskin ayrılıkların olduğunu ve bu ayrılıkların hiçbir şekilde tolere edilemeyeceğini ortaya koyması açısından da çok önemlidir. Bu aynı zamanda küfre tolerans tanınması, hoşgörüyle yaklaşılması şeklindeki anlayışı da reddetmektedir. (devam edecek)


[1] el Zumer 39/7.

[2] el Bakara 2/256.

[3] el Nisa 4/136.

[4] Ahmet Hilmî el Koğî ed-Diyarbekîrî, Hediyetu’l Habib, (İstanbul: Dua Yayıncılık, 2009), 546-550.

[5] Kurtubi, el Câmi’u li Ahkmi’l Kurân, 20/224.

[6] Kurtubi, el Câmi’u li Ahkmi’l Kurân, 20/224.

[7]Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüsyen et–Teymi er–Razi, Mefatihu’l Gayb, (Beyrut: Daru’l İhya et–Turasi’l Arabi, h. 1420), 32/323.

[8] el Kıyamet 75/36.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.