Abdullah KAVAN
Kapımızdaki büyük tehlike: Sekülerleşme!
Bugünlerde kamuoyu olarak Doğu Akdeniz’deki tartışmalara kilitlenmişken farklı bir tehlikeye değinmek istiyorum. Sekülerleşme… Özellikle Batı devletlerinin sanayileşmeyle birlikte elinde bulundurduğu bilgi ve teknoloji gücüyle Müslüman toplumların yaşam tarzlarını değiştirmeyle kendine bağımlı hale getiriyor. Ciddi manada da bunu başardığını görüyoruz. Bir yandan kendi dizayn ettiği tüketim ve eğlence kültürünü doğu toplumlarına pompalarken, bir yandan da “özgürlük” adı altında her türlü fesadı meşrulaştırmaya çalışıyor.
Başta Müslümanlar olmak üzere diğer doğu toplumları da seküler ahlak vasıtasıyla uyuşturulurken, sorgulama ve direnme potansiyellerinin her geçen gün kan kaybettiği görülüyor. Önce fikir ve ahlak teslim alınıyor, sonrasında da zihin ve kalbin teslimiyeti gerçekleşiyor. Maalesef Müslümanlar inandığı gibi yaşamayınca, yaşadığı gibi inanmaya başlıyor.
Batılı devletler kendi sunumunu yaparken; sanat, şöhret, para, cinsellik gibi kapitalizmin öne çıkardığı kavramları kutsama bağlamında araçsallaştırılıyor. Hatta Kapitalizm, anlam kaybına yüz tutmuş dinin yerine sanat ve spor gibi araçları onun yerine ikame etmeye çalışıyor. Manevi alandan dini tamamen söktüremediğinden sanat ve spor gibi malzemelerle bu alanı işgal ederek dini etkisizleştirmeyi hedefliyor.
Bugün Müslümanların temel problemi kendi öz değerlerinden uzaklaşarak yaşadıkları ahlak bunalımıdır. Seküler ahlak, hem insanı hem de toplumları fıtrattan koparmıştır. Bu durumda da seküler ahlakın üzerine dini inşa edemezsiniz.
Bireyi tanrılaştıran kapitalizme karşı mülkiyeti topluma has kılma tezi ile ortaya çıkan sosyalizmin başarısızlığının temelinde de seküler ahlak vardır. Sosyalizm, materyalist karakteri nedeni ile idealist ahlak inşa etmeyi başaramadığı için devlet kapitalizmine dönüşmek gibi kendi yapısıyla çelişen bir sonla yüzleşmiştir.
Müslümanların, özelde İslami cemaatlerin yapması gereken; seküler ahlak zindanından kurtularak Kur’an ve sünnetin belirlediği iman ve ahlak değerleri üzerine kaliteli bireyler yetiştirmektir. Bu şekilde de toplumu bir ahtapot gibi saran seküler ahlaka karşı teorik ve pratik olarak alternatif üretmektir. Seküler ahlaka karşı ahlaklı fertler yetiştirmeyen cemaatlerin düzen değişikliği iddiaları boşlukta kalmaya mahkûmdur.
Adalet, dürüstlük, sözünde durmak gibi erdemlerde sınıfta kalmış bireylerden oluşan cemaatlerin toplumsal tezleri ya da sunumları kimi ikna edebilir? Ticaret, kadın, aile, eğitim, kültür gibi konularda gelenek ile modernlik arasına sıkışmış, İslami hassasiyet ile dokunmuş özgün fikir ve tavır geliştiremeyen dindar kesimler insanlığa ne ölçüde rehberlik yapabilir?
Öncelikle İslami yaşam tarzımızda ezber bozmalıyız. Seküler bakış açısının tersine ahireti merkeze alan ve dünya-ahiret dengesini Rabbimizin istediği şekilde özümüz olan bir hayat anlayışıyla ayakta kalabiliriz…
Sonuç olarak; İslam düşüncesinin doğru inşa edilmesi önemlidir. Ancak daha da önemlisi düşünce binasının temelinin çökmüş olmasıdır. Seküler ahlakla temeli tamamen tahrip olmuş bir binada hangi harcın kullanıldığı ya da hangi taşın tercih edildiğinin ne ehemmiyeti olabilir ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.