Nurullah AY
Karganın kahkahası
Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeni anayasa ile ilgili Meclis'te grubu bulunan tüm diğer partiler gibi HDP'ye de görüşme talep eder.
HDP'den önce Sırrı Süreyya açıklama yapıp meseleye turp suyu sıkar.
Aradan günler geçer, HDP ve Demirtaş'tan ses seda yok.
HDP tabanı bu tavırdan rahatsız, alttan bir sıkıştırma başlar.
Tepkilere karşı koyamayan Demirtaş öyle bir dönüş yapar ki, buna kargalar güler.
“Sırrı Bey, parti sözcüsü değil ki; biz reddetmediğimiz halde Başbakan reddetmiş.” diyerek günlerdir süren sessizliğe son noktayı koydu; diyecektim ancak ünlem işareti koydu.
Ancak bu ünlem, parantez içindeki ünlem ve kargalar gülmekten yarıldı.
Birayê Dîn ve TOKİ Meselesi
Kürt edebiyatında bilinen bir misal var:
Hani, iki kardeş yan yana otururken hasımları olan bir zat gelir ve küçük kardeşle tartışır. Tartışma kavgaya dönüşür.
Deli olan kardeş kavgaya müdahil olmaz ve çorbasını kaşıklamaktadır.
Arada bir “kimin ayağı çorbama girse, onu affetmem” der.
Küçük kardeş bakar durum vahim, hasmını iter ve ayağının çorbaya girmesini sağlar.
Bunun üzerine deli birader öfkelenir ve kardeşiyle beraber hasmı alt eder.
Bu misalden ders alan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu da baktı hasımla baş etmek zor, çorba içen ağaç müptelası biraderden destek yok; hasmını çorbaya doğru itip Gezi'de kol kola olduğu sosyalist kardeşini olaya müdahil etmek ister.
Ağaç için ülkeyi kilitleyen deli kardeş, Sur'daki tarihi doku için neler yapmaz ki…
"Daha Sur direnişi sürerken ‘TOKİ Sur'a girsin, Sur'da yıkılan yerler daha modern yapılacak' demek, devletin kültürel soykırımcı karakterini göstermektedir. TOKİ ile Sur'a girilerek Sur'un tarihi dokusu yıkılacak, hiçbir ruhu ve anlamı olmayan beton yığınları Sur'a dikilecek ve bazıları bu kültürel soykırım amaçlı ruhsuz binaları satarak para kazanacak" diyerek çatışmanın seyrini değiştireceğini sanır.
Ancak bu defa düzen tutmaz, çünkü ağaç müptelası zannedilen Gezi'deki kardeşin ağaçla ilgisi olmadığı gibi küçük kardeş sanıldığı gibi deli de değil, üstelik hınzır denilecek kadar da uyanık.
Kendisini uyanık sanan Karasu, "Sur'a TOKİ giremez, hiç kimse orada tek bir beton yığını dikemez!” diyerek kurusıkı atıp tribünlere oynamayı da ihmal etmez.
Ancak Gezi'de çorba kaşıklayan kardeş, ayaktaki kardeşten daha uyanık ve bir kez daha kullanılan uyanık olduğunu düşünen ayaktaki kardeştir.
Çorbayı kaşıklayan kardeş, istifini bozmadığı gibi büyük kardeşi kavgaya itmedeki başarısının tadını çıkarmaya bakmaktadır.
Dolayısıyla Karasu'nun TOKİ söylemi, ağaç kadar etki bırakmayacak ve çorba içen sinsi kardeş, şu anda TOKİ söylemine meddah izleyen bir izleyici gibi gülmekle yetinecektir.
