Said El KURDİ
Kan, ölüm, kaos İlahi adalet mi tecelli etti
Toplum olarak zor ve karmaşık bir süreçten geçiyoruz. Olayların sıcaklığı, çoğu zaman yaşananları sebep-sonuç bağlamından koparıp “anlık istihbaratlarla” değerlendirmeye sürüklüyor.
Sebep-sonuç bağlamından koparılarak değerlendirmelere tabi tutulan karmaşa ve çatışmalara karşı haktan yana tavır almak da çoğu kez zorlaşabiliyor. Bunun kaçınılmaz sonucu da çoğunlukla kişisel bazda olmak üzere savrulmalarla neticelenebiliyor.
Şu anda, olayların sıcak etkisiyle çoğu kimse hep şu soruyu soruyor; “Bundan sonra ne olacak?” diye.
Aslında önümüzdeki 1 Kasım seçimleri, bundan sonra ne olacağının şifrelerini bünyesinde barındıran en önemli veridir. Seçim tarihine kadar her an, her türlü çılgınlığa gebedir. Ortam çok fludur, berraklaşması için seçim tarihini beklemek gerekecektir.
Lakîn burada gelecek öngörüsünden ziyade biraz geçmişe, belki dolaylı da olsa bugün yaşananların sebep-sonuç ilişki zincirinin kimi halkalarına değinmek istiyorum.
Evet, ortam karışık… Çatışmalar, hendekler, mayınlar, operasyonlar, ölümler, protestolar, yakıp yıkmalar, kaos, kan, gözyaşı… Her şey var!
Keşke hiç birisi de olmasaydı. Herkes, her kesim, en insani duygularını devreye sokup birbirine hiç rahatsızlık vermeseydi. Ama olmuyor işte.
Kimisi, zamanında yürüttüğü insanlık dışı uygulamalarının faturasıyla bugün karşılaşıyor; Kimisi, başkalarına reva gördüğü kötü muamelelerin aynısıyla yüzleşiyor.
Biraz açarsak;
* * *
Mesela Gülen grubu, şu anda kendi kurumlarına yapılan seri operasyonlarla irkiliyor. Gün geçmiyor ki bir okulları, dersaneleri, yurtları, ticarethaneleri, holdingleri basılmasın. Çokça feveran ediyorlar ama, bir elimiz balda bir elimiz yağda iken neden bu hale geldik diye tefekkür ediyorlar mı, doğrusu emin değilim.
Mesela çok değil, üç beş yıl öncesine bir gidebilseler, kendi nüfuzlarını kullanarak haksız yere yaptıkları benzer baskınları bir düşünseler… Buna ne dersiniz bilmem ama düştükleri bu durum, kesinlikle ilahi adaletin tecellisinden başka bir şey değildir. Olamaz da.
* * *
PKK ve HDP'nin durumu da aynı şekilde. Silahlı çatışmaları bir tarafa bırakırsak, son günlerde kaos mimarlarının da etkisiyle Türkiye'nin batısında başlayan sivil görünümlü protestoların HDP'ye yönelmesiyle ortaya çıkan yağma ve yakma manzaraları, yakın geçmişte bizzat HDP'lilerce sergilenen kaos ve vandallıkları hatırlamamıza sebep oluyor. Batıda birçok il ve ilçede başlayan protestoların hedefi, HDP binaları oluyor. Binalar yakılıp yıkılıyor. Şayet güvenlik güçleri 6-7 Ekim'de yaptığı gibi müdahalede bulunmazsa, nice HDP'linin binaların bilmem kaçıncı katından aşağı atılacağı, linç edilip yakılacağı manzaralar bile ortaya çıkardı.
HDP binalarına yönelen eylem ve sabotajları izleyen her kişinin ilk aklına gelen şey ise, hiç kuşkusuz 6-7 Ekim'de bizzat HDP'liler eliyle yürütülen kirli uygulamalar olmaktadır. Sizce bu tesadüf mü?
Kaotik bir ortamın hedeflendiği doğrudur. Kaos senaristlerinin iş başında olduğu doğrudur. Toplumsal maslahatların hiçe sayıldığı da doğrudur. Ama doğru olan bir şey daha var; yaşananları benimsemesek bile, yaşananların sadece belli bir kesimi değil, hepimizi bir şekilde etkileyen bir yöne sahip olduğunu bilsek de ilahi adalet bir şekilde işliyor ve hiç kimse de bunun önüne geçemiyor işte.
Kobani'yi bahane ettiniz, tüm çakalları Hüda Par ve İslami STK binalarına yönlendirdiniz. Üstelik buna da utanmadan “Direniş” adını koydunuz.
