Fikret GÜLTEKİN
`Kızıl tehlike`, `Yeşil tehlike` `Ilımlı İslam` ve hizaya çekilemeyenler
28 Şubat sürecinde yaşanan zulümler anlatılırken bu sürece sebep dış etkenlerin gerektiği gibi işlenmediği görülmektedir. Bu sebebin idraki daha sağlıklı çözüm yolları getirir. İkinci olarak da 28 Şubat zihniyetinin özellikle ‘ılımlı islam’ tanımlamasını kabul etmeyip, hizaya çekilemeyenlerin, üzerinde tüm şiddetiyle devam ettirildiği açıklıkla görülmektedir. Bu durumun farkında olmayanlar veya görmezden gelenler ‘bin yıl sürecek’ denilen 28 Şubat sürecinin 15 yılda bitirildiği vehmine kapılarak gerçeklere gözlerini kapamaya devam ediyorlar.
1990 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girişiyle Komünizm’le mücadele amacıyla kurulan NATO’nun varlığını devam ettirmesinin de bir anlamı kalmamıştır. Bundan dolayı da NATO, varlığını devam ettirmek için yeni bir düşman arayışına girer ve kendisine birinci düşman olarak İslam’ı seçer. Sovyetlerin yıkılışıyla son bulan ‘kızıl tehlike’nin yerini ‘yeşil tehlike’ alır. ‘Yeşil tehlike’nin en büyük tehlike oluşu sürekli işlenir. 1990 yılının Ekim ayında Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral John Galvin, dünya barışını tehdit eden ana tehlikenin yerini yeni tehlikelerin aldığını belirtir. Bu yeni tehlikelerin başına da ‘İslam köktenciliği ve terörizm’i yerleştirir.
1991 yılında İngiltere Başbakanı Thatcher, gittiği Moskova’da: “ Artık Doğu-Batı zıtlaşması kesin olarak son bulmuştur. Yeni Kutuplaşma Batı ile Akdeniz ve Orta-Doğu havzasındaki fundamentelist (İslamcı) cereyanlar arasında oluşmaktadır” derken yine 1991 yılında NATO, yeni oluşturduğu konseptin 7.maddesine göre "‘yeni düşman’ çok boyutlu, çok sinsi, çok cepheli, çok yönlü, önceden bilinirliği son derece düşük tehdit ve tehlikelerin failidir” der. 1994 tarihinde NATO Savunma Bakanları Toplantısında Fransız Bakan Leotard, ‘NATO’nun kendisini İslamcı Fundamentalizmden gelen tehdidi caydırmaya göre yönlendirmesi gerektiği’ni dile getirir. 1995 yılında NATO Genel Sekreteri Willy Claes, Independent gazetesine verdiği demeçte yeni tehlikeyi ismiyle birlikte işaret eder: ‘Köktendincilik Komünizmden daha tehlikeli, lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin.’ Refah Partisi’nin yükselişine dikkat çeken Claes, ‘Türkiye’nin Fundamentalistlerin eline geçmemesi için desteklenmesi gerektiğinden’ bahseder.
Haziran 1996’da Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan israil Cumhurbaşkanı Ezer Weizman, Refah Partisi’nin hükümet olmaması gerektiğini söyler. Weizman, ‘Demirel, yakın dostum. Bunu engellemek için elinden geleni yapacağına eminim. Ordu da sessiz kalmayacak’ der. 1997 yılında Amerikan Kongresinin Ortadoğu masası şefi Carol Migdalovitz tarafından hazırlanan raporda Refahyol Hükümetinin ‘düşmesi gerektiği’ni vurgulayarak bunun olmaması halinde RP’nin oylarını artıracağını ve tedbirlerin acilen alınması gerektiğini dile getirir. Yine 1997 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nicholas Burns, Türkiye’deki ‘ilgililere’ yönelik olarak ‘Türkiye’de saldırı altında bulunan laik demokrasi korunmalıdır. Türkiye’nin laik demokratik geleneğini yok edecek hiçbir anayasa dışı mücadelenin olmamasını umut ediyoruz. ABD için Türkiye’nin istikrarı ve laik demokrasi geleneği çok önemlidir’ uyarısı yapar.
Tüm bu dış uyarıların karşılığı 28 Şubat süreci ve devamında gelen zulümlerdir. Bu dış bağlantıları görmezden gelmek ve sadece bataklık sinekleriyle uğraşmak geçici çözüm üretmekten başka bir anlam ifade etmez. Çizilen ‘Ilımlı İslam’ dairesine girmeyenlerin 28 Şubat’ları hâlâ devam etmektedir. Silahlı bir devlet örgütü tarafından hazırlanan rapor bunu açıkça ortaya koyuyor. Bu raporun gereklerini yerine getirenler, delilsiz tutuklamaların dindarları daha çok güçlü kıldığına vurgu yapar, uygulayıcılar sahte belge ve mailler icad ederek sivil kuruluşları ve kişileri mahkemelerde mahkum ettirirler…
Dernek üyelerinin Kutlu Doğum Haftası düzenlemek, Hz. Hüseyin ve Kerbela Tiyatrosu düzenlemek, Filistinliler için cenaze namazı kılmak, Mekke’nin Fethi Gecesi organize etmek, Kurban Bayramı’nda kurban eti dağıtmak, dergi ve gazete satışı yapmak, komisyonlar kurmak, suçlamalarıyla 18 kişiye 150 yıl ceza verilmesi bu raporun sonuçlarından başka bir şey ifade etmiyor. Rapor hazırlayıcıları, halkın gerçekleri görmesini engellemek için alternatif programlar yapılması gerektiğine vurgu yapar, uygulayıcılar hemen statlarda yerel dille etkinlikler düzenler. Başörtüsü ile okula gitmek isteyenlerin kendilerini, anne babalarını, sevenlerini, korkutma, gözaltına alma, cezaevine koyma suretiyle sindirme gayretleri…
Ve daha buraya yazmakla sığdıramayacağımız engellemeler, tacizler, tutuklamalar, ajanlık teklifleriyle, hizaya çekilemeyen mütedeyyinlere her an 28 Şubat’lar yaşatılmaya devam ediliyor. Ancak unutulan bir şey var. 28 Şubat 1997 sürecinin failleri o gün yaptıklarının bir gün kendilerine nasıl ödettirileceğinin hesabını yapmadılar. Temenni edilen o ki, bugün 28 Şubat ile özdeşleşen zulüm uygulamalarını devam ettirenlerin tarihten ders çıkarmaları ve bu adil olmayan savaşı sona erdirmeleridir. Ennihaye güzel sonuç muttakilerindir.
Allah’a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.