Türkiye'deki Azınlık(!) MüslümanlarHDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, geçenlerde Meclis'te söz hakkı isteyerek kürsüye çıktı. "Kötülüğün sıradanlaştığı bugünlerde bize özel bir bayramdan bahsedeceğim" deyip sözlerine şöyle devam etti:
"Pek farkında değiliz, buruk bir bayram geçireceğiz. Bugün Hristiyan âleminin Noel bayramı. Meclisimiz kutlamadı Noel bayramını. Bir zamanlar bu topraklarda Hristiyanlar çoktu, yüzde kırka varıyordu nüfusumuz. Bugün binde bire düşmüşüz. Bizim keyfimizle olmadı, biz bir yere göç etmedik, biz azaltıldık. Ancak bir kişi bile olsak bu Meclis Noel'i önemsemeliydi. Eskiden Noel günü Meclis tatil olurdu. İnsanlar birbirlerinin bayramını kutlardı."
Şimdi “Çüüüşşş deveee!” dersem, Garo Paylan alınır.
Malum HDP'nin hendek yarası var ya!
Binde bir olan Hıristiyan azınlığın bulunduğu bir ülkede, üç Ermeni milletvekilinin varlığını neyle açıklayacak Garo Paylan?
Veya ülke nüfusunun yarısının başörtülü olduğu bir ülkede üç beş milletvekilinin yeni yeni meclise girişini, bu vekillerin girişinde kırmızı görmüş boğa gibi gözleri açılan kocabaşları nereye koyacak özgürlükçü vekil?
Pardon boğa benzetmesi mi yaptım?
Boğalar İspanya'da olur.
Başörtüsünü görünce kuduran şu bizim öküzlere bir şey söyler mi Paylan?
Yüzlerine “TÜ!” dememek için tükürüğümüze acıdığımız “OD” ehlinin kudurganlığında ihanetin hazzıyla mest olan yanındaki zevata bir çift sözü de yok mu?
“Bu kadına haddini bildirin!” deyip tedavülden kalkan bunağı da unutmadık bu arada.
Sahi, Mecliste kutlanmayan yılbaşı ile ilgili demeç verilirken hicri yılbaşını kutlamayan, kutlamayı düşünmeyen, kimliğinde dini Müslüman yazılan beş yüz kırk yedi vekilin yüzü kızardı mı acaba?
Veya beş yüz kırk yedi Müslüman vekil arasında böyle zirzopluk yapan Garo Paylan'ın yüzü kızarmamalı mıydı?
Garo'yu meclise taşıyan Kürt seçmenin yüzünün kızarıp kızarmadığını bilmem.
Bana gelince, bir Kürt olarak, halkımın oyuyla Meclis'e giren birinin, kendi dini değerlerini koca bir Meclis'e dayatma çabasından dolayı hakikaten yüzüm kızardı.
Şimdi hakperest(!) Garo Bey'e hatırlatmak lazım:
Fiyaka satan Efendi! Farkında mısın, benim hafta sonu tatilim senin binde bir dediğin azınlığın ibadet gününe göre dizayn edilmiş.
Alfabem senin, kıyafetim senin kıyafetin, medreselerim kapatıldı, kilise okulları mevcut.
Cumartesi tatili, sayıları otuz bini bulmayan Musevilerin ibadet gününe ayarlı…
Pazar tatili, Hıristiyanların kutsal günü hatırına…
Sayıları, senin tabirinle binde bir.
Peki, ya benim ve ülke insanının % 99'u için kutsal sayılan Cuma günü?
Duyarlı sendikaların imza kampanyalarıyla iki saatlik izin için daha umut dilenmekteyiz.
Binde birin hakkına duyarlı vekil!
Biz bu ülkede neyiz?
Binde birin hakkının, % 99'a dayatılması zulüm değil mi özgürlük havarisi?
Havari derken, her havarinin akıbetinin aynı olmadığını bilirsin sanırım.
Noel'e bu kadar duyarlı biri, elbette hain Yehuda'nın ihanetini unutmaz, unutmamalı.
Sahi, sen ümmetine ihanet edenlerle aynı grup toplantısında bulunmandan dolayı tırsmıyor musun?
Çünkü İsa'ya ihanet eden havari gibi, Hz Muhammed'e ihanet eden bir yığın insanla berabersin.
Nasıl Bir Ülkeyiz?
Başlık bana ait değil.
Garo Paylan'a ait. Paylan'ın telif talep etme hakkı var.
Neyse…
Duran saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiğini hepimiz biliriz.
Peki, o doğru ne kadar sürer?
Bir saat mi?
Hayır.
Bir dakika mı?
Bir saniye bile değil.
Sadece ve sadece bir salise…
Evet evet, sadece bir salise.
HDP'li Garo Paylan da o duran saat gibi, Roboski katliamı ile ilgili doğru bir teşhiste bulunmuş:
"Ne hikmetse, doğudan gelen o ses, o acı, maalesef batıya bir türlü ulaşmıyor. Şimdi, Doğu'dan gelen bu sese, bu acıya bakmayanlar, o gün mesela. 28 Aralık 2011'de oldu bu katliam. Bundan tam üç gün sonra Türkiye'nin her yerinde havai fişeklerle yılbaşı kutlandı. Roboski'de acı varken, evlere o ateş düşmüşken batıda havai fişeklerle kutlamalar. Nasıl bir ülkeyiz biz, nasıl bir toplumuz? Bir yerimize bir acı düşüyor ve vücudun diğer parçaları eğlencede. Kabul edilemez, ancak maalesef olabiliyor."
Söyledikleri harfi harfine doğru.
Peki, Garo Paylan'a oy veren Kürt seçmeninin evlerini boşalmak zorunda kaldığı, saf çocukların hendek önünde can verdiği 23 Aralık 2015'te sizce duyarlı vatandaş(!) Garo Paylan neredeydi?
Boşuna kafanızı yormayın, tahmin edemezsiniz.
Dansözlü, sazlı cazlı doğum günü partisinde.
Yani Cihangir'de.
Ülkenin bir yanında üstelik kendisine oy veren bir kitle acı çekerken, Paylan Efendi içki âleminde.
Garo'nun yukarda sarf ettiği sözlerin tahliline dönelim.
“Doğu'dan gelen acıya bakmayanlar” ne veciz bir söz, ne ulvi bir ruh hali!
Bu ülkede öyle şerefsiz var mı ki dersiniz?
Sağıma baktım yok, soluma baktım yok.
Hendeğe bakmak istedim, fazla çukurdu.
Cihangir'e bakamadım, midem kaldırmaz.
Hasan Cemal, Sırrı Süreyya Önder, Sevan Nişanyan, ve Garo Paylan'ın Cihangir'de parasını ödedikleri kadının bedenine bakarak haz almaları, insanlığın çukur noktası.
Hendekten de daha çukur.
Ve ne yazık ki, Doğu'da o kadar acı varken Batı'da bazı şerefsizler dansöz oynatacak kadar duyarsız.
“Nasıl bir ülkeyiz biz, nasıl bir toplumuz? Bir yerimize bir acı düşüyor ve vücudun diğer parçaları eğlencede. Kabul edilemez, ancak maalesef olabiliyor."
Yılbaşı gecesi neredesin insanlık havarisi Garo?
Takipteyim.
TERS KÖŞESırrı, Bu İşin Sırrını Söylesin
Sözcü gazetesi geçen gün ilginç bir habere imza attı.
Deniz Ayhan'ın haberine göre Sevan Nişanyan, 60'ıncı yaş partisini kutladı.
Bunda dikkatinizi celp edecek ilginç bir şey yok şüphesiz.
Sonuçta her beyaz Türk nasıl doğum günü kutluyorsa, Peygamberimize hakaret etmekten imtina etmeyen bir cibilliyetsiz beyaz Ermeni de doğum gününü kutlayabilir.
İşin sırrı, katılanlar arasında HDP'li vekil Sırrı'nın varlığıydı.
Hani şu Gezi olaylarında tomanın önünde yatan, hendeklerin kazılmasından beri sırra kadem basan Sırrı'nın da Nişanyan'ın doğum günü partisinde bulunmasıydı.
Gazına gelen yeni yetme çocuklar; Sur, Cizre, Silopi veya Dargeçit'te her gün panzerin önüne molotofla çıkarken işin edebiyatını yapan Gezi aktörü, toma şovmeni Sırrı, baktı pabuç pahalı, ortadan sıvışıp kaçtı.