Şimdi benzer şekilde başkaları da asker-polis ölümleri için sokağa dökülüyor ve ilk hedef sizin kurumlar oluyorsa, ortaya çıkan tablolar kısmi de olsa 6-7 Ekim vahşetini hatırlatıyorsa, buna ilahi adaletin tecellisi demek dışında elden ne gelir ki?!
* * *
Ve şehirlere sıçrayan çatışmalar, hendekler, patlayıcı maddeler, tüpler, mayınlar… Bunun sonucunda da karşılıklı olarak yaşanan ölümler.
Bu tür “şehir oyunlarının” yaşandığı çok yerler var. Bu yerlerden bir tanesi de D.Bakır'ın bazı mahalleleri. Artık Sur ilçesi ve bağlı mahalleleri İstanbul'un Gazi Mahallesi kadar medyatik hal aldı, çıkan olaylar vesilesiyle.
Burada da mı ilahi adaletin tecellisini zikredeceksin, demeyin. Tam da öyle. Buralarda hendek kazıp patlayıcılarla iştigal edenler, öz yönetim oyununda rol alanların yaş grafiğine bakarsanız en az on beşten başlar ve yukarılara gider. Ortalama doğum yılları 1995'ten başlar ve geriye doğru gider.
İsterseniz 1990'lı yıllara bir gidelim, durumu daha iyi anlamak adına. 1980'li yılların ortalarından itibaren bölge genelinde olduğu gibi D.Bakır'da da özellikle çocukların camilere yönelik büyük bir teveccühü söz konusuydu. Bugün olaylarla ismini duyuran D.Bakır'ın birçok noktasında bulunan camiler, çocuklarla dolup taşmaktaydı. Her akşam her camiye yüzlerce çocuk doluşur, Kur'an dersi almak için sıraya geçerlerdi. Bağlar başta olmak üzere Sur ilçesinin tüm camileri, kurşunlanan Kurşunlu Camii, Hasırlı mahallesi, Ali Paşa Mahallesi, Fatih Paşa Mahallesi vs. Çocuklar o kadar camilere doluşurdu ki, hepsine ders vermek, ders vermeyi yetiştirmek bile başlı başına bir sorun haline gelmişti. Rahatsızlık duyan zındıka cereyanının müntesipleri elbette vardı. Ama iyi kötü çocuklar camilerde ağırlanır, biraz Kur'an dersi, biraz İslami adap eğitimi derken tatlı bir telaşla bu güzel faaliyetler yürütülürdü. Ne zamana kadar? 1994-95 yılına kadar!
Bu tarihten sonra herkes Türkiye genelinde ayak sesleri duyulmaya başlanan 28 Şubat diktatöryasının homurdanmalarıyla uğraşırken, aslında D.Bakır ve çevre il-ilçeler çoktan sıkıyönetim kabusunun pençesine girmişti bile. 28 Şubatçı diktatörya, çirkin yüzünü göstermek için adeta camileri, camilere giden çocukları ürkütmeyi “pilot uygulama” olarak seçmişti.
Önce gözdağı, korkutmaya, ürkütmeye ayarlı polis kuşatmaları, derken tehditler, cami ortasında çocukları dövmeler, kontrol ettikleri gruplarla camilere karşı komplocu uygulamalar vs.
Günler ilerledikçe camilere yönelen komplo ve baskınlar da artmaktaydı. Gözaltı furyası başlatıldı, kocaman otobüslere doldurdukları küçücük çocukları gözaltı merkezlerine götürmeye başladılar. Adeta her güne üç-beş cami baskını sığdırmaya başladılar.
1997-98'li yıllara gelindiğinde camilere gitmek artık ateşten gömleğe dönüşmüş durumdaydı. Bugün silahlı eylemlerde suçüstü yapılan kişilere uygulanan muamelenin daha kötüsü, camilere gidenlere uygulanmaya başlandı. Hele Apo'nun yakalanmasıyla PKK'nin silah bıraktığını açıklamasından sonra kocaman devletin, dev cüsseli polislerin en büyük hedefi, camilerdeki minicik çocuklar olmaya başlamıştı.
Cami karşıtı faaliyetler özellikle teşvik edilirken, artık camide polise yakalanmak, o günün TMK koşullarına göre örgüt üyeliğinden dokuz buçuk yıl ceza evinde yatmakla eşdeğer hale gelmişti.
PKK'nin namı diğer Gaffar Babası, adeta cami çocuklarının azmanı haline gelmişti. Tüm şiddet ve ürkütücü yöntemlerle camilere baskınlar yapılıp çocuklar gözaltı merkezlerinde falakalardan geçirilirken “Gaffar Baba'nın” süper dehası çok farklı yöntemlerle fışkırır hale gelmişti. Başta müftüler ve sözüm ona itibarlı imamlardan ikna heyetleri oluşturuluyor, istihbarat yöntemleriyle camilere giden çocukların aileleri tespit ediliyor, ikna heyetleri her akşam farklı farklı ailelerin kapısına dayanarak sürpriz yapıyorlardı. Müftülerin, imamların ailelerle sohbetlerinin yegâne konusu ise, çocukların camilere gitmelerinin zararları olmaktaydı. Biliyorum, bugünün şartlarında komik fıkralar gibi duruyor bu anlattıklarım, ama o günün gerçekleri de maalesef bunlardı.
Derken, namaz vakitlerinde on beş dakikayla sınırlı olmak dışında camilerin kapılarına kilit vuruldu, camileri kapatmaktan imtina eden imamlara da örgüt üyesi yaftası vurularak görevden atıldılar.
Gaffar Baba ve ekibi iyi çalışıyordu. PKK, Gaffar Baba ile övünürken elbette haksız değildi. Camilerden uzaklaştırılan her çocuk, PKK için birer potansiyel militan demekti ve Gaffar Babaları bunu kendilerine bahşediyordu.
Velhasıl olan oldu. Gaffar Baba kariyerine kariyer katarken camiler boşaltıldı, yetişkinler örgüt üyesi suçlamasıyla cezaevlerinin yolunu tuttu. Camilerden uzaklaştırılan her bir minik çocuk potansiyel birer militan, hırsız, uyuşturucu bağımlısı adayı olmak üzere karanlık sokaklara salındı. O günlerde hâkim olan resmi görüş, devletin büyük bir güvenlik zafiyetinin üstesinden geldiği şeklindeydi.
Şimdi düşünün… Mesela 1995'te camiye gitmeye başlayan bir çocuk, ortalama 1990 doğumluydu. Yani şu anda ortalama 25 yaşlarında. 1995 doğumlular 20 yaşlarında, 2000 doğumlular 15 yaşlarında.
Bugün kolluk güçlerinin uğraşmak zorunda kaldığı kesimin yaş ortalamasını hesaba katarsanız, o gün ektiğiniz rüzgarın size nasıl da fırtına olarak geri döndüğünü herhalde anlarsınız.
Yani o gün camide dövdüğünüz, kovduğunuz, gözaltında falakaya yatırdığınız, ailesi üzerinden baskı kurduğunuz o çocuklar var ya!
İşte bugün size silah sıkan da, hendek kazan da, taş, Molotof, EYP atan da o çocuğun ta kendisidir.
Çocuk azmanı haline gelen o günün koşullarındaki polisler şu anda belki çoğu emeklidir, belki ölen asker-polis üzerinden yas tutmaktadır. Ama bilsinler ki bugün yaşananların asıl müsebbibi ta kendileridir. Hem çocukların hayatlarını kararttınız, hem de her birisini amaçsız emeller uğrana ölen ve öldüren tipler haline getirdiniz.
Ellerinden Kur'an'ı almayı başardınız; Ama her birini birer patlayıcı ustası, mayın uzmanı haline getirdiniz. Bir sokağın başını tutarak özgürlük geleceğine inandırdınız. Büyük bir yanlışa imza atmakla kalmadınız, çoğunu birer Allah tanımaz, hak-hukuk bilmez tipler haline getirttiniz. Belki kiminiz yaşlandınız, emekli oldunuz, belki bu dünyadan göçtünüz, ama mesleğinizi yürüten çocuklarınız için becerikli katiller yetiştirdiniz.
Siz şimdi istediğiniz kadar terörist deyin, terör örgütü deyin, kan içici deyin! Sonuç değişmez. Büyük bir hata yaptınız. Kocaman yanlış politikalar yürüttünüz. Büyük veballer aldınız. Şu anda yaşananları doğru tahlil etmeden, günümüzde yaşananların arka planını görmeden, yaptığınız yanlışların farkına varmadan klasik suçlamalarla bu işin içinden sıyrılamazsınız.
Bir tohum ektiniz, şu anda meyvesini yiyorsunuz. Siz istediğiniz kadar yaftalamalarda bulunabilir, saçmasapan “çözüm” yöntemlerini kendinizce geliştirebilirsiniz. Ancak ilahi adalet denen bir şey var ve şu anda tecelli eden de bundan başka bir şey değildir.
Öyle bir huyu var ki ilahi adaletin, asla terazisi şaşmaz, tecellisinin önüne de geçilmez. Ya her halukârda kendinizi doğrultursunuz, ya da ilahi adaletin tecellisiyle pençeleşmeye devam edersiniz.
Meyvesi acı olsa da dün ektiğinizi bugün biçiyorsunuz! Bari bugün ektiğinize dikkat edin diyeceğim ama…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.