Menderes YILDIRIM
Kürt ırkçılığının getirdikleri
Markxist-Leninist imalat olan PKK; kültür ve inanç yönünden değişim istediği için kendi halkının tarihî süreç içinde biriktirdiği tüm değerlerine karşı hep “değişimci(!?)” bir tavır takındı. Kendince de buna mecburdu.
Devletin CHP eliyle uyguladığı “ret ve inkâr” politikalarının daha aşırısını kendi halkının değerlerine karşı uygulayan PKK, bu değişim politikalarını; tamamen baskı ve cebre dayalı olarak yürüttü, yürütüyor.
Kürt Milliyetçi Cephe’nin sabıka özeti:
Silahlı eylemler; 1984 Eruh baskınıyla devlete karşı başladı ve 90’larda genişleyerek muhafazakâr halka karşı bir tehdit ve şantaj aracı olarak da sürdü.
Köy boşaltmalar; başlangıçta devlet tarafından “alan boşaltma” ve “tedip usulü” olarak uygulanınca; özellikle “kırsalda kabul görmeyen PKK’ da benzer uygulamaları; “dayatma, tehdit ve şantaj..” aracı olarak denemekten çekinmedi.
Boşaltmalara yönelik tehditler; “sözlü, fiili zorbalık, faili meçhul cinayetler..” şeklinde, rutin olarak yapıla geldiği içindir ki BDP/HDP; TBMM bünyesinde ele alınan “Faili Meçhuller Soruşturmaları’nda” “ısrarcı” hatta “oralı bile olamıyordu.”
Kürdistan’daki her çeşit karanlıkları; yatay, dikey ve paralel yapılanmaları, cesur ve bilimsel bir şekilde “eleştirebilecek bir gençlik;” ateş hattına sürülüp BİR NESİL yok edilmiş, harcanmıştır.
PKK’nın kuruluş aşamasında; payı olan kurucu kadro da örgütün iç bünyesinde yanlı olarak yargılanıp saf dışı bırakılmıştır. Mazlum D., Mahzum K., Kemal P., Egit gibi ilk yapılanmanın kadro zevatı bunların başlıcalarıdır.
Bir dönemin tanıklarının anlata anlata hala bitiremedikleri; Kontrgerilla, TİT, Susurluk Vakası, Ergenekon, JİTEM gibi şaibeli ve karanlık yapılanmaların tüm eylem ve uygulamalarının benzerlerini, Kürt Milliyetçi/Ulusalcı çevrelerde de gözlemleyebilmek pekâlâ mümkündür.
Ulusalcı/Milliyetçi yapılanmanın sık sık değiştirdiği isimler olan; PKK, Konra Gel, KCK,DHP, HEP, DEP, HADEP, DTP, BDP, Hdp..” kurgulanmaları ; hem devletin hukuksuz uygulamalarından hem de örgütün “kendi cürmünü setr etme endişesinden” dolayıdır.
PKK yapılanmasının önemli eylemleri olan 1984, 1990 ve 2014 tarihleri; Kürt halkının da örgütün hedef kitlelerinden olduğunu gösteriyor. Yani; yapı, yerli/millî olan tüm değerleri dışlamış, bunlarla savaşmıştır. Devletin, o tarih için(1984); 60 yıllık red ve inkar politikası; örgütün o zaman için “Marxis-Leninist” özünü gölgede bırakabilmiştir.
90’lı yıllara gelince, Merhum Özal’ın statükoya rağmen yaptığı açılımlar; askerî darbelerle beş on yılda bir sille yiyen halkın muhafazakâr yapısı, az da olsa kendine gelmiş; artan İslami hareketler, halkın da büyük teveccühü ile PKK’dan alan ve kitle kapmaktaydı. Bunun üzerine, “yargısız infazları” başlatan PKK, sair hareketleri sindirebildiyse de “Mustaz’af İhya Hareketlerinin” set, karşı direnişi karşısında –belki de kerhen oluşan- “saldırmazlık pozisyonuna” büründü. Elbette ki tarafeynin kayıpları ağırdı.
Geçmişteki saldırmazlık durumundan, 2014 yılına gelinceye kadarki dönem muhafazakâr camiaya yaramış; Peygamber Sevdalıları Platformu; Mustaz’aflar Hareketi, İhya-Derler ve müştemilatlarınca yürütülen “Kutlu Doğumlar; kentlerden en ücra kırsallara” kadar yayılmakta iken PKK’nın paramiliter güçlerinin can alan suikast ve saldırıları artmaya başladı. Yuksekova’da Mustaz’af-Der Yöneticisi Ubeydullah Durna’nın -gündüz, emniyet güçlerinin huzurundaki- şehadeti de bunlardandı.
Böylece, bir halkın haklarının savunucusu olduğunu iddia eden örgüt; halkın maddi manevi değerleriyle bütünleşme yerine onlarla zıtlaşma hatta çatışmayı seçiyordu. Resmi statükodan on yıllarca çeken bir halk, bu kez de “evindeki şişeden çıkan cin” ile başa çıkmak zorunda kalacaktı.
Kürdistan tarihini Öcalan ile başlatan yapı, İslamiyet ile bütünleşmiş “din, medrese, molla, şeyhlerden” oluşan Kürt tarihini dışlayıp “ete bürünmemiş kemik diyebileceğimiz komünist/laik yeni yetme tarihi” Kürt halkına dayatmıştır.
Son olaylarda da net görüldüğü gibi azgın GÜRUH’un Bedevîleri; Kürt halkının kahir ekseri olan muhafazakarı hatta tüm toplumu hedef almış olduğundan; “Müşriklerin dahi çiğnemediği bayramları; tesettürü; çarşafı;sünnet diye bırakılan sakalı; medreseleri, okulları, dinî yayınları hatta Kur’an’ı; Evrensel insan hukukunu; görüntüsünü beğenmediği yaşlı kadın ve erkekleri..” vandalca hedef almış ve yok etmiştir. Bunun için de “sığınmacı olarak barınan “Ezîdîleri dahi, “ekmeğini yedikleri ocağa saldırtmış, saldırtabilmiştir.” Bu, özürlü olmak ve akıl tutulmasıdır.
Mevcut tahrik ortamında yapılması gereken; belki de “en zor olanı” yapmak yani; “sabretmek” ve tahrikten kaçınmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.