Yasin DEMİR
Kur'an-ı Kerim'de olmayan şeyler ve Kur'an-ı Kerim'in olmayacağı yerler
Hz.Ömer (R.A)'in katledilmesine dair bir fetva Kur'an-ı Kerim'e dayandırılmaz. Çünkü yoktur. İsnad eden merduttur.
Hz.Osman'ın (R.A) katledilmesine dair bir fetva Kur'an-ı Kerim'e dayandırılamaz. Çünkü olamaz. İsnad eden yalancıdır.
Hz.Ali'nin (R.A) katl edilmesini, Kur'an-ı Kerim ile gerekçelendirmek, Allah'ı gazaba getirir.
Bunlar hem sahabenin öncüleriydiler, hem katledildikleri sırada Ümmetin baş yöneticileriydiler. İşin daha da vahimi her üçü de, ibadet /namaz Kur'an üzerinde katledildiler. Üstelik bunların hem tetikçi katilleri, hem de katillerin arkasındaki odaklar bu cürümlerini İslam adına Kur'an-ı Kerime de isnad yoluna gidiyorlar. Utanmadan iktidar ve hâkimiyet ihtirasının nasıl bir körlüğe ve hamakata sebep olduğu bu üç olayda netleşiyor.
Aynı şekilde;
Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt'in zalimce katledilmesinin “Fetvası” Kur'an-ı Kerim'de yoktur. Kur'an-ı Kerim'de, bu cürme yer olamaz. Bu fecaati Kur'an-ı Kerim'e isnat etmek merdutluktan öte daha aşağılık derecelere götürür iddia sahiplerini... Kısacası tarihteki bu tür tekerrürlerin detaylarına girmeden asrımıza gelirsek, bunu da söyleme zorunluluğumuz olur. Yoksa İslam Ümmetinin içinde çırpındıkça battığı bu kaotik durumda hepimizin dünyasının yanında, ahireti de mahvolur.
Tıpkı bunlar gibi, Rusya'yı Afganistan'da çökerten Ahmet Şah Mesud gibi ümmetin iftiharı olan bir İslam komutanının da katledilmesinin “fetvası” Kur'an-ı Kerim'de yoktur. İsnad eden yalan söyler.
Kısacası; Sünnilik adına Şii camisinde “NAMAZ” kılan insanlar içinde intihar ederek katliam yapmayı Kur'an-ı Kerim'e isnad etmek, her şeyden önce Kur'an-ı Kerim'e dolayısıyla “Allah'a iftira” atmaktır. Ki bu durumun cezasını Allah azze ve celle Kur'an-ı Kerim'de açıkça beyan buyuruyor. Bunun fetvasını –haşa- Resulullah'a(sav), O'nun sünnetine isnad etmek; Hz. Ali'nin, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın (r.a) katledilme fermanlarını haşa Resulullah'a (s.a.v) dayandırma gibi bir eblehlik olur.
Aynı şekilde “şia”lık adına ya da onun menfaatine Müslüman kanına girmek de bu dediğimiz durumdan farklı değildir.
Bir İslam Aliminin buyurduğu gibi; Kur'an-ı Kerim ne şiidir, ne de sünni... Kur'an-ı Kerim İslâm'dır. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) ne şiiydi ne de sünni. İslâm Peygamberi Hz.Muhammed'i (s.a.v) zorla “Şiileştirme” “Sünnileştirme/selefileştirme” gayreti, iktidar ihtirası çabasından başka bir şey değildir. Körlüktür. Dünya ile beraber ahireti de heder ve helak eder.
Bu; mezheplere karşı olduğumuz anlamına gelmesin. Mezhepler ibadetleri yerine getirme yöntemi olarak gerekliliktir. Karşı olduğumuz iktidar aracı olarak kullanılmak istenilen “MEZHEPÇİLİK'tir.
