Mustafa AYDIN
Kerbela Faciası
Kerbela faciasının 1378. Yıldönümüne girdik. Bundan 1378 sen önce Hz. Peygamberin torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu Hz. Hüseyin ve maiyetindekiler, Kerbela’da Fırat’ın kenarında susuz bırakılmış ve ardından vahşi bir katliama tabi tutulmuşlardır. Üstelik bu vahşeti gerçekleştirenler Müslüman olduklarını iddia edenlerdi. Hatta namaz vakitlerinde kuşattıkları Hz. Hüseyin’in arkasında gelip namaz bile kılıyorlardı! Ancak mevki ve makamın, çıkar ve menfaatin kulları olmuş bu zavallılar, gözünü kırpmadan Peygamberin torunlarına, altı aylık bebeklerine varana dek kılıçtan geçirmekten çekinmiyorlardı. Gözünü kan bürümüş bu katiller sürüsü içinde sahabelerin çocukları da vardı. Sad bin Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer bu caniler ordusunun komutanlığını yapmaktaydı. Sırf bir valilik makamı için Ehli Beyt’i kırımdan geçiren orduya komutan olmayı kabul etmişti Ömer bin Sad!
Daha ardından 50 yıl geçmediği halde bedevi sürüsü, Hz. Peygamberin ailesini neredeyse yok etmişlerdi. Erkeklerini şehid edip, kadınlarını da esir eden nifak ordusunun komutanı Ubeydullah bin Ziyad tarafından, günlerce sürecek bir yolculuktan sonra Hz. Hüseyin’in kesilen mübarek başı ve Ehli Beytin çocukları ve kadınları esir olarak Yezid’e gönderilmiştir.
Peki neydi bütün bu kinin sebebi?
Elbette olay daha Hz. Ali ve Muaviye arasındaki hilafet mücadelesine dayanmaktaydı. Daha doğrusu Muaviye, Hz. Ali’nin meşru halifeliğine kendince bir takım gerekçelerle karşı çıkıp isyan etmiş ve bilinen olaylar gelişmişti. Bu olaylar Hz. Ali’nin Hariciler tarafından şehid edilmesi ve ardından Müslümanlarının kanlarının dökülmemesi için, Hz Hasan’ın bir takım şartlarla Halifeliği Muaviye’ye bırakmasıyla sonuçlanmıştı. Ancak daha sonra Hz. Hasan’ın zehirletilerek şehid edilmesi ve Muaviye’nin yaptığı anlaşmaya aykırı olarak halifeliği saltanata dönüştürerek, aldığı beyatlarla bir fasık olan oğlu Yezid’i veliahd tayin ettirip, ölümünden sonra da, Yezid’in yerine geçmesiyle olaylar gelişmeye başlamıştır. Yezid başta Hz Hüseyin olmak üzere Müslümanların ileri gelenlerinin beyatını zorla almak için harekete geçmiştir. Yezid’in ahlaksız bir fasık olduğunu bilen bu insanlar biat etmek istemiyorlardı. Hz. Hüseyin baskılar üzerine Medine’den Mekke’ye gitmiştir. Oradan da Kûfelilerin yoğun davetleri sonucu önce amca oğlu Müslim bin Akîl’i biat almak ve ortamı hazırlamak için Kûfe’ye göndermiştir. Müslümanların bir çok ileri gelenlerinin Kûfe halkının iki yüzlülüklerini ve dönekliklerini bildikleri için, gitmemesi konusunda ikaz etmelerine rağmen, Hz. Hüseyin kararından vazgeçmemiştir.
Hz. Hüseyin yolculuk hazırlıklarını tamamladıktan sonra Hicret'in 60. yılında Zilhicce ayının sekizinci günü (9 Eylül 680) ailesiyle birlikte Mekke''den Kûfe'ye doğru yola çıktı. Hareketi esnasından karşılaştığı herkes, ona Kûfelilere güvenmeyip geri dönmesi tavsiyesinde bulundu. Bunlar arasında meşhur şair Ferazdak ''Kûfelilerin kalbi seninle, kılıçları ise Ümeyyeoğulları'yla birliktedir'' diyerek Hz. Hüseyin'e Irak'a gitmemesi konusunda uyardı.
Ve neticede Kûfe halkı yine şaşırtmamış, bir sefer daha dönekliklerini ispat etmişlerdi. Müslim bin Akil Kûfe’de önceleri yoğun bir şekilde Hz. Hüseyin’e biat almaya başlamıştır. Kûfe valisi Numan b. Beşîr'in etkisiz kaldığını gören Yezid, onun yerine zalimliği ve acımasızlığı ile ön plana çıkan Basra valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı Kûfe’ye vali olarak atamıştır. İbni Ziyad’ın Kûfe halkına yönelik tehdit içeren konuşmaları üzerine, o ana kadar Hz. Hüseyin’e biat için toplanan insanlar dağılmaya başlamıştır. Neticede İbni Ziyad’ın tehdit ve vaatleriyle, etrafında fazla kimse kalmayan Müslim bin Akil yakalanıp şehid edilmiştir.
