Nurullah AY
Kürtler çocuklarını okula göndermesin
“KÜRTLER ÇOCUKLARINI OKULA GÖNDERMESİN"
Başlık biraz şaşırtıcı geldi değil mi?
Bu öneri, IŞİD'in elemanlarına gönderdiği bir tavsiye mesajı değil.
Ortaçağ skolastik düşüncenin savunucularına ait de değil.
Bu öneri Kürtler adına konuşmayı hak bilen, elemanlarının yere izmarit atmaktan imtina ettiğine inanılan bir örgütün tepesindeki bir elemana ait.
Bu sözler PKK liderlerinden birisine ait.
Ancak kime ait olduğunu siz tahmin edin.
Besê Hozat?
Bilemediniz.
Mustafa Karasu?
Hayır, yine bilemediniz.
Bayık, Karayılan?
Örgütle ilgili ne kadar az şey biliyormuşsunuz bayım!
Bu kadar keskin ifadeyi ancak ve ancak Abbas kullanabilir.
Abbas dediysem Çiçek Abbas'tan söz etmiyorum.
Abbas kod ismini kullanan Duran Kalkan'a ait, bu sözler.
Kayyum ile ilgili “belediye binalarının etrafına etten duvar örün” dedi, örgüt yandaşları Kurban Bayramı'nda kurbanlık et toplamaya başladılar.
Hendek kazma sırasında “Batman, Kızıltepe… hendek kazmada Cizre'yi, Şırnak'ı, Gever'i yalnız bıraktı” dedi.
Söz konusu yerler, çanak antenlerini söktüler ki “haberimiz yoktu” demeye getirdiler.
Örgüte yakın olduğu iddia edildiği için açığa alınan öğretmenlerden bazıları eylemde oldukları gün aldıkları raporu muska yapıp boyunlarına asıp keramet beklemeye koyuldu.
Duran, bundan habersiz…
Okul idarecilerinin eyleme katılmalarının gizlenmesinden dolayı okul müdürünün müridi olmaya namzet olanlar var.
Kalkan, bunu da bilmez.
”Zaten söz konusu öğretmenler devletten aldıkları maaşla kültürel soykırım yapıyordu” sözleri dâhiyane bir zekânın parıltısı.
Hakikaten kültürel soykırımdan azade olmuş bu öğretmenlerin savunma dilekçesi yazmaları tek kelimeyle ihanet sayılır.
Yurtsever ve devrimci ruh, göreve geri çağrılma durumunda da “siz beni suçsuz bulabilirsiniz, ancak ben Kürdi, Kürdistani ve devrimci ruha sizden aldığım maaşla ihanet etmişim ve büyük filozofun dikkat çekmesiyle kendime geldim. Devrimci ruh özgür olmayı gerektirir, devrimci ruh ev/okul/şehir üçgenine hapsedilemez. Beni dağlardaki özgürlük şarkıları paklar” sözleri ancak filozofun tam anlamıyla anlaşıldığını gösterir.
Yoksa her söylediği havada kalır ki, böyle büyük bir değer(!) bunu hiç de hak etmiyor.
“Mevcut görevden alınan ya da alınacak öğretmenler şimdiye kadar maaş karşılığında memurluk yapıyorlardı. Ama Kürdistan'da öğretmenlik yapanlar Kürt çocuklarına ne öğrettiklerini görsünler. Soykırım sisteminin kendilerini kullandığını anlasınlar. Maaş karşılığında kültürel soykırıma hizmet etmek suça ortak olmaktır. Şimdi bu sisteme karşı mücadele ederek bu durumu telafi edebilirler. Okula el koymuşlarsa bir evde halkın çocuklarını kendi diliyle ve kültürüyle eğitmeyi öngörsünler”
Her fırsatta dağlara çağrılar yapan Kalkan, Kürtlerin çocukları okullara göndermemeleri çağrısında bulundu. “Kültürel soykırım fiziki soykırımdan daha tehlikelidir. Bu yüzden kültürel soykırım mekânları olan bu okullara çocuklar gönderilmemeli.”
Öyleyse Kalkan'ın öğretmen ve öğrencilere çağrısı kısa ve net:
Dağlara gel dağlara!