Günlerce kayboldu ortalıktan.
Ancak dansöz ve eğlence âlemlerinin efendisi Sırrı, dansöz oynatılan yaş partisini kaçırmadı her ne hikmetse.
Âlemin en cafcaflı bölümünde “Alt-mış! Yet – miş!” deyip göbek atan dansöz kadın ve beraberindekiler, herhalde söz konusu yasaklı bölgelerde Sırrı Süreyya'nın gazına gelip öldürülen Kürt gençlerinin çetelesini tutuyordu.
Parti, Sırrı ve Sevan'la sınırlı değildi tabii ki.
Aynı partide kimler yoktu ki?
“Deveye hendek atlatmak imkânsız” tezini çürütmek için hendek önünde poz verip hendek atlamaya kalkışan ve saf Kürtlerin gözünde bir anda kahraman olan İttihatçı Paşa'nın oğlu Hasan Cemal…
Fethullah Gülen kanallarının müdavimi, cemaatin yeni abisi Hayko Bağdat…
HDP'nin bir başka milletvekili Garo Paylan…
Daha kimler vardı kimler.
Anlayacağınız Kürtlere gaz verip cazla mest olan tüm hokkabazlar oradaydı.
Kimi zaman sazla, kimi zaman gazla, kimi zaman da dansöz ve cazla.
Bütün bunlardan daha önemlisi, doğum günü partisinin sahibi Nişanyan'ın, “Zannediyorum tarihte ilk kez Türkiye'de cezaevinde olup da, papyon, kravatla dansöz oynatan bir kişi olmanın onurunu yaşadım.” demesiydi.
Dansözle bir süre HDP'li vekillerin alkışları arasında dans ettikten sonra konuşan Nişanyan: “Türkiye'yi yöneten bürokrasidir, bürokrasi ise en cahil, en korkak ve en yeteneksizin egemen olduğu sistemin adıdır. Korkudan ve beceriksizlikten dolayı her türlü insani duyguyu kaybetmiş olan ve sadece küçük çıkarlarıyla hareket eden insanlardan oluşan bir ağdır. Türkiye'yi yöneten bunlardır. Türkiye'yi yöneten dehşetli cahil, korkak, yaşamdan hiçbir beklentisi olmayan, sizden benden daha fazla korkan; birtakım çapsız ve cahil üç milyon kişilik ordunun kontrolündedir. Bununla başa çıkmak kolay değildir. Bürokrasiyle mücadeleyi kazanmanın imkânını göremiyorum.”
Nişanyan'ın anlattıklarını yabana atmamak gerekir.
Zira ortada bir hakikat var:
Kur'an dersi verdiği için yıllardır cezaevlerinde imtihan basamaklarını geçmek için sabrı ilmek yapan medrese-i Yusufiye müdavimleri; ebeveynlerinin, çocuklarının, eşlerinin cenazelerine bile getirilmezken Nişanyan'ın doğum günü partisi için izinli sayılması; kişiliksiz, cibilliyetsiz, korkak, yılışık, mendebur, çapsız ve sadece Anadolu'da konuşulan dillerde değil dünya bütün dillerinin en ağır hakaretlerini hak etmiş aşağılık bürokrasinin suçu değil midir?
İnananlar mevzu olunca devreye giren örümcek ağı misali pespaye yasa.
Nedense at sinekleri için bir anda olur ortalık malı piyasa.
Hangi insaf ehli bu çifte standardı kalkışır kıyasa?
Velhasıl sırası gelmişken; kendisini meclise gönderen Kürt mahallesi adına, hendeklerin önünde can çekişen saf gençlerin çaresiz annelerinin adına, Sırrı Süreyya Önder'e bir daha sormak isterim:
Gezi'de tomanın önünde yatan Sırrı, Sur/Cizre/Dargeçit/Silopi'de hendek ve panzerden fellik fellik cicozlayan Sırrı, “kaçak çay” sözünü reddedip kaçak güreşen Sırrı, söyler misin Allah aşkına:
Nedir bu işin sırrı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.