Katili belli son leopar
Biz leoparı öldürdük, öldürenleri yeterince soruşturmayarak cezasız bıraktık, üzerine bir de öldürenleri mağdur ilan ettik. Şu an kaçak leopar avını teşvik edecek harika bir emsal olayımız var. Nefsi müdafaa hâkim bey!..
Önder Cırık Yaban Hayat Uzmanı
Son leopar vurulup öldürüleli 40 gün oldu. Her gün gereksiz onca konunun gündem olduğu ülkemde bu kadar önemli bir olay hak ettiği gündemi yaratamadan, gerekli kamuoyu oluşturamadan unutulup gitti. Oysa 3 Kasım 2013, Diyarbakır ili Çınar ilçesi Solmaz köyü yakınlarında çobanlar tarafından öldürülen leopar nedeniyle Türkiye doğa tarihinin en önemli tarihlerden biriydi. Leoparın ölümünden bir hafta sonra Burdur’da bir vaşak vuruldu, ertesi hafta da Antalya, Beldibi’nde yol kenarında araç çarpmış bir karakulak bulundu. Üç hafta içinde Türkiye’de bulunan beş vahşi kedi türünden üç tanesini öldürmeyi başardık.
Leoparın ölüm haberi gelince insanların ilk merak ettiği Türkiye’de leoparın olup olmadığı idi. İçi boş eğitim sistemi ve gereksiz gündemleriyle meşhur ülkemde sorulmasına hiç de şaşırılmaması gereken bir soruydu. Türkiye’de leopar da vardı, kaplan da vardı, aslan da vardı, hatta çita bile vardı. Ülkemizde bilinen son leopar kaydı 17 Ocak 1974 tarihinde Ankara ili Beypazarı ilçesi Bağözü köyündendi. Orada da bir köylü kadına saldırmasını takiben öldürülme vakası vardı. Öte yandan 2010 yılında Siirt kırsalında kaçak avcıların bir leopar vurduğunu bilmemize rağmen elimizde sadece fotoğrafları ve yüzülen kürkü olduğundan çok net bir kayıt olarak değerlendirilemedi. Kaplanın Latince bilimsel adı Felis tigris. Yani Dicle kedisi. Bilimsel adını bile bu coğrafyadan almış. Kaplanın son bireyi 1970 yılında ülkemizde Hakkâri’de öldürüldü. Aslan yine bir Anadolu kedisiydi. Fakat Afrika aslanlarından daha küçük olan Asya aslanıydı ülkemizde olanlar. Onun son bireyini ise 1950’li yıllarda Köyceğiz’de vurup öldürdük. Urfa türkülerinde geçen ceylanları da avlayacak bir havyan olmalıydı. O da işte Asya çitasıydı. Ülkemizde nesli tamamen tükenmiş, bir zamanlar Urfa bozkırlarında ceylan kovalayan bu türün son 50 temsilcisi bugün İran’da yaşıyor. Koruma altındalar.
Leoparlar 20. yüzyılın başına kadar ülkemiz dağlarında oldukça yaygın bir kedi türü iken aşırı avlanma ve yaşam alanı kaybı sonucu bugün yok oluşun eşiğinde. Dünya Doğa Koruma Örgütü (IUCN) yayınladığı kırmızı listede leoparın ülkemizdeki koruma durumunu ciddi tehlike altındaki türler (CR – Critically endangered) kategorisinde gösteriyor. Peki, ne olmuştu da Kilikya (Çukurova) ve Pamphylia (Antalya) dağlarında bol miktarda yakalanıp Roma’ya gladyatörlerle dövüştürülmesi ya da gösterilerde kullanılması için gönderilen bu hayvanların nesli tükenmişti?
Anadolu leoparı, modern genetik araştırmalar yapılmadan önce başka bir leopar alttürü olarak kabul ediliyor ve Latince Panthera pardus tulliana olarak adlandırılıyordu. Bu ismi Fransız zoolog Valenciennes leopar ile ilgili ilk tarihi kayıtları bir araya getiren Romalı ünlü devlet adamı, hatip, bilgin ve yazar Marcus Tullius Cicero’ya atıfla vermiştir. Cicero, Roma’nın Kilikya (Çukurova) valisi iken arkadaşı Caelius’un ricası üzerine bölgenin yerli halklarından olan ve kaplan yakalamada uzmanlaşmış Cybarit halkına bu hayvanları yakalatıp Roma’ya gönderir. Daha 2-3 hafta önce Antalya, Beldibi oteller bölgesinde bir aracın karakulağa çarptığı yerin yakınlarında bu leopar tuzaklarını bugün bile görebilmek halen mümkün. Leopar ve kaplanların girip geri çıkamadığı düzenekler kurdurtan ve onları canlı yakalayan Romalılar Anadolu coğrafyasında bu hayvanların tükenmeye başlamasına neden olan ilk uygarlıklardan. Daha sonra Anadolu’da hüküm sürmüş tüm medeniyetler gerek sürek avları, gerek Romalılar gibi canlı yakalayarak bu neslin yok olmasına katkıda bulunmuştur.
Cumhuriyet tarihinde bilinen en meşhur leopar avcısı ise Hasan Bele, nam-ı değer Mantolu Hasan’dır. Kendisinin Ege dağlarında 1930-1950 yılları arasında 15 kadar leopar vurduğu biliniyor. Vurduğu leoparların kürkünden kendisine manto yaptırdığı için Mantolu Hasan lakabını almış. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir daha herhangi bir leopara doğrultmamak şartıyla Mantolu Hasan’a yeni bir tüfek hediye eder ve ona leopar avını bıraktırır. Türün neslinin tükenmesi 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısındaki yollaşma ve şehirleşme sonucu bu hayvanların yaşam alanlarının ve dolayısıyla besinlerinin azalmasıyla gerçekleşir.
Leoparlar gececil hayvanlar. Gece aktifler. Yıllardır insanların yoluna çıkmamasının sebeplerinden biri budur. Zaten mümkün olduğunca insanlardan uzak dururlar. Bu yüzdendir ki 30 yıldır Türk ordusunun yoğun olarak faaliyette bulunduğu, gece görüş ve termal kameralarla devamlı bölgeyi izlediği bir alanda tek bir leopar dahi rapor edilmemiştir. Özellikle erkek bireyler çok geniş alanları kullanabilir. Dişi anne, yavrularını iki yıl yanında tuttuktan sonra onları kendinden ayırır. İki yıldan yavrular kendi başının çaresine bakmak zorundadırlar. Yaban hayatı uzmanları olarak biz komşu ülkeler İran, Azerbaycan ve Ermenistan’da leoparın varlığını net olarak biliyorduk. İran ile sınır bölgesi güney Ermenistan’da ve Azerbaycan’ın Zangezur Milli Parkı’nda fotokapanlar yardımıyla leoparın varlığı tespit edilmişti. Ülkemizin çeşitli bölgelerinde yıllardır benzer çalışmalar yapılmasına rağmen leoparın Türkiye sınırları içindeki varlığına dair bir görüntüsü elde edilememişti. Ta ki 39 yıl sonra leopar Diyarbakır’da yeniden ortaya çıkana kadar.
Tarih tekerrürden ibaret. Leoparlar iyi yüzücülerdir. Mantolu Hasan’ın birçok leopar vurduğu bugünkü Dilek Yarımadası Milli Parkı civarının karşısında Sakız Adası bulunur. 20. yüzyıl başlarında muhtemelen Menderes nehrinin taşmasından veya bölgede çıkan bir orman yangınından dolayı bir leopar yaklaşık iki km yüzerek Sakız Adası’na ulaşır. Sınırlı doğal kaynaklar nedeniyle adada besin bulamayan leopar mecburen köylülerin hayvanlarına musallat olur. Köylüler de bir sürek avı başlatıp leoparı bir mağarada kıstırır. Kıstırdıkları mağaranın önünü taşlarla örerek hayvanın açlıktan ve susuzluktan ölmesini beklerler. Öldüğüne kanaat getirince köylülerden Yerasimos Yliarmis mağaraya girer. Fakat leopar daha önce avladığı hayvanların kalıntılarını yiyerek ve mağaranın içinde biriken yer altı sularını içerek hayatta kalmıştır. Yerasimos’un göğsüne bir pençe atar ve kolunu ısırarak kırar. Çünkü leoparlar ancak sıkıştırılıp taciz edildiklerinde insana saldırırlar. Yerasimos’un yardımına koşan kardeşi Nikos bıçağıyla zaten bitkin olan leoparı öldürür. Yerasimos’un göğsündeki yara enfeksiyon kapar ve Yerasimos ölür. Öldürülen leoparın tahniti bugün halen Sakız Adası Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu tahnitten esinlenen modern Yunan edebiyatçısı Alki Zei de bu olayı “To kaplani tis vintiras - Vitrindeki Leopar” adlı romanıyla ölümsüzleştirmiştir
Leoparı vuran çobanların anlattığı öykü aslında biz yaban uzmanlarının çok iyi bildiği standart bir öykü. Dağda geziyorduk, hayvan bize saldırdı, biz de kendimizi korumak için çekip vurduk. Oysa genelde öykünün orijinali Yerasimos ve Nikos’unki gibidir. Çobanların gazetelerdeki beyanatlarından, kendileriyle yapılan TV röportajlarından, anlattıkları saldırma öyküsünün leoparın davranış biyolojisiyle olan çelişkilerinden, Türkiye Anonim Memelileri Grubunun (TRAMEM) hayvanın öldürüldüğü noktada yapmış oldukları araştırma sonucu elde ettikleri delillerden bile ben o öykünün aslında öyle olmadığını anlayabiliyorum. Otopsi esnasında leoparın bacağından tabanca kurşunu çıkması ve bu kurşuna ait kovanın TRAMEM üyeleri tarafından olay mahallinde bulunması bile başlı başına aslında leoparın vurulması hadisesinin çok farklı bir şekilde olduğunu söylüyor. Kuzeniyle boğuşan leoparı, ateşlendiğinde dağılan dokuzlu misket fişeği ile vurup öldürmesi, fakat dağılan bu 9 gülleden tek bir tanesinin bile kuzenine gelmemesi ise bambaşka bir muamma. Anlaşılan o ki bölgede faili meçhul geleneğinin bozulması pek istenmiyor. Oysa leoparı vuran çoban kuzenlerin hikâyesi Yerasimos ve Nikos kardeşlerin hikâyesinin tam da aynısı.
39 yıl sonra ortaya çıkan leoparla ilgili kimlik edebiyatçısı basınımızın ilk merak ettiği şey, leoparın Anadolu mu yoksa İran leoparı mı olduğuydu. Yazılı ve görsel basınımız leoparı bir canavarmış gibi resmedip onu öldüren çobanları hemen mağdur ilan etti. Çobanlar ucuz atlatmıştı. Leopar insana ne yapmazdı ki maazallah? Devletimiz de çobanlara sadece 433 TL idari para ceza kesip uzmanlığını konuşturdu ve olayın üzerini kapattı. Besin zincirinin en tepesinde bulunan leoparı bile barındırabilecek zengin ekosistemlerimizin halen olabileceği ve onları acilen korumamız gerektiğine kimse uyanmadı. Ya da batı palearktikte bu kadar batıda kalmış bir coğrafyada halen leoparın olmasının ne kadar önemli olduğuyla kimse ilgilenmedi. Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu ve Türkiye için nasıl bir tanıtım imkânının kaçtığı ne Kürtlerin ne de Türklerin umurundaydı. Oysa o leoparın canlı olarak orada olduğu bilgisi yaban hayat turistlerini, doğa belgeselcilerini ve bilim insanlarını bölgeye çekecekti. Yeni araştırmalara, yeni belgesellere, yeni tanıtımlara, bölge için yeni gelir kapılarına vesile olacaktı belki. Biz ise leoparı öldürdük, öldürenleri yeterince soruşturmayarak cezasız bıraktık, üzerine bir de öldürenleri mağdur ilan ettik. Şu an kaçak leopar avını teşvik edecek harika bir emsal olayımız var. Nefsi müdafaa hâkim bey!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.