Kürtler Atatürk'ü neden sevmez?
İbrahim Güçlü: 'Kürtlerin büyük bir kesimi, tıpkı İttihat-Terakki Partisi'ni kurdukları ve destekledikleri gibi, Erzurum ve Sivas Kongresinde de Atatürk'ü destekleyerek, Osmanlı Döneminden daha fazla hak elde edeceklerini; Özerk bir statüye kavuşacakların
Ekim Ayı Başlarında Meclis’te doğrudan olmazsa bile, dolaylı bir şekilde Atatürk üzerine bir tartışma yapıldı. Milletvekillerinden biri de “Atatürk’ü sevmiyorum” ya “Atatürk’ü sevmek zorunda değilim” diye bir beyanda bulundu.
Meclis’te milletvekilinin yaptığı bu açıklama, kamuoyunda büyük etki yarattı. Yazılı ve görsel basında tartışmalara neden oldu. Ama bu konuda en kapsamlı programlardan birinin, A HABER Televizyonunda gerçekleştirildiğini söyleyebilirim.
Konu, A Haber’de, Sevilay Işıl’ın hazırlayıp sunduğu “Yüzde Yüz Siyaset” programında ele alındı. Tartışma, “Atatürk ve Kürtler” üst başlığı ve “Kürtler Atatürk’ü sever mi ya neden sevmez?” alt başlığıyla tartışmaya sunuldu. Program, 18 Ekim 2012 tarihinde, yani “29 Ekim Bayramı” denilen, Kürtlerin tümüne, Türklerin de büyük kesimine, diğer etnik grupların da büyük bir kesimine ait olmayan bayramdan on bir (11) gün önce gerçekleşti.
Programda iki tarafın var olması; programın Kürtler ve Türkler; başka bir doğru ayrımla Kemalist olmayanlarla, Kemalistlerin katılımıyla gerçekleşmesi oldukça isabetliydi. Kemalistlerle, Kemalist olmayan ayrımının daha doğru olmasının nedeni, katı Kemalist olan Nurşen Yazıcı da Malatyalıdır. Kürt olduğu konusunda net bir bilgi olmazsa bile, Kürdistanlı olduğu tartışmasız.
Programın Kürt ve Kemalist olmayan tarafında ben ve Ümit Fırat, Kemalistler tarafında da profesör kariyerlerine sahip Nurşen Yazıcı ve Erol Tecimer vardı.
Programda önemli konular konuşuldu. Zaman-zaman da programda büyük gerilimler oldu. Kemalistler, programı terk etmekle bile programcıyı tehdit ettiler.
Kemalist taraf: Nurşen Mazıcı, “herkesin Atatürk sevmezi gerekmiyor” demesi bir yenilikti.
Onun dışında her iki katı Kemalist katılımcının görüşleri Atatürk’e ve Kemalizm’e dair görüşleri, eski geleneksel, otoriter, faşizan, yeni bir ulus ve ulus devlet yaratma adına: Atatürk’ün Kürtleri asimile etmesi ve gerektiği için katliamlarla karşı karşıya bırakmasını, meşru ve dönemin bir gerekliliği olarak ifade etmeleriydi.
Kemalist devletin resmi politikaları, gerçekçi ve insani olmayan gerekçelerle doğrulanmaya, meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Bizler ise, Kürtlerin neden Atatürk’ü sevmediklerini ve sevmeyeceklerini anlatmaya çalıştık.
Atatürk’ü koruma Kanunu…
Meclis’te milletvekilinin yaptığı bu açıklama, kamuoyunda büyük etki yarattı. Yazılı ve görsel basında tartışmalara neden oldu. Ama bu konuda en kapsamlı programlardan birinin, A HABER Televizyonunda gerçekleştirildiğini söyleyebilirim.
Konu, A Haber’de, Sevilay Işıl’ın hazırlayıp sunduğu “Yüzde Yüz Siyaset” programında ele alındı. Tartışma, “Atatürk ve Kürtler” üst başlığı ve “Kürtler Atatürk’ü sever mi ya neden sevmez?” alt başlığıyla tartışmaya sunuldu. Program, 18 Ekim 2012 tarihinde, yani “29 Ekim Bayramı” denilen, Kürtlerin tümüne, Türklerin de büyük kesimine, diğer etnik grupların da büyük bir kesimine ait olmayan bayramdan on bir (11) gün önce gerçekleşti.
Programda iki tarafın var olması; programın Kürtler ve Türkler; başka bir doğru ayrımla Kemalist olmayanlarla, Kemalistlerin katılımıyla gerçekleşmesi oldukça isabetliydi. Kemalistlerle, Kemalist olmayan ayrımının daha doğru olmasının nedeni, katı Kemalist olan Nurşen Yazıcı da Malatyalıdır. Kürt olduğu konusunda net bir bilgi olmazsa bile, Kürdistanlı olduğu tartışmasız.
Programın Kürt ve Kemalist olmayan tarafında ben ve Ümit Fırat, Kemalistler tarafında da profesör kariyerlerine sahip Nurşen Yazıcı ve Erol Tecimer vardı.
Programda önemli konular konuşuldu. Zaman-zaman da programda büyük gerilimler oldu. Kemalistler, programı terk etmekle bile programcıyı tehdit ettiler.
Kemalist taraf: Nurşen Mazıcı, “herkesin Atatürk sevmezi gerekmiyor” demesi bir yenilikti.
Onun dışında her iki katı Kemalist katılımcının görüşleri Atatürk’e ve Kemalizm’e dair görüşleri, eski geleneksel, otoriter, faşizan, yeni bir ulus ve ulus devlet yaratma adına: Atatürk’ün Kürtleri asimile etmesi ve gerektiği için katliamlarla karşı karşıya bırakmasını, meşru ve dönemin bir gerekliliği olarak ifade etmeleriydi.
Kemalist devletin resmi politikaları, gerçekçi ve insani olmayan gerekçelerle doğrulanmaya, meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Bizler ise, Kürtlerin neden Atatürk’ü sevmediklerini ve sevmeyeceklerini anlatmaya çalıştık.
Atatürk’ü koruma Kanunu…
Hiçbir kimsenin Atatürk’ü sevmesi zorunlu ve gerekli değildir. Ama bundan daha önemli olan, “Atatürk’ü Koruma Kanununa” yaklaşımın ne olduğudur.
Bu kanun, insanları, Atatürk’ü sevmeye, Atatürkçüğü savunmaya zorlamaktadır, zorunlu kılmaktadır.
Bu yasa, Atatürkçüğün eleştirisini engellemektedir. Atatürkçülüğün, felsefe, siyaset, pratik anlamda insanların hayatlarına, özellikle Kürtlerin hayatlarına nelere mal olduğunu ele almayı engellemektedir. Bu kanun ile Anayasa’nın 35. Maddesindeki “Darbecileri Koruma Kanunu” arasında bir doğrudan bağ vardır.
Atatürkçülüğün ve Kemalizm’in, Kemalist devlet felsefesinin ve paradigmasının, yol açtığı felaketleri ve katliamları tartışabilmek; Kemalist devletin, resmi politikalarının, halka ve Kürtlere ve diğer etnik gruplara ait olmayan niteliksel yapısının tartışılması için, “Atatürk’ü Koruma Kanununun” ortadan kalkması gerekir.
Programda görüşlerimi dile getirirken, bu kanunu gözetmediğim gibi, özel olarak kanunu yok sayan, kanunu ihlal eden bir yaklaşım içinde oldum. Bunu da belirttim. Bundan amacım, hakkımda açılacak bir davada bu konuyu tartışmak ve kamuoyuna mal etmek; kanunun değişimini zorlayacak psikolojik, siyasal, sosyal ortamı yaratmak içindi.
Atatürk’ü sevmemek sadece Kürtlerle ilgili değil: Türk halkının çoğunluğu da Atatürk’ü sevmiyor…
Bu kanun, insanları, Atatürk’ü sevmeye, Atatürkçüğü savunmaya zorlamaktadır, zorunlu kılmaktadır.
Bu yasa, Atatürkçüğün eleştirisini engellemektedir. Atatürkçülüğün, felsefe, siyaset, pratik anlamda insanların hayatlarına, özellikle Kürtlerin hayatlarına nelere mal olduğunu ele almayı engellemektedir. Bu kanun ile Anayasa’nın 35. Maddesindeki “Darbecileri Koruma Kanunu” arasında bir doğrudan bağ vardır.
Atatürkçülüğün ve Kemalizm’in, Kemalist devlet felsefesinin ve paradigmasının, yol açtığı felaketleri ve katliamları tartışabilmek; Kemalist devletin, resmi politikalarının, halka ve Kürtlere ve diğer etnik gruplara ait olmayan niteliksel yapısının tartışılması için, “Atatürk’ü Koruma Kanununun” ortadan kalkması gerekir.
Programda görüşlerimi dile getirirken, bu kanunu gözetmediğim gibi, özel olarak kanunu yok sayan, kanunu ihlal eden bir yaklaşım içinde oldum. Bunu da belirttim. Bundan amacım, hakkımda açılacak bir davada bu konuyu tartışmak ve kamuoyuna mal etmek; kanunun değişimini zorlayacak psikolojik, siyasal, sosyal ortamı yaratmak içindi.
Atatürk’ü sevmemek sadece Kürtlerle ilgili değil: Türk halkının çoğunluğu da Atatürk’ü sevmiyor…
Atatürk felsefesi, bu felsefenin yarattığı devlet, siyasi sistem ve rejim, yol açtığı toplumsal sonuçlar; sadece Kürtler için değil, Türkler, diğer etnik gruplar, farklı dinsel ve mezhepsel gruplar, farklı toplumsal kesimler, farklı felsefe sahipleri için de önemli; onlarında doğrudan ilgilendiren bir sorundur.
Atatürkçülük ve Kemalizm, denildiği gibi bir “Türk ulus devletini” yapılandırmadı. Devlet-Ulus yapılandırmasını yarattı. Türk ulusu içinde, tüm Türklerin değil, küçük ve Kemalist dediğimiz elitin devletini yarattı. Devleti halka ve halklara hizmet olarak yapılandırmadı. Halkı ve halkları devlete hizmetçi, köle, kul haline getirdi. Devlet, vatandaşın devleti değil, vatandaş devletin hizmetçisi olarak konumlandırıldı. Bu bağlamda, devlet Kürtlerin, diğer etnik grupların devleti olmadığı gibi, Türklerin de devleti olmadı.
Atatürkçülük ve Kemalizm, bir toplumsal elitin, kendisinin yorumladığı biçimde yarattığı yeni devlet dini olan İslam’ın ve suni mezhebin, Kemalist düşüncenin devleti oldu. Diğer bütün dinleri, mezhepleri, fikirleri, toplumsal kesimleri dışladı.
Kemalizm, burjuvaları da dışladı. Sivil ve asker bürokrasiyi sahiplendi, korudu ve geliştirdi.
Atatürkçülük ve Kemalizm, otoriter, oligarşik, faşist, sömürgeci bir siyasal sistem ve rejim yapılandırdı.
Bugüne dek de Atatürkçülüğün yol açtığı temel sorunlar, özellikle de Kürt millet sorunu trajedik boyutta yaşanmaya devam ediyor.
Bu nedenle Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm, sadece Kürtlerin sevmediği bir kişi, bir ideoloji ve siyasal sistem, toplumsal bir uygulama değil; Kürtlerin dışındaki etnik grupların ve Türklerin büyük kesiminin de sevmediği bir kişi, düşünce ve siyasal sistem.
Atatürk ve Atatürk Anlayışının yol açtığı genel tahribatlar…
Atatürkçülük ve Kemalizm, denildiği gibi bir “Türk ulus devletini” yapılandırmadı. Devlet-Ulus yapılandırmasını yarattı. Türk ulusu içinde, tüm Türklerin değil, küçük ve Kemalist dediğimiz elitin devletini yarattı. Devleti halka ve halklara hizmet olarak yapılandırmadı. Halkı ve halkları devlete hizmetçi, köle, kul haline getirdi. Devlet, vatandaşın devleti değil, vatandaş devletin hizmetçisi olarak konumlandırıldı. Bu bağlamda, devlet Kürtlerin, diğer etnik grupların devleti olmadığı gibi, Türklerin de devleti olmadı.
Atatürkçülük ve Kemalizm, bir toplumsal elitin, kendisinin yorumladığı biçimde yarattığı yeni devlet dini olan İslam’ın ve suni mezhebin, Kemalist düşüncenin devleti oldu. Diğer bütün dinleri, mezhepleri, fikirleri, toplumsal kesimleri dışladı.
Kemalizm, burjuvaları da dışladı. Sivil ve asker bürokrasiyi sahiplendi, korudu ve geliştirdi.
Atatürkçülük ve Kemalizm, otoriter, oligarşik, faşist, sömürgeci bir siyasal sistem ve rejim yapılandırdı.
Bugüne dek de Atatürkçülüğün yol açtığı temel sorunlar, özellikle de Kürt millet sorunu trajedik boyutta yaşanmaya devam ediyor.
