Küresel Küfür İttifakına Karşı İslam İttihadı
Özellikle son yıllarda global küfrün İslam’a ve müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği yoğun saldırılarından ötürü ümmet büyük bir musibet yaşıyor. Hangisinden söz edelim bilmiyoruz
Özellikle son yıllarda global küfrün İslam’a ve müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği yoğun saldırılarından ötürü ümmet büyük bir musibet yaşıyor. Hangisinden söz edelim bilmiyoruz. Nereye dönseniz orada müslümanların katledildiğini, mukaddesatlarının ve namuslarının talan edildiğini müşahede ediyoruz. Cidden bu sahneler ve olanlar karşısında öfkemiz topuğa vurmuş durumda…
Her şeye rağmen aklıselim olmamız gerektiğine inandığımızdan gündemle ilgili değerlendirmelerimizi yapmaya çalışacağız.
Irak ve Seçimler
Geçen ayın sonunda Irak, Şii müslümanların büyük bir çoğunluğunun, Kürtlerin ve Türkmenlerin hemen hepsinin katılımıyla, Sünni müslümanların büyük çoğunluğu ile Mukteda Sadr’a bağlı Şii kesimin de boykotlarıyla seçime gitti. İşgal altında gerçekleştirilen bu seçimin meşruluk tartışmasına girmeye bile gerek yok. Zira işgalcilerin cirit attığı, zulmün kol gezdiği, özgürlüklerin olmadığı bir zeminde bir seçimin doğasında nameşruluk vardır. Her ne kadar Şii müslümanların geçmişte yaşadıklarından kaynaklı bir tavırla “Denize düşen yılana sarılır” misali işgale rağmen seçime katılmaları dolaylı da olsa bu seçimlere kısmi bir meşruluk kazandırmışsa da Sünnilerin ve bir kesim Şiilerin boykotu ABD’nin dünya halklarına yutturmak istediği “Demokratik Irak” oyununu bozmuş ve bunun büyük bir palavra olduğunu deklare etmiştir.
Yüzsüzlükte üzerine olmayan kovboy Bush’un işgal süresince gerçekleştirdiği katliamlara, insan hakları ihlallerine bakmadan adeta “ben istediğimi yaparım” dercesine “pişmiş kelle” gibi sırıtarak seçimlerle ilgili: “Ortadoğu’dan yükselen özgürlüğün sesi ve dillere destan bir başarı” demesi müslümanların yarasına tuz basmıştır. Aynı Bush seçimlerin arefesinde “Yeni yönetim isterse Irak’tan çekiliriz.” sözünün üzerinden fazla geçmeden sadece birkaç gün sonra fırıldaklığını göstermiş ve çark ederek “Amerika, demokratik, kendini savunabilecek ve komşularıyla barış içinde yaşayacak bir ülke kurulduğunda askerlerini çekecektir” demiş ve dünyayla dalga geçmiştir. Peki ya Bush’un demokratik anlayışına sus pus olmuş ve demokrasi havariliği yapan ülkelere ne demeli! İnsan hakları, özgürlükler gibi yaldızlarla süsledikleri demokrasilerinin bir Frankeştayn tarafından tuz buz edilmesine sessiz kalmaları ne anlama geliyor?
Açıklanan sonuçlara göre, tahmin edildiği gibi Birleşik Irak ittifakı adıyla seçimlere katılan Şiiler 140 sandalyeyle birinci, Kürtlerin oluşturduğu ittifak 75 sandalye ile ikinci, Ayad Allavi’nin başını çektiği ittifak 40 sandalye ile üçüncü geldi. Bunların dışında kalan diğer ittifakların da kazandığı az sayıdaki sandalyelerle birlikte Irak’ın yeni parlamentosu oluşacak. Parlamentonun oluşumundan sonra hükümet kurma çalışmaları başlayacak, bunun yanısıra görev dağılımına gidilecek. Görev dağılımındaki pazarlıklar doğası gereği çetin geçecek kuşkusuz. Kaldı ki koltuk paylaşımını yaparlarken ABD ve müttefiklerinin onayını almaları gerekiyor. Aksi halde zaten koltuk belasının kendine özgü çetinliğine işgalcilerin de “Hayır!”ları eklenirse iş başa döner. Bunlarla beraber parlamentoda sandalye sahibi olacak tüm partileri de memnun etmeyi eklerseniz işin ne kadar çetrefilli olduğu daha iyi anlaşılır.
Afganistan’daki sözde seçimler göz önüne alındığında görülecektir ki ABD, kendi istediği kişileri işin başına getirecektir. Zaten seçimler de ABD emperyalizminin oyunundan başka bir şey değildir. Daha önceki dönemlerde Saddam da göstermelik seçimlerle iş başına geliyordu. Hakeza bu durum birçok Arap ülkesinde de böyledir. Tunus, Mısır vs… ABD’nin buralardaki kukla yönetimleri sözde seçimlerle başa geliyorlar. Bu yönüyle Irak’taki seçimler pek bir şey ifade etmiyor. Nihayetinde emperyalist büyük şeytanın çıkarlarını koruyacak, onunla müttefik olacak, işbirliğinden ayrılmayacak bir yönetim oluşturulacaktır. Ya Şiilerin galibiyeti sandıkta kalacak veya ABD’nin isteklerine boyun eğmiş olarak iktidara gelecekler. Bu ise dünya müslümanlarının hiç ümit etmedikleri ve olmaması gerektiğine inandıkları bir durumdur. Zaten ABD, şimdiden Şiileri iktidarın dışında bırakmanın yollarını arıyor.
Ayriyeten oluşacak parlamentonun yeni Irak anayasasını yapması da gerekiyor. Daha şimdiden anayasanın referansının ne olacağı tartışmaları başladı bile… Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ABD çeşitli desiselerle kendi menfaatlerini ön plana çıkaracak bir anayasa hazırlayacaktır. Şer’i esaslara dayalı bir anayasanın oluşmasına ise asla izin vermeyecektir. Kaldı ki Şiilere yönelik şimdiye kadarki politikaları sadece ve sadece kendi güvenliğini sağlama alma ve yapmak istediklerini rayına oturtma amaçlıdır. Peki, Şiiler ABD’nin dikte edeceği bir anayasayı kabul edecekler mi? Şuana kadar yürüttükleri politika kabul edeceklerinin sinyallerini veriyor. Aksi halde ABD ile savaş kaçınılmazdır. Bizim ümidimiz Şii müslümanların Şer’i esaslara dayanmayan bir anayasa oluşumunda yer almamalarıdır. Seçimleri boykot eden Sünni müslümanların anayasayı kaleme alacak hükümeti meşru görmemesi, onların anayasa çalışmalarında yer almayacaklarını gösteriyor. Bu da oluşturulacak anayasanın sakat ve Irak halkının gerçeklerinden uzak olacağı anlamına gelir.
FİLİSTİN
Mahmud Abbas, Filistin devlet başkanlığına seçildiği günlerde barış adına silahlı örgütlere ateşkes çağrısında bulundu. Filistinli gruplar: İsrail’in saldırılara son vermesi, ev yıkımlarını durdurması, işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi halinde ateşkese uyacaklarını açıklamışlardı. Bu açıklamaların ardından 10 yaşlarında Filistinli bir kız çocuğu okulda işgalcilerin ateşiyle şehit edildi. Sözlü ateşkesin olduğu şu günlerde bile terörist İsrail Filistinlileri vurmaya devam ediyor. Yahudilerin geçmişlerinde yaptıklarını göz önüne aldığımızda onların her zaman bir ihanet içinde olduklarını görürüz. Kendilerine gönderilen tüm peygamberlere ihanet etmişlerdir. Kendi çıkarlarının dışında başka bir şey düşünmeyen bu lanetli kavim, makyavelist bir yaklaşımla çıkarlarını gözetmek adına döneklikten, her türlü hile, desise ve ihanette bulunmaktan geri durmaz. Bugün de bunu yapmaktan çekinmeyecek. Şu ana kadar yaşana süreç de bunun böyle olduğunu gözler önüne seriyor. Bu olaylarla İsrail, bir kez daha ateşkesten ve barıştan yana olmadığını gösteriyor. Bununla birlikte çıkardığı emlak kanunuyla da şimdiye kadar gaspettiklerine yenilerini ekleme operasyonu başlatarak işgalini genişletmeye devam ediyor.
İşte bunun içindir ki Şarmuş-Şeyh’te yapılan sözlü ateşkesi HAMAS ve İslami CİHAD başta kabul etmedi. Mahmut Abbas’ın Şaron ile yaptığı sözlü ateşkesin başta tanınmamasının haklı gerekçelerinden biri de Filistinli tutsakların bırakılmasının sağlanamamasıdır. Dolayısıyla kendi şartlarının gündeme gelmediği bir ateşkesi tanımayacaklarını belirten HAMAS ve İslami CİHAD’ın bu çıkışları kısa sürede semeresini vermiştir. Çünkü HAMAS ve İslami CİHAD bu tutumlarıyla Ebu Mazen’e “ Filistin’in çıkarlarının ön planda olmadığı hiçbir şeyde yokuz. Bizden bağımsız olarak hiçbir şey yapamazsın. Bizi hiç sayarsan bizde senin yaptıklarını tanımayız” mesajını vermişlerdir. İsrail’e de gerçekte mücadelelerinin tüm Filistin’i işgal altından kurtarmak olduğu, bunun için direnişe devam edileceği” mesajı vermişlerdir. Kaldı ki bu ateşkese Filistin’den çok İsrail’in ihtiyacı var. Bunun birçok nedeni vardır. Bunlardan başlıca bir kaçını şöyle sıralamamız mümkündür: Öncelikle Gazze’den çekilme planının sağlıklı işlemesi bu ateşkesi zorunlu kılıyor. Kendi güvenlikleri ve maslahatları için bu tek yol. İkincisi: Toplumunun yeterince bozulmuş psikolojisinin düzelmesi için güvenli bir ortama ihtiyaç var. Üçüncüsü: Dünya kamuoyunda yıllardır Filistin’de gerçekleştirdiği insanlık dışı muamelelerinin oluşturduğu Yahudi düşmanlığı dozajını bir nebze de olsa aşağı çekme. Dördüncüsü: Ortadoğu projesine daha fazla ağırlık vermek ve bu süreçte Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzene koyarak belki Suriye üzerinde baskı oluşturmak… Buna paralel olarak Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinin arkasında büyük bir olasılıkla MOSSAD ve CIA vardır. Hariri’nin öldürülmesiyle Suriye üzerindeki baskı böylece arttırılacak ve Lübnan’daki güçlerini geri çekmesi istenecek. ABD bu yöndeki baskılarını ziyadeleştirerek dünya kamuoyunda Suriye’nin terörist bir ülke olduğunu lanse edip saldırıyı meşrulaştırmak isteyecektir. Bunun ilk adımını Suriye’deki Şam büyükelçisini Amerika’ya çağırarak attı.
İsrail, zaman kazanmak ve hesaplarını rayına oturtmak için ateşkes oyunlarına sık sık başvuruyor. Bu da o hilelerden biri olsa gerektir. İşlerini rayına oturttuktan sonra Arafat gibi Ebu Mazen’i de istenmeyen adam ilan edip eski politikalarına kaldığı yerden devam edecek. İsrail’in anladığı tek dil direniştir. Evet direniş kolay değildir. Uzun soluklu, meşakkatlerle, acılarla doludur; ama işgali mağlup etmenin de tek yoludur. Direniş başta işgale uğrayanları sonunda da işgalcilerin canını yakar. Çünkü onlar dünyalarını imar etmek için çalışıyorlar. Dünyalarını daralttınız mı onları tavize zorlarsınız. Aksi halde onları bir şeylere zorlamak mümkün olmaz. Evlerinde, sokaklarında, işyerlerinde, okullarında rahatları kaçtığında sizinle masaya otururlar. Dünya barışının sağlanmasının tek yolu terörist İsrail devletinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Allah Teala’nın geçmiş tarihlerinde atalarına vermiş olduğu çöle sürgün edilme cezasının bunlara da uygulanması en güzel çözüm olsa gerek.
HAMAS ve İslami CİHAD’ın açıklamalarından sonra Hizbullah da ateşkesi tanımadığını beyan etti. Bütün bunların üzerine Mahmut Abbas alelacele HAMAS ve İslami CİHAD yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerin ardından şartlı ateşkes çıktı. HAMAS ve İslami CİHAD, Amerika’nın ve İsrail’in gerçekleştirmek istedikleri Filistinliler arasına fitne sokarak onları birbirine kırdırma emelini bu şekilde bertaraf etmiş oldular. Şartlı, çünkü yapılan açıklamalarda daha önceki taleplerinden vazgeçmedikleri ve İsrail’in tavırlarına göre nihai ateşkes kararının alınabileceği söylendi. Bunu direnişin esas olduğu; ama İsrail’e bir şans vermek olarak değerlendirmek de mümkündür. Geçenlerde HAMAS ile anlaşmaya varan Hizbullah’ın şuana kadar ateşkesi kabul ettiğine dair bir açıklaması gelmiş değil. Büyük ihtimalle o da HAMAS ve İslami CİHAD ile mutabık kalarak şartlı ateşkese uyacak. Bu arada HAMAS ve Hizbullah arasında yapılan anlaşmanın takdire şayan olduğunu ve bunun tüm İslami hareketlere güzel bir örnek oluşturacağını umut ediyoruz. Çünkü küresel küfre karşı ittihat elzemdir.
Başkanlık seçimini boykot eden HAMAS’ın yerel seçimlere girmesi ve bu seçimlerden büyük bir zaferle çıkması, Filistin halkının direnişten yana olan HAMAS’ı desteklediğini ve dolayısıyla direnişten yana olduğunu ispatlıyor. HAMAS, mücadele sahasının sadece işgalcilere karşı olmadığını, işgalin kaçınılmaz sonuçlarından olan yoksulluk ve cehaletle de olduğunu; Filistin de Filistin halkıyla oluşturduğu dayanışma çalışmaları, sosyal alanda gösterdikleri faaliyetlerin alanını belediyeleri almakla genişleterek ortaya koymuştur. HAMAS, her ne kadar İştişhadi eylemlerle gündeme getiriliyorsa da Filistin halkına yaptığı hizmetleri azımsanmayacak derecededir. İslami hareketlerin halkla bütünleşmeleri bir zorunluluktur. Bu da sosyal alanda yapılacak çalışmalarla mümkündür.
İRAN ve AFGANİSTAN
ABD başkanı Feredy Bush’un İran halkına yaptığı küstahça çağrı yankısını buldu ve İran halkı inkılâbın 26. yılında Azadi meydanında (birisi Bush’a azadi’nin ne olduğunu anlatmalıdır!) toplanarak “merk merk Amerika” (Amerika’ya ölüm) sloganlarıyla özgürlüğe ne kadar düşkün olduğunu gösterdi. Özgürlük aşığı olduğunu da zalim şahı devirerek göstermişti. ABD’nin tehdit naraları; İran halkının birbirine kenetlemesi ve küfre karşı olan duygularını harekete getirip bunu fiiliyata dökmesine vesile olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bu ar@���<���ı bir açıklamada baklayı ağzından çıkardı ve “İran’ın nükleer silah sahibi olması halinde dünya dengelerinin değişeceğini” söyledi. Evet doğrudur. Böylece büyük şeytanın ciddi bir rakibi olacak ve istediği gibi dünya meydanında at koşturamayacak.
İran’ı nükleer silah yapmaya çalışmakla tehdit eden Amerika, kendi nükleer stoklarını revizyondan geçirip daha uzun ömürlü hale getirmek için çalışmalar başlatıyor. Herhalde bundan daha küstahça bir davranış olamaz.
ABD’nin tehditleri devam ederse ABD karşıtlarının tümü İran etrafında toplanmaya başlayacaklardır. Bunun da İran’ı dünyada şuan bulunduğu konumdan çok daha önemli bir yere getireceği şüphe götürmez bir gerçektir. Bunun ilk adımı olarak Suriye ve İran’ın birlikte hareket etme kararı almaları oldu. ABD saldırganlığı devam ettikçe bunu başka ittifaklar da izleyecek kanısındayız. Binaenaleyh bu işbirliğinin İslam âlemi için büyük hayırlar getireceğini ümit ediyoruz. Küfür ittifakına karşı İslam ülkelerinin de ittihada gitmeleri, ilişkilerini her alana yaymaları, bugün karşı karşıya kalınan büyük şeytan ve İsrail’in desise ve oyunlarını boşa çıkarma açısından çok önemlidir. Bunun hızla tüm İslam ülkeleri arasında yayılmasını temenni ediyoruz.
İran’ın, ABD tehditlerine pervasızca karşı duruşu Bush’u ağız değiştirmeye zorladı ve İran’a karşı diplomatik yolların deneneceğini söylemeye başladı. Pek tabiidir ki bunda, Felluce kahramanlarının, direnişleriyle ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’daki oyunlarını ve planlarını sekteye uğratmış olmasının rolü büyüktür. Dolayısıyla İran’ı Irak benzeri bir müdahale ile işgal etmeleri söz konusu olamaz.
Saldırı naraları atan Bush’un hesaplarında şuan önceliği Suriye’nin aldığı görülüyor. Hariri suikastını da bahane ederek bu ülke üzerindeki hesaplarını yavaş yavaş faaliyete geçirmeye başladı. Bu sefer yanında İngiltere değil de şimdiye kadar ABD’ye muhalefet eden Fransa’nın olması büyük bir olasılıktır. Yani ABD olası bir Suriye işgalinde müttefik değişikliğine gidiyor gibi. Tarihi irdelediğimizde bunun sebeplerine ulaşırız. ABD, geçmişte İslam ülkelerini istila etmiş ülkeleri, işgal ettikleri memleketleri göz önüne alarak, bugün onlarla ittifak kurup işgal hareketini sürdürüyor. Bu da aklımıza Suriye’ye yönelik planlarında ABD ile ağız birlikteliği yapan müstakbel müttefiki Fransa mı olacak? Sorusunu getiriyor. Fransa’nın Lübnan’daki çıkarlarını da hesaba kattığınızda bu ihtimal güçleniyor. Muhakkak ki Allah Resulü (SAV) doğru söylemiştir: “Küfür tek millettir.”
Son günlerde basında çıkan bazı haberlere göre Afganistan’ı işgal eden büyük şeytan ve müttefiklerinin, işgalle yetinmedikleri; özgürlüklerini ellerinden aldıkları, esir edip talan ettikleri insanların imanlarına ve ahlaki yapılarına da büyük bir taarruz başlatmış bulundukları görülüyor. Müslüman ve Mücahid Afgan halkı hiç olmadığı kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. İşgalle yitirdikleri özgürlüklerinin yanı sıra imanlarına, ananelerine, ahlaklarına yönelik başlatılan bu saldırıyla büyük bir yıkımın eşiğinde bulunmaktadırlar. Kültürel yozlaştırma ve ahlaki çöküntüyü hızlandırmak için çanak antenlerle porno yayınları yapılmakta olup ifsat yaygınlaştırılmaktadır. Çanak antenlerin ve TV’lerin çok ucuza satılması ve BBC radyosunun Afganistan’da kanal açıp bayanlara yönelik yayınlara başlaması, kadın futbol takımının kurulması, bayanlardan oluşturulan bir TV ekibinin kurulması gibi bayanları ifsat etmeye yönelik yoğun çalışmalar, büyük şeytan ABD ve işbirlikçilerinin sadece işgal ile yetinmediklerini gözler önüne seriyor. Bir toplumu bozmanın, neslini talan etmenin, ahlakını tarumar etmenin en kısa yolu, o toplumun kadınlarını yozlaştırmaktan geçer. Bunun için şer güçleri de Afganistan’da yoğun olarak kadınlar üzerinde çalışmalar yapıyorlar. Afganistan’a yönelik gerçekleştirilen bu tefessüh hareketinin yıkımı bombalardan büyük olacağı bilbedahe ortadır.
SUDAN
Geçen ayın ikinci yarısında Sudan hükümeti ile ayrılıkçı Hıristiyanların lideri ABD dışişleri bakanı Colin Powell’in de katılımıyla bir barış anlaşması imzaladı. Yıllardır Sudan’ın kanayan yarası olan ayrılıkçı hareketin destekçileri olan ABD, İngiltere ve BM başkanı Annan istediklerini almışa benziyorlar. Tıpkı Doğu Timor gibi bağımsız bir Hıristiyan devletinin ilk adımını attılar.
Sudan devleti, bu süreçte hem İslam âlemi tarafından yalnız bırakıldı, hem de ırkdaşları olan Araplar tarafından yalnızlığa terk edildi. Buna karşı küfür milletinin başı ABD ve İngiltere BM’yi kullanarak bir yandan siyasi baskı kurdular diğer yandan tedhiş hareketini her yönüyle teçhizatlandırdılar. Bunun neticesinde yıllarca bir iç savaş yaşandı. Zaten ambargo altında tutulan Sudan hükümeti içten ve dıştan gelen yoğun saldırılara daha fazla dayanamamış olacak ki belki de Sudan’ı bölmeye götürecek böyle bir anlaşmaya imza attı. Her şeye rağmen Rabbimizden dileğimiz kâfirlerin oyununu boşa çıkarıp Sudan halkını ve İslami yönetimi muhafaza etmesidir.
BM’nin ikiyüzlülüğünü burada bir kez daha görüyoruz. Sudan’a karşı Hıristiyan ayrılıkçılar için baskı uygulayan BM sekreteri Annan, konu müslümanlar olunca kör ve sağır oluveriyor. Ne hikmetse Hıristiyanlar için harekete geçirdiği yaptırım gücünü müslümanlar için kıpırdatmıyor bile…
Geçenlerde uluslararası AF örgütünün, Hindistan’ın Gujarat eyaletinde müslümanlara yönelik sistematik bir şekilde uygulanan vahşice işkence ve cinayetleri bir raporla açıkladı. Okumaya bile tahammül edemediğimiz bu caniliğe sus pus olmuş BM’nin çifte standart tavrı bir kez daha tescillenmiş oluyor. Hindistan’da işlenen gaddarca ve vahşice canilikleri AF örgütünün hazırladığı raporda bir görgü tanığı şöyle anlatıyor: “Kızlara sarkıntılık etmeye ve giysilerini yırtmaya başladılar. Çıplak kızlarımız kalabalığın önünde tecavüze uğradı. Şamin’in iki günlük bebeğini öldürdüler. Tecavüz ettikleri bütün kadınları daha sonra öldürdüler. Benim bebeğimi de öldürdüler. Havaya fırlattılar yere taş gibi düştü. Bana da tecavüz ettiler.”
Bu vahşet sonucu ikibinin üzerinde müslümanın öldürüldüğü ve tecavüze uğrayan kızların ve kadınların karınları deşildikten sonra diri diri yakıldıkları, raporun detaylarında geçiyor. Bu vahşete karşı tek bir şey denir o da: “Zalimler için yaşasın cehennem”
Bu ayki yazımızı Morolu müslümanların dünya küfrüne bir ültimatom niteliği taşıyan bildirisinden bir paragrafla nihayet vermek istiyoruz. Moro Ulusal Kurtuluş cephesi (MNLF) ve Ebu Seyyaf’ın birlikte yaptıkları açıklama: “Şimdi cihad zamanı. MNLF ve Ebu Seyyaf’a bağlı müslümanlar olarak Irak’ta ABD işgalcilerine, Rusya’da zalim Putin’in askerlerine karşı savaşan kardeşlerimize buradan selam gönderiyoruz. Artık bütün dünya bir cephe, müslümanlar da savaşçı. Zafer er ya da geç, kâfirler karşısında “dik duran” müslümanların olacaktır.” (İnşaallah)
Hubbu lillah, Buğzu lillah, Kullu amelin lillah.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.