BARZANİ MASKELERİNİ DÜŞÜRDÜ
Trolleri Barzani'nin MİT'in kontrolünde olduğunu iddia ediyor yıllardır.
Köşe yazarları Barzani'nin düşünsel sığlığından ve kullanılmaya müsaitliğinden dem vurup durdu.
Kürtlerin sözcülüğünü yapan HDP'li Türk vekiller de Barzani'ye hakaret ettikçe değer kazanıldığını keşfettiklerinden olsa gerek her fırsatta küfürlerin en galizini savurdular.
Ancak her defasında “Barzani, bunların maskesini düşürecek” dedim ve bugün haklı bir gururun sevincini yaşamaktayım.
Hani her defasında “Yasin Börü ve arkadaşlarının hunharca katledilişi PKK ve siyasi uzantısı olan HDP için dönüm noktasıdır” dediğimde de karşı çıkanlar, o tarihten sonra gün yüzü görmeyen örgütün kronolojik serüvenine baksınlar diyesim de gelmiyor değil.
Neyse Yasin Börü ve arkadaşlarını rahmetle yâd ettikten sonra gelelim Barzani ziyaretine ve paramparça olan maskeler ve kişilikler mevzusuna.
***
PKK, çatışma sürecini başlattığından beri gün yüzü görmedi.
Sanki Fethullah'ın bedduası FETO örgütüyle birlikte PKK'yi de vurdu.
Çatışmanın ilk gününden beri CEO'sunu maceraperest bir ergenle değiştiren bir yapı gibi hareket etti, etmeye de devam ediyor.
İlkin Ceylanpınar'da öldürülen iki polisi öldürmediğini, sonra öldürdüğünü, daha sonra da kendisine bağlı ama kendisinden bağımsız karar veren bir birim tarafından yapıldığını bildirdi.
Anlayan varsa beri gelsin.
Sonra karşılıklı saldırılar.
Ve kimin tarafından kulağına fısıldandığı meçhul – ki fısıldayıp harekete geçirenin MİT olduğuyla ilgili güçlü emareler var - çukurlar…
O çukurlardan dolayı yerinden yurdundan edilen Kürt halkı… Virane şehirler…
Onlarca şehrin yıkımı örgütün kan pompalayan hararetini söndürmediğinden olsa gerek yıkılmamış şehirlerin ortasında tonlarca bombayı patlatıp Kürt halkını cezalandırma çabaları…
Her adım Kürtlerin biraz daha uyanışına, her yıkım Kürtlerle örgüt arasındaki makasın daha da açılmasına vesile oldu.
Makas açıldıkça örgüt yalnızlaşmaya; örgüt yalnızlaştıkça siyasi ayağı olan HDP tutuşmaya başladı.
Arabulucular için ikna çabalarındaydılar, ancak çalınan her kapı yüzlerine kapandı.
Son umut, yıllardır kuyusunu kazdıkları Barzani'ye sarılmak oldu.
Barzani'yi sığlıkla suçlayan kalemler kalemlerini gizleyecekleri yer ararken, yılların siyasetçisi Barzani de Demirtaş'ı kabul ederek bütün cilalarını dökmeye kararlı.
Kendilerini Kürt siyasal hareketi olarak tanımlayan parti liderinin bir Kürt liderle Kürtçe konuşamaması ve tercüman aracılığıyla Kürtçe konuşması şehre uyum sağlamak için makyaj yapıp dozunu kaçıran, sonra da makyajı yüzüne gözüne doğru akan bir biçare kızın durumundan farksızdı.
Barzani, dünyaya Kürt liderin sadece giyimiyle değil konuşmasıyla da nasıl olması gerektiğini ilan ederken, HDP de Japon intihar sanatı olarak tanımlanan Harakiri yaptı bir bakıma.
Kurban Bayramı mesajını Kürtçe yayımlayan Recep Tayyip Erdoğan'ın “ben tercümanlık yapabilirim” dememiş olması da HDP için olumlu bir adımdır.
Ya Recep Tayyip Erdoğan tercümanlığa soyunsaydı?
Anıracak mı dersiniz?
Gülen'in yüzünün güldüğü, gözyaşlarıyla da duygulara kement attığı günler vardı bu ülkenin yakın tarihinde.
Tuzağa düşürdükleri kişilerle çektiği fotoğraflarda mesrur, onunla fotoğraf çekenler de kendilerini garantiye almanın haklı rahatlığını yaşadıkları günlerdi o günler.
İnsanlar onunla görünmek için sıraya giriyordu, tıpkı uzaklaşma yarışının kızıştığı bugünler gibi.
Örgütün eşref saatiydi, henüz eşek saatinden bihaberdi safdiller.
Sıraya girenlerden biri de Müjdat boş Gezen'di.
Kutsala hakareti meziyet sanan darbükatör de Gülen'in elindeki kasetlerle ilgili bir endişeden mi, yoksa Gülen'in uluslararası gücünün korkusundan mı bilinmez bir nedenle, birçokları gibi Gülen'le aynı karede görülmekte.
Gülen, yine her zamanki gibi meşru; darbukatör de birçokları gibi en rahat demini yaşıyor, belki de biraz demlenmiş bir halde.
Zira aradan yıllar geçecek ve darbükatör bu fotoğrafı çektiğini unutmuş olacak ki “Beni Gülen'le bir karede görürseniz çıkıp Taksim'de anıracağım” diyecektir.
Her anı ve fotoğrafı kayıt altına alan FETO örgütünün bilinçli bir ifşası mı, basiret ehli insanların arşivcilik dehası mı bilinmez, fotoğraf çok geçmeden sosyal medyada yayımlandı.
Şimdi darbükatör, Taksim'e- özellikle de Gezi Parkı'na çıkıp anırır mı bilmem.
Anırmaz desem sözüne sadık olmadığını bildiğimdendir, anırırsa da şaşmam, zira anırmayı sanat diye kakalar ve bu zokayı birçok kuş beyinli de eminim yutar.
Aynı zevat, Bedri Baykam'ın peçetesini de yutmamış mıydı?
Ya Fethullah'ın ağzını sildiği peçeteyi yutanlar?
Her biri başka bir gerekçeyle…
Yutan yutana…
TAMAM, TEKME MECZUPÇA, YA PENÇE ATAN?
Tarih: 16 Temmuz 1995…
Yer: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi konferans salonu…
Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulunun mezuniyet töreni…
Hemşirelik bölümünü birincilikle bitiren başörtülü kız, bir odada tutuluyor ve ödül töreni ikinci olan kişi çağrılarak başlıyor.
Birinci olan kız ve iki arkadaşı bir fırsatını bulup kürsüye çıkıyor ve hakkının gasp edildiğini söylüyor.
Böyle bir durumda sınıf arkadaşları arasından onurun o'sundan nasibini alan varsa destek olması gerekirdi. Ancak sanılanın aksine başka bir sözcüğün o'su olmayı meziyet bilen bir dişi fırlıyor ve birinci olan arkadaşının konuşmasına engel oluyor.
Başka işi olmayan bu dişi, tesettürlü kızın konuşmasına engel olmakla kalmıyor itiş kakışla boynunu büküyor, bir kahraman edasıyla masalarına meze olmayı meziyet saydığı insanlardan bu davranışı karşılığında taltif bekliyor.
1995'teki olayın bugün gündeme getirilmesinin sebebini çoğunuz merak etmişsiniz.
Bir meczubun bir bayana attığı tekmeyi – ki tekme atan meczubu kınıyorum – gündemin birinci sırasına oturtan haysiyet yoksunu zevatın hiçbiri, o gün hemşire olarak devlet memuru olan ve şu anda çalışan Serpil isimli o dişiyi kınamadı.
Köşe yazarlarımız köşelerinde o haysiyet celladını işlemediler.
Kayıtlarda resmi, görüntüsü ve saldırı anı saniye saniye verilen o dişi hakkında hiçbir savcı işlem yapmadı.
Hiçbir hastane müdürü o kadının yanında çalışmasından rahatsız olduğunu ifade etmedi.
Tekme atana karşı duyarlı gibi görünen zevat, o gün pençe atan bu yaratığa bir çift kelamı çok görmüşlerse, bugün kalemin ırzına geçmelerinin bir anlamı yoktur.
Tekme atan meczubun davranışını bütün bir kesime mal eden mallar, Serpil adlı o hemşirenin davranışına o gün yürekten alkış çalanlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.