Hz. Hüseyin'in Kûfe'de bulunan Müslim'e haberci olarak göndermiş olduğu süt kardeşi Abdullah b. Buktur'un da, Husayn b. Numeyr'in devriyeleri tarafından yakalanıp Kûfe'ye götürüldüğü ve burada Ubeydullah tarafından işkence edilerek öldürüldüğü haberi geldi. Hz. Hüseyin bu son gelişme karşısında Kûfe'deki taraftarlarından tamamen ümidini kestiğini, bu noktadan sonra geri dönmek isteyenleri kınamayacağını bildirdi. Bunun üzerine, kendisine destek olmak için kafileye sonradan katılanlardan bir kısmı ayrılmaya başladılar. Sonuçta Hz. Hüseyin''in yanında sadece Mekke'den birlikte yola çıktığı akrabası kaldı.
Hz. Hüseyin, durumun aleyhine geliştiğini söyleyenlere: ''Sözünü ettiğiniz durumu biliyorum. Fakat Azîz ve Celîl olan Allah'ın emrine hiçbir kimse karşı gelemez.'' diyerek yoluna devam etmiş, nihayet Ubeydullah b. Ziyâd'ın yazdığı mektupla, komutanı Hürr b. Yezid'e Hz. Hüseyin'in sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olmasını, onu susuz ve insanların uğramadıkları bir yerde konaklamaya zorlamasını emretti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin yanındakilerle birlikte Ninova bölgesinde yer alan ve günümüzde Bağdat'ın 100 km. güneydoğusunda bulunan Kerbela denilen yere indirildi. (2 Muharrem 61/2 Ekim 680) Yezid’in ordusu, Hz Hüseyin ve yarenlerinin su içmemeleri için Fırat nehri ile aralarına girerek engel oluşturdular.
Yapılan bir çok görüşmelerden sonra düşmanın saldıracağını fark eden Hz. Hüseyin Muharrem'in 9'u Perşembe günü (9 Ekim 680), Ömer b. Sa'd'a haber göndererek ertesi sabaha kadar saldırıyı ertelemelerini, gece boyu ibadet edip mağfiret dileyeceklerini bildirdi. Ömer b. Sa'd bu teklifi kabul etti. Gece yarısı yanındakileri toplayan Hz. Hüseyin, Kûfelilerin asıl hedefinin kendisi olduğunu, dolayısıyla isteyenin burayı terk ederek canını kurtarabileceğini, gidenlerin de hiçbir zaman kınanmayacağını söyledi. Ancak yanında yer alanların tamamı sonuna kadar kendisiyle birlikte olacaklarını bildirdiler.
Ertesi gün (10 Muharrem Cuma 61/10 Ekim 680) her iki taraf sabah namazını kıldıktan sonra savaş vaziyeti aldı. Hz. Hüseyin saldırı emri bekleyen Kûfelilere tekrar uzun bir konuşma yaptı. Kendisinin bizzat Kûfe ordusunda bulunan kişilerin davet mektupları sebebiyle burada olduğunu söyledikten sonra, Mekke'ye mektup gönderenlerin isimlerini saydı. Ancak oradakiler biz böyle bir şey yapmadık diyerek Hz. Hüseyin'e yaptıkları davet çağrılarını inkar ettiler. Bu esnada ilginç bir olay gerçekleşti: Mekke-Kûfe yolunda Hz. Hüseyin'i karşılayan ve onun geri dönmesine engel olan ilk Irak birliğinin komutanı Hürr b. Yezid, Ömer b. Sa'd'ın ordusundan ayrılarak Hz. Hüseyin'in saflarına katıldı. Daha önceki davranışlarından dolayı kendisinden özür diledi ve onun yanında savaşacağını bildirdi. Ardından da arkadaşlarını Hz. Hüseyin'e karşı savaşmamaları konusunda uyarmaya çalıştı. Ancak konuşmaları herhangi bir netice vermedi.
Ardından eşit olmayan bir savaşta, binlerce kişilik baği bir orduya karşı bir avuç yarenleriyle kahramanca savaşan Hz. Hüseyin şehadete ulaştı. Kûfeliler onu şehid ettikten sonra eşyalarını yağmaladılar. Çadırlarda bulunan mallar gasp edildi. Çapulcular bu esnada çadırlardan birinde Hz. Hüseyin'in hasta vaziyette yatan oğlu Zeynelâbidin adıyla tanınan Ali'yi buldular. Şemir onu da öldürmek istediyse de yanındakiler çocuk yaşta, üstelik hasta olan bir kişinin öldürülemeyeceğini söyleyerek onun cinayetine engel oldular. Sonuçta Hz. Hüseyin de dâhil olmak üzere Kerbelâ hadisesinde 72 kişi, Kûfeliler tarafından şehid edildi.
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi, Müslümanları derinden etkilemiş, yaşanan olaylar her zaman acı dolu anılarla hatırlanmıştır. Bu katliama katılanların daha sonra hepsi pişmanlıklarını izhar etmiş, suçu birbirlerine yüklemeye çalışmışlardır. Bu katillerin çoğu sonradan ya öldürülmüş ya da Yezid dahil feci bir şekilde ölmüşlerdir.
Kerbelâ hâdisesine karışanlardan hepsi, şu veya bu şekilde belâlarını buldular. Bir süre sonra Muhtar es Sakafi askeriyle Kûfe’ye girdi ve Kerbelâ katliamına katılanlardan altıbin kişiyi öldürdü. Ubeydullah, Şemir ve Ömer Bin Saad da bu arada cezalarını buldular ve asıl en büyük ceza âlemine gittiler.
Kerbelâ’ya katılanlardan herbirinin belâsını bulduğuna dair en güzel nakil, Yakup Bin Süfyan’ınkidir: Bir gece oturmuş, Kerbelâ faciasından bahsediyorduk. Mecliste bulunanlardan biri, bu vak’aya katılanlardan belâsını bulmadık hiç kimse kalmadığını ileri sürdü.
Yine mecliste bulunanlardan bir ihtiyar, kendisini öne attı ve Kerbelâ’ya katılanlardan ve Hüseyin’in öldürülmesine yardım edenlerden olduğu halde o güne kadar hiç bir belâya uğramadığını söyledi. O ân odada yanan kandillerden biri sönecek hale geldi. İhtiyar kandili alıp fitili düzeltmek isterken sıçrayan bir kıvılcımla sakalı tutuştu.
Meclistekiler ihtiyarı söndürmeye davrandılarsa da başaramadılar. Sakalını bastırdığı entarisi ve bütün vücudu alevler içinde kaldı. İhtiyar, koşarak kendisini, kenarında bulunduğumuz Fırat’a attı ve yana yana boğularak öldü.
Kerbela olayı her gündeme geldiğinde şu ayeti kerime aklıma geliyor. “Ârâbîler küfürce ve nifakça daha şiddetlidirler, bununla beraber Allahın Resulüne indirdiği ahkâmın hududunu bilmemeye daha lâyıktırlar, Allah alîmdir, hakîmdir” (Elmalılı Hamdi Yazır, TEVBE Suresi 97. ayet meali) Kerbela faciası bu ayeti tasdik ediyor adeta!
Bugün Suudi rejimi “Emirül Müminin Yezid” diye kitaplar yazıp övüyorsa, Yezid’in soyu ve zihniyeti hala varlığını devam ediyor demektir. O zihniyet dün Mekke sokaklarında Bilal’i, Habbab’ı, Sümeyye ve Yasir’i ağır işkencelerden geçirip kimilerini şehid edip, Uhud’ta Hz. Hamza’yı kalleşçe şehid ettikten sonra ciğerlerini çiğnerken, müşrik kimliğiyle bunları yapıyordu. Hz. Hüseyin ve yarenlerine ise Müslüman kılıfına bürünmüş münafık yüzleriyle kalleş bir şekilde yapmıştır. Bugün de Muhammedi İslam’ın en şedid hasımları yine bu münafık zihniyet olmuştur. Bu sapkın ve zalim zihniyet Yemen’de sivillerin başlarına bomba yağdırıp, ambargolarla mazlumları açlığa mahkum etmektedir. Köklü İslami hareketler olan İhvan’ı, Hamas’ı terörist listesine alan, Siyonist Yahudi İsrail’e gizlice her türlü desteği verip, işbirliği yapanlarda bu münafık zihniyetin sahibi gerici Arap rejimleridir.
Aynı zihniyet Halepçe’de mazlum Kürtlerin başına kimyasal bombaları yağdırırken yine münafık yüzüyle bunları yapmıştır. Irak’ın Yezid’i Saddam, 200 bin kişinin hayatını kaybettiği operasyona Kur’an’daki Enfal suresinin ismini vererek vahşi katliamlarını meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Yezitler var oldukça Hüseyinlerde var olacak ve Yezitlerin aziz İslam’ı kendi mevki makam ve saltanatlarını meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmalarına, kanları ve canlarıyla da olsa engel olacak, gerçek yüzlerini aleme ifşa edeceklerdir.
Dünyevi bir gözle baktığımızda Hz. Hüseyin kaybetmiş, Yezid ise kazanmıştır. Gerçekte ise asıl kazanan Hüseyinler olmuş, insanlığın ve özellikle mazlumların yegane kurtuluş yolunun Muhammedi İslam olduğunu kanlarıyla ispat ederek, ebedi bir hayatı, cenneti kazanmışlardır. Kıyamete kadar da rahmetle anılacaktırlar. Kaybeden de Yezid ve taraftarları olmuş ve kıyamete kadar lanetle anılacaklardır.
Ne mutlu Hüseyinlere…
Ne mutlu onların yolundan gidenlere…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.