Bu nedenle Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm, sadece Kürtlerin sevmediği bir kişi, bir ideoloji ve siyasal sistem, toplumsal bir uygulama değil; Kürtlerin dışındaki etnik grupların ve Türklerin büyük kesiminin de sevmediği bir kişi, düşünce ve siyasal sistem.
Atatürk ve Atatürk Anlayışının yol açtığı genel tahribatlar…
Atatürk felsefesi, Latin alfabesini kabul edip Osmanlı alfabesinin kesinlikle kullanılmasını yasaklamakla; Kemalizm dışındaki düşünceleri ve kültürleri yasaklayarak; etnik grupları ve özellikle Kürtleri yok sayarak tarihsel ve kültürel lince yol açtı.
Kürtler, diğer etnik gruplar, dinler ve mezhepler üzerinde genel olarak, özel olarak İslam’dan farklı dinler üzerinde tarihsel araştırmaları, analizler engelledi.
Bunun sonucunda düşünce kısırlılığını ve çöllüğünü yarattı.
Üniversiteler ve araştırma kurumları: Atatürk, Atatürkçülük dışındaki hiçbir alanla ilgilenmediler. Bu yaklaşım, bilimde geriliğin ötesinde, bilimsellikten uzaklaşmayı, Atatürk ve Atatürkçülük paradigması ile olayları açıklamaya, anlamaya çalışmayı yarattı.
Atatürk ve Atatürkçülük, tek lidere, tek ideolojiye, tek partiye dayalı bir otoriter ve faşizan sistemi içselleştirdi.
Günümüzde halen bütün siyasi partiler ve liderler, bu kültür üzerinde yollarına devam ediyorlar; düşünce ve davranış kalıplarını sergiliyorlar.
Türkiye’de teknik anlamda tek partili sistem olmamasına rağmen, bütün partilerde içselleşen, bütün farklı akımlarda içselleşen bir Atatürkçülük ve Kemalizm var.
Bütün siyasi parti liderleri, Atatürk gibi davranıyorlar; Atatürk gibi olmak istiyorlar. Yani her “lider aslanın” gönlünde bir Atatürk yatmaktadır. Bu bağlamda oldukça olumsuz bir model ve figür oldu.
Her dindar, her komünist, her liberal, her sosyal demokrat ve hatta her Kürt epeyce Atatürkçü ve Kemalist’tir.
Kemalizm, işte böyle tehlikeli bir yapısalcılığa yol açtı.
Bu nedenle Atatürk, tüm toplumu otoriter ve faşist zihniyet ve anlayışla zehirleyen bir aktör ve lider oldu.
Kemalizm her yerde teknik anlayış olarak kendi modelini yarattı. Kürdistan’da da PKK modelinin yaratılması da Kemalist zihniyetin bir ürünüdür.
Atatürk zihniyeti, devlet felsefesi ve toplum paradigması, çok partili siyasal dönemde bile Türkiye’de Kemalist/Atatürkçü düşünce ve iktidar yapısının sınırlarının dışına çıkılması; siyasetin halka ulaşması ve halkla yapılması; halkın bizzat siyaset yapması; Kemalist egemenlik sisteminin değişim doğrultusunda zorlanması; devletin yapısının değişikliği konusunda taleplerin yükselmesi ve mücadelenin boyutlanması hallerinde, asker darbelere kaynaklık etmiştir.
Bu nedenle, Kemalist Devlet, aynı zamanda bir darbe/darbeler devletidir.
Atatürk mücadele ve ittifak anlayışında, ilkesel ve ahlakî değildir; İkiyüzlü ve riyakârdır…
Kürtler, diğer etnik gruplar, dinler ve mezhepler üzerinde genel olarak, özel olarak İslam’dan farklı dinler üzerinde tarihsel araştırmaları, analizler engelledi.
Bunun sonucunda düşünce kısırlılığını ve çöllüğünü yarattı.
Üniversiteler ve araştırma kurumları: Atatürk, Atatürkçülük dışındaki hiçbir alanla ilgilenmediler. Bu yaklaşım, bilimde geriliğin ötesinde, bilimsellikten uzaklaşmayı, Atatürk ve Atatürkçülük paradigması ile olayları açıklamaya, anlamaya çalışmayı yarattı.
Atatürk ve Atatürkçülük, tek lidere, tek ideolojiye, tek partiye dayalı bir otoriter ve faşizan sistemi içselleştirdi.
Günümüzde halen bütün siyasi partiler ve liderler, bu kültür üzerinde yollarına devam ediyorlar; düşünce ve davranış kalıplarını sergiliyorlar.
Türkiye’de teknik anlamda tek partili sistem olmamasına rağmen, bütün partilerde içselleşen, bütün farklı akımlarda içselleşen bir Atatürkçülük ve Kemalizm var.
Bütün siyasi parti liderleri, Atatürk gibi davranıyorlar; Atatürk gibi olmak istiyorlar. Yani her “lider aslanın” gönlünde bir Atatürk yatmaktadır. Bu bağlamda oldukça olumsuz bir model ve figür oldu.
Her dindar, her komünist, her liberal, her sosyal demokrat ve hatta her Kürt epeyce Atatürkçü ve Kemalist’tir.
Kemalizm, işte böyle tehlikeli bir yapısalcılığa yol açtı.
Bu nedenle Atatürk, tüm toplumu otoriter ve faşist zihniyet ve anlayışla zehirleyen bir aktör ve lider oldu.
Kemalizm her yerde teknik anlayış olarak kendi modelini yarattı. Kürdistan’da da PKK modelinin yaratılması da Kemalist zihniyetin bir ürünüdür.
Atatürk zihniyeti, devlet felsefesi ve toplum paradigması, çok partili siyasal dönemde bile Türkiye’de Kemalist/Atatürkçü düşünce ve iktidar yapısının sınırlarının dışına çıkılması; siyasetin halka ulaşması ve halkla yapılması; halkın bizzat siyaset yapması; Kemalist egemenlik sisteminin değişim doğrultusunda zorlanması; devletin yapısının değişikliği konusunda taleplerin yükselmesi ve mücadelenin boyutlanması hallerinde, asker darbelere kaynaklık etmiştir.
Bu nedenle, Kemalist Devlet, aynı zamanda bir darbe/darbeler devletidir.
Atatürk mücadele ve ittifak anlayışında, ilkesel ve ahlakî değildir; İkiyüzlü ve riyakârdır…
Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasına dayalı olarak kendi iktidarını kurmak için, en büyük desteği, para ve manevi desteği, zamanın padişahından almıştır. Padişahın izniyle Anadolu’ya geçmiştir. Buna rağmen, Anadolu’ya gittikten sonra padişaha karşı bir hareket organize etmiştir. Bunu uzun zaman da gizlemiştir.
İngilizlere ve Avrupalılara karşı, dini ve halifeliği kurtarmak için yola çıktığını ve mücadele ettiğini söylemiştir. Ama daha sonra Halifeliği ortadan kaldırmış; takkiye ve zaviyeleri, medreseleri yasaklamış ve kapatmış; İslamcılara düşman ilân etmiştir. İslamcıları, tarih ve siyaset sahnesinin dışına itmiştir.
1917 Ekiminde Lenin ve arkadaşlarının Çar’ı iktidardan uzaklaştırmasından sonra, Sovyetlerle Birliği’yle ittifak etmiştir. Daha kendi devletini kurmadan İngilizlerle ilişki kurduktan sonra, Sovyetler Birliğini devre dışında bırakmış. Ya da iki yönlü oynamaya devam etmiştir. Hem İngilizlerden ver hem de Sovyetler birliğinden destek almaya çalışmıştır. Sonunda da Batıyı tercih etmiştir.
Atatürk’ün, Türkiye Komünist Partisi vasıtasıyla Sovyetler Birliği ile ilişki kurduğu güçlü bir tezdir ve akıl dışı da değildir. Çünkü Türkiye Komünist Partisi de Lenin’in teşviki ve Mustafa Kemal’i olumlamasından dolayı, Atatürk’e destek vermiş; parti liderleri onun saflarından savaşmak için Sovyetler Birliği’nden dönüşe karar vermişlerdir. Ne yazık ki, Atatürk’ün emriyle Karadeniz’de öldürülmüşler ve boğulmuşlardır.
Kendisi de mandacı olmasına rağmen, iktidar olduktan sonra, iktidarını sağlamlaştırmak için mandacı arkadaşlarını tasfiye etmiştir.
Ege’de Çerkez Ethem’le ittifak etmiştir. Daha sonra Çerkez Ethem’i tasfiye etmiş ve düşman ilân etmiştir.
Serbest Fırka Partisinin kuruluşunu teşvik etmiştir. Partinin yerel seçimlerde halk içinde güçlü olduğu saptanınca, hareketin liderleri tutuklanmış, Kürt ayaklanmalarına destek gerekçesiyle İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlardır.
Atatürk en büyük ve hayati ittifakı Kürtlerle yapmıştır. Kürtlerle ittifakından sonra en trajedik durum ve sonuç ortaya çıkmıştır. Atatürk, hareketini Kürdistan’da Kürtlerle ittifakla başlatmıştır. Ama Kürtlere en büyük ihaneti, ilkesizliği, riyakârlığı göstermiştir.
Bu konuyu ayrıca aşağıdaki bölümde ele alacağım.
Atatürk’ün bu mücadele ve ittifak anlayışının olumsuz örneklerini çoğaltmak mümkündür.
Bütün bu önemli örnekler, Atatürk’ün mücadele anlayışında ve ittifaklarında ilkesel, daha önemlisi ahlâki olmadığını; ikiyüzlü, riyakâr ve ihanetçi olduğunu ortaya koyuyor.
Özellikle iç ittifaklarında bu tehlikeli anlayışı her yanıyla ortadadır. Büyük katliamlar gibi sonuçlar doğurmuşlardır.
Kürtler Atatürk sevmez, sevmeleri için bir neden yok…
İngilizlere ve Avrupalılara karşı, dini ve halifeliği kurtarmak için yola çıktığını ve mücadele ettiğini söylemiştir. Ama daha sonra Halifeliği ortadan kaldırmış; takkiye ve zaviyeleri, medreseleri yasaklamış ve kapatmış; İslamcılara düşman ilân etmiştir. İslamcıları, tarih ve siyaset sahnesinin dışına itmiştir.
1917 Ekiminde Lenin ve arkadaşlarının Çar’ı iktidardan uzaklaştırmasından sonra, Sovyetlerle Birliği’yle ittifak etmiştir. Daha kendi devletini kurmadan İngilizlerle ilişki kurduktan sonra, Sovyetler Birliğini devre dışında bırakmış. Ya da iki yönlü oynamaya devam etmiştir. Hem İngilizlerden ver hem de Sovyetler birliğinden destek almaya çalışmıştır. Sonunda da Batıyı tercih etmiştir.
Atatürk’ün, Türkiye Komünist Partisi vasıtasıyla Sovyetler Birliği ile ilişki kurduğu güçlü bir tezdir ve akıl dışı da değildir. Çünkü Türkiye Komünist Partisi de Lenin’in teşviki ve Mustafa Kemal’i olumlamasından dolayı, Atatürk’e destek vermiş; parti liderleri onun saflarından savaşmak için Sovyetler Birliği’nden dönüşe karar vermişlerdir. Ne yazık ki, Atatürk’ün emriyle Karadeniz’de öldürülmüşler ve boğulmuşlardır.
Kendisi de mandacı olmasına rağmen, iktidar olduktan sonra, iktidarını sağlamlaştırmak için mandacı arkadaşlarını tasfiye etmiştir.
Ege’de Çerkez Ethem’le ittifak etmiştir. Daha sonra Çerkez Ethem’i tasfiye etmiş ve düşman ilân etmiştir.
Serbest Fırka Partisinin kuruluşunu teşvik etmiştir. Partinin yerel seçimlerde halk içinde güçlü olduğu saptanınca, hareketin liderleri tutuklanmış, Kürt ayaklanmalarına destek gerekçesiyle İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlardır.
Atatürk en büyük ve hayati ittifakı Kürtlerle yapmıştır. Kürtlerle ittifakından sonra en trajedik durum ve sonuç ortaya çıkmıştır. Atatürk, hareketini Kürdistan’da Kürtlerle ittifakla başlatmıştır. Ama Kürtlere en büyük ihaneti, ilkesizliği, riyakârlığı göstermiştir.
Bu konuyu ayrıca aşağıdaki bölümde ele alacağım.
Atatürk’ün bu mücadele ve ittifak anlayışının olumsuz örneklerini çoğaltmak mümkündür.
Bütün bu önemli örnekler, Atatürk’ün mücadele anlayışında ve ittifaklarında ilkesel, daha önemlisi ahlâki olmadığını; ikiyüzlü, riyakâr ve ihanetçi olduğunu ortaya koyuyor.
Özellikle iç ittifaklarında bu tehlikeli anlayışı her yanıyla ortadadır. Büyük katliamlar gibi sonuçlar doğurmuşlardır.
Kürtler Atatürk sevmez, sevmeleri için bir neden yok…
Kürtler ve Kürdistan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de-facto yarı-özerk ve yarı-otonom yapıya sahiptiler. En azından klasik sömürgecilik kanunlarıyla Osmanlı İmparatorluğu ile bir bağlılık içindeydiler.
Kürtlerin büyük bir kesimi, tıpkı İttihat-Terakki Partisi’ni kurdukları ve destekledikleri gibi, Erzurum ve Sivas Kongresinde de Atatürk’ü destekleyerek, Osmanlı Döneminden daha fazla hak elde edeceklerini; Özerk bir statüye kavuşacaklarını düşünüyorlardı.
Atatürk’ün de onlara bu yönde verdiği sözleri vardı.
Koçgiri ayaklanmasını organize eden Dr. Nuri Dersimi ve arkadaşları, ayrıca Azadi örgütünün liderleri ve taraftarları, Atatürk’ü destekleyen Kürtlerin bu siyasetini desteklemiyor ve doğru bulmuyorlardı. Çünkü onlar Atatürk’ün ve arkadaşlarının amaçlarının ne oluğunu ve sonuçta ne felaketlerin doğacağını biliyorlardı.
M. Kemal ve arkadaşları iktidarı ele geçirip, kendi düşünce sistemlerine uygun devlet kurduktan sonra, Kürtlerle ilgili politikalarını açığa çıkarmaya başladılar. Dr. Nuri Dersimi ve arkadaşlarının, Azadi Örgütü liderlerinin dediği sonuçlar ve felaketler ortaya çıkmaya başladı.
M. Kemal ve arkadaşları, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Kürt örgütlerinin bile meşru olmadığını ilân ederek mesajını Kürtlere iletmişti. Ama ne yazık ki, Kürtlerin büyükleri ya bu mesajı almadılar, ya da bu mesajı almak onların işine gelmedi.
Mustafa Kemal, iktidar mücadelesi döneminde Kürdistan’ın özerk olacağını ilân etmesine rağmen, bu konuda adımlar atmadı. Sevr Antlaşmasının ortadan kalkması için büyük oyunlar oynadı, dolaplar döndürdü. Lozan Antlaşması ile kendi Kemalist Devleti’ni onaylatırken, Kürtleri de temsil ediyor gibi bir sahtecilik oynadılar.
Lozan Antlaşmasıyla, Kürdistan’ın bölünmesine yol açarken, Kürdistan’ın iki parçası (Güney-Batı ve Doğu Kürdistan) İngiltere’ye ve Fransa’ya rüşvet olarak sunuldu. Ya da uluslararası bir komployla Kürdistan dörde bölünmüş oldu. Kürdistan her parçası da Türkiye’ye, Irak’a ve Suriye’ye peşkeş çekildi.
Lozan Antlaşmasından sonra, yeni bir ulus, “Türk ulusu yaratma” adı altında “Kürtlerin Türk olduğunu” ispatlamaya çalışan Türk Tarih Tezini ve Güneş Dil Teorisini yarattı.
Kürtleri Türkleştirmek için asimilasyonu ve kültürel soy kırımı planladılar.
Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp ettiler. Kürtçe konuşmayı, yazmayı, eğitim-öğretilmesini yasakladılar. Kürtçe konuşanları, büyük para ve hapis cezalarına çarptılar. Kürtlükten, Kürdistan’dan, Kürt ulusal haklarından bahseden aydınlar ağır cezalara maruz bırakıldılar.
Atatürk, Kürdistan’ın Kuzeyinin klasik sömürgecilik statüsüne bile son verdi, Kürdistan’ı tümden ilhak etti. Yok saydı.
Bu hak gaspına, Kürt milletinin ve Kürdistan’ın yok edilmesine onay vermeyen Kürtler hak talebinde bulundular. Ayaklandılar. 1919 yılında Koçgiri’de başlayan ve 1938’de Dersim’de sonuçlanan bu ayaklanmalar, katliamlarla bastırıldılar. Kürt liderleri ya doğrudan öldürüldüler, ya da İstiklal Mahkemesi gibi hukukla alakası olmayan mahkemeler tarafından idam edildiler.
Kürt şehirleri, kentleri, köyleri boşaltıldı. Büyük bir sürgün hayatı başlatıldı.
Atatürk’ün Meclise taşıdığı Kürtler bile daha sonra idam edildiler.
Kürtler, siyaset ve tarih dışına itildiler.
O günden bu yana bu devlet siyaseti devam ediyor.
Bütün bunlardan sonra Kürtler, Atatürk’ü ve devleti neden sevsinler? Neden Atatürk’ten ve devletten nefret etmesinler?(İbrahim Güçlü-Rizgari)
Kürtlerin büyük bir kesimi, tıpkı İttihat-Terakki Partisi’ni kurdukları ve destekledikleri gibi, Erzurum ve Sivas Kongresinde de Atatürk’ü destekleyerek, Osmanlı Döneminden daha fazla hak elde edeceklerini; Özerk bir statüye kavuşacaklarını düşünüyorlardı.
Atatürk’ün de onlara bu yönde verdiği sözleri vardı.
Koçgiri ayaklanmasını organize eden Dr. Nuri Dersimi ve arkadaşları, ayrıca Azadi örgütünün liderleri ve taraftarları, Atatürk’ü destekleyen Kürtlerin bu siyasetini desteklemiyor ve doğru bulmuyorlardı. Çünkü onlar Atatürk’ün ve arkadaşlarının amaçlarının ne oluğunu ve sonuçta ne felaketlerin doğacağını biliyorlardı.
M. Kemal ve arkadaşları iktidarı ele geçirip, kendi düşünce sistemlerine uygun devlet kurduktan sonra, Kürtlerle ilgili politikalarını açığa çıkarmaya başladılar. Dr. Nuri Dersimi ve arkadaşlarının, Azadi Örgütü liderlerinin dediği sonuçlar ve felaketler ortaya çıkmaya başladı.
M. Kemal ve arkadaşları, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Kürt örgütlerinin bile meşru olmadığını ilân ederek mesajını Kürtlere iletmişti. Ama ne yazık ki, Kürtlerin büyükleri ya bu mesajı almadılar, ya da bu mesajı almak onların işine gelmedi.
Mustafa Kemal, iktidar mücadelesi döneminde Kürdistan’ın özerk olacağını ilân etmesine rağmen, bu konuda adımlar atmadı. Sevr Antlaşmasının ortadan kalkması için büyük oyunlar oynadı, dolaplar döndürdü. Lozan Antlaşması ile kendi Kemalist Devleti’ni onaylatırken, Kürtleri de temsil ediyor gibi bir sahtecilik oynadılar.
Lozan Antlaşmasıyla, Kürdistan’ın bölünmesine yol açarken, Kürdistan’ın iki parçası (Güney-Batı ve Doğu Kürdistan) İngiltere’ye ve Fransa’ya rüşvet olarak sunuldu. Ya da uluslararası bir komployla Kürdistan dörde bölünmüş oldu. Kürdistan her parçası da Türkiye’ye, Irak’a ve Suriye’ye peşkeş çekildi.
Lozan Antlaşmasından sonra, yeni bir ulus, “Türk ulusu yaratma” adı altında “Kürtlerin Türk olduğunu” ispatlamaya çalışan Türk Tarih Tezini ve Güneş Dil Teorisini yarattı.
Kürtleri Türkleştirmek için asimilasyonu ve kültürel soy kırımı planladılar.
Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp ettiler. Kürtçe konuşmayı, yazmayı, eğitim-öğretilmesini yasakladılar. Kürtçe konuşanları, büyük para ve hapis cezalarına çarptılar. Kürtlükten, Kürdistan’dan, Kürt ulusal haklarından bahseden aydınlar ağır cezalara maruz bırakıldılar.
Atatürk, Kürdistan’ın Kuzeyinin klasik sömürgecilik statüsüne bile son verdi, Kürdistan’ı tümden ilhak etti. Yok saydı.
Bu hak gaspına, Kürt milletinin ve Kürdistan’ın yok edilmesine onay vermeyen Kürtler hak talebinde bulundular. Ayaklandılar. 1919 yılında Koçgiri’de başlayan ve 1938’de Dersim’de sonuçlanan bu ayaklanmalar, katliamlarla bastırıldılar. Kürt liderleri ya doğrudan öldürüldüler, ya da İstiklal Mahkemesi gibi hukukla alakası olmayan mahkemeler tarafından idam edildiler.
Kürt şehirleri, kentleri, köyleri boşaltıldı. Büyük bir sürgün hayatı başlatıldı.
Atatürk’ün Meclise taşıdığı Kürtler bile daha sonra idam edildiler.
Kürtler, siyaset ve tarih dışına itildiler.
O günden bu yana bu devlet siyaseti devam ediyor.
Bütün bunlardan sonra Kürtler, Atatürk’ü ve devleti neden sevsinler? Neden Atatürk’ten ve devletten nefret etmesinler?(İbrahim Güçlü-Rizgari)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.