Eğer gerçekten dinin aslını kemirip yok eden ve sonradan ihdas edilen (oluşturulup dine sokulan) bir ‘BİDAT' tan söz edilecekse, o da iktidar savaşına malzeme edilen ‘MEZHEPÇİLİK'tir. Bu günümüzde ilan edilmesi gereken bir aciliyettir. ‘Mezhepçilik bidat'tır, dinin aslını kemiriyor, İslâm'a sonradan sokuşturulmuş' demek gerekiyor ki, yeni gelen safi İslâm nesli de ‘Mezhepçilik savaşına' alet olmasın.
Dün israile karşı ümmetin iftiharı olan Hizbullah (lübnan) ile Rusya'ya, Amerikaya karşı savaşan Afgan Cephesi hareketleri, bugün Suriye İslam Coğrafyasında birbirlerinin kanına giriyorlarsa, bu tespiti söyleme zorunluluğu ortaya çıkmış demektir.
Peki Kuran-ı Kerim'de ve İslâm'da Müslüman kanına girilmeyeceği açıkken, fetvası yokken nasıl oluyor da birileri bir şekilde kendisini, taraftarlarını ve tabanını buna ikna edebiliyor? Aslında İslâm ümmetinin artık cesurca farkına varması gereken bir ‘siyasi hile' her yönüyle bir ‘Hülledir'.(hülleyi bilen bilir)(o yüzden aynı kökten gelirler)
Detayları olmasına karşın kısacası mesele şudur...
‘Bir kimse', ‘bir gurup', ‘bir yapı', önce kendisini İslâm adına ‘meşru otorite' ilan eder ya da tanımlar. Kendisine itaat etmeyen, kendisi dışındaki her yapı ve otoriteyi ‘Gayri Meşru' ilan eder. Bundan sonra asıl fecaat başlıyor. ‘Meşru otoriteye' isyan eden öldürülebilir ve malı, namusu(!) helaldir şeklinde geliştirilen bir kaide çerçevesinde sürümler başlar. ‘Meşru otorite' de güzellikle ‘HİLAFET' ya da ‘HALİFELİK' olarak isimlendirilir. Tarihte olduğu gibi, bu gün de birilerinin alelacele kendilerini ‘HALİFE', otoritelerini de ‘HİLAFET DEVLETİ' olarak ilan etmelerinin ardındaki gerçeklik budur. Çünkü Halifeye isyan edenin katli(!), malı, namusu Halifenin güçlerine(!) helaldir” kaidesi, halifenin emrine amade oluyor... Bu gün İslam coğrafyasında, Batılıların bir kaç yıl önce ön gördükleri ‘HİLAFET' projesinin işletilme çabaları büyük bir kaosa sebep olmuş durumdadır.
Oysa meselenin özü farklı olduğundan, inşallah konuyu başka bir yazıya bırakıp şuna dikkat çekmekle kifayet edelim.
Kur'an-ı Kerim, Ümmeti, aynı kökten gelen ‘İMAMET' üzerinden tanzim eder. ‘Halifelik' ise bir yönetim biçimi ya da rejimi değil, bir sıfat bir ünvandır. Kelime manası ‘ardıl' ya da ‘ardından gelen' şeklindedir. Bu yüzden Hz. Ebu Bekir (ra) sıfatı ‘Halifetü Resulullah'tır. Hz. Ömer'in (ra) ünvanı ise ‘Halifetü Halifetü Resulullah'tır. ‘Yani Allah Resulünün Halifesi'nin Halifesi (yani Hz. Ebubekir'in Halifesi.) Zaten Hz. Osman'da (ra)bu sıfat daha da uzayınca, Hz. Ali (ra) bu ünvanı kaldırıp ‘imam' ünvanını kullanmıştır. Bu yüzdendir ki, Halifelik bir nizam ve yönetim biçimi olmadığından ilk dört halifenin (r.a) seçilmeleri de farklı yöntemlerle olmuştur.
Daha sonraki yönetici ve sultanların ‘Halifelik' ünvanını kullanıp ‘OTORİTELERİNİ' de ‘Hilafet' olarak adlandırmaları, otoritelerine ‘meşruluk' kazandırmak, Müslümanların kanlarını, canlarını, mal ve namuslarını, ‘helal' kılmak içindir.
Bu günkü çabalar da bu amaçladır. Tevekkeltü alallah.
Allah'a emanetsiniz.....
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.