Kutsal Bir Mekân ve Sembolik Değeri
Sembol kelimesi günlük hayatta sıklıkla kullanılan kelimelerden bir tanesidir. Sembol kelimesi Grekçe’de “sumbolos’, Latince’de “symbofum” Arapça’da ise bu kelime “r-m-z” köküne dayalı “remz” ile karşılanmaktadır.
Sembol kelimesi günlük hayatta sıklıkla kullanılan kelimelerden bir tanesidir. Sembol kelimesi Grekçe’de “sumbolos’, Latince’de “symbofum” Arapça’da ise bu kelime “r-m-z” köküne dayalı “remz” ile karşılanmaktadır. Sözlükte; “Bir fikir, düşünce, his vb.ni akla getiren, onu düşündüren işâret, resim, ses, harf, kısaltma vb. remiz, amblem, simge” olarak kullanılmaktadır.
Sembol, temel olarak, somut ve soyut olmak üzere iki yön(unsur)den oluşmaktadır. Sembolün somut yönü, herhangi bir göstergenin etrafını saran yan anlamlardan oluşan tecrübelerden meydana gelmektedir. Soyut yönü ise, bu tecrübelerde yansıyan soyut ya da aşkın gerçekliktir. Sembol, bu yönüyle, bütün gösterge türlerinden ayrılmaktadır. Buna göre, sembolü şöyle tarif etmemiz mümkündür: Etrafında çeşitli yan anlamların birikmesiyle oluşan tecrübelerle, soyut ya da aşkın gerçeklikleri analojiye (benzerlik/kıyas ilişkisine) dayalı olarak yansıtan, tecelli ettiren dilsel ya da görüntüsel göstergelere sembol denir.
Sembolün özelliklerini genel hatlarıyla, şöyle sıralayabiliriz: Sembol, kendisinin ötesinde olan bir gerçekliği işaret eder. Sembol, işaret ettiği ya da yansıttığı şeye katılmaktadır. Onunla, kapalı olan gerçeklik düzlemleri açılır. Açılan gerçeklik düzlemlerine karşılık gelen insanın ruhundaki boyut ve unsurları da ifşa eder. Sembollerin ya bilinçaltında oluşması ya da Kur’an gibi yüksek bir otorite tarafından empoze edilerek kabul görmesi gerekir: Aksi halde semboller fonksiyon icra etmezler. Semboller isteğe bağlı olarak değil, uygun ortamlarda canlı organizmalar gibi doğar ve gelişirler. Ortam değiştiğinde ise, artık toplumda bir karşılık bulamadıklarından ölüp giderler.
En genel anlamıyla semboller, üç kısma ayrılmaktadır: Birincisi, dil göstergeleri gibi, genelde nedensiz olarak ortaya çıkan gösterge türleridir ki, bunlara geleneksel semboller denilmektedir. İkincisi, bazı varlıkların, rastlantısal olarak başlarından geçen bir kısım tecrübelerden dolayı, kendi dışındaki bir şeye işaret etmesiyle oluşan sembollerdir ki, bunlara da rastlantısal semboller denilmektedir; Uykuda insanın bilinçaltının canlanması suretiyle gördüğü rüyaların ruh halini yansıtması bu şekilde gerçekleşmektedir. Üçüncüsü ise, evrensel sembollerdir ki, bu semboller ile yansıttıkları gerçeklikler arasında analojik[1] bir bağ bulunmaktadır. Analojik bağdan dolayı, bu evrensel semboller, her zaman herkes tarafından kavranabilme özelliğine sahiptirler. Allah’ın isimleri, cennet ve namaz gibi Kur’an sembolleri bu gruba girmektedir.
Kur’an ayetleri iki kategoriye ayrılmaktadır. Bu kategoriler; muhkem ve müteşabihattır. Muhkem ayetler; manası açık, anlaşılması kolay olan, anlam yönünden başka bir ihtimal taşımayan açık manalı ayetlerdir. Fiziki alemde fiziki alanın diliyle fiziki alandan söz edilenine muhkem diyoruz. Müteşabih ayetler ise; manası açık olmayan mana yönünden birden fazla ihtimal taşıdığından anlaşılmasında güçlük bulunan lafız veya sözü ifade eder. Başka bir deyişle; fiziki alanın dilini kullanarak metafizik alandan söz edenine ise müteşabih diyoruz. Buna göre, ana hatlarıyla muhkem ve müteşabih olmak üzere ikiye ayrılan Kur’an dilinin, sembollerini de “müteşabih alan semboller” ve “muhkem alan semboller” şeklinde iki grupta incelemek mümkündür.
Sembolik dil kuramı çerçevesinde, Kur’an dilindeki müteşabih unsurlar incelendiğinde, karşımıza genel hatlarıyla şöyle bir sembolik örgü çıkmaktadır: Allah’a isnat edilen bütün sıfatlar (isimler), melek, şeytan, cin, kıyametle ilgili sur, nefha vs. gibi terimler, ahiretle ilgili ba’s, haşir, neşir, mizan, sırat, cennet, cehennem vs. gibi daha pek çok sözcük, Allah’a isnat edilen ve haberi sıfatlar olarak nitelendirilen sıfatlar vs. Kur’an dilinin müteşabih alan sembollerini oluşturmaktadır.
Kur’an dilinde, sözcük ve ifadelerin düz anlamıyla doğrudan iletişimde bulunulan bölümü olan muhkem alanda da sembolik işlev gören pek çok sembol türüne rastlamak mümkündür. Bunları genel hatlarıyla, ritüeller, kıssalar, kutsal varlıklar, kozmik varlıklar ve kutsal mekanlar şeklinde sıralamak mümkündür.
Dindar insan için bütün mekanlar aynı özelliği taşımamaktadır. Bazı mekanlar diğerlerinden nitelik olarak farklılık göstermektedir. Bir mekânın diğerlerinden nitelik olarak farklılığını belirleyen şey, kutsalla olan ilişkisidir. Kutsalla ilişkisi olmayan mekanlar, aslında, şekilsiz ve niteliksiz (profan) mekanlardır. Dinlerde bir mekânın kutsal mekân olarak kabul edilmesi, yani orada kutsalın tezahür etmiş olması, söz konusu mekânı şekilsiz ve niteliksiz olan diğer mekânlardan ayırmaktadır. Daha doğrusu, kendisi gerçek olarak var olan kutsal mekân ile onu çevreleyen, geriye kalan bütün mekanlar arasında türdeş olmama ve farklılık arz etme durumu, kutsalın tecellisiyle ortaya çıkan zıtlıktan doğmaktadır. Kutsal mekân ve kutsal dışı mekân ayrımı, bütün dinlerde mevcut olan ve önemli bir ayrımdır. Böyle bir ayrım, aynı zamanda, bu dünyanın inşasına imkân tanımaktadır.
Kur’an’da Haram, Kâbe, el-Mescidul-Haram, el-Beyt ya da Bekke, el-Beledü’l-Emin gibi aynı kutsal mekânı gösteren niteleyici isimler olduğu gibi; el-Mescidu’l-Aksa, Tur-u Sina, Safa ve Merve, Meş’arı’l-Haram gibi kutsalın tecellisi söz konusu olan farklı mekanları gösteren isimler de bulunmaktadır. Bu isimler, mekanları gösteren özel isimlerdir. Bunlar dışında, yeryüzünde herhangi bir yerde kutsalı tecelli ettiren, cins isim olarak kullanılan mescid, beyt gibi mekanları gösteren isimler de yer almaktadır. Lakin bu mekanlardan bir tanesi var ki, tarihte birçok din açısından kutsal kabul edilen, sembolik birçok değer taşıyan, halen de kutsal değerini koruyan Mescid-i Aksa’dır yani Kudüs’tür.
Kudüs’ün Yahudilik için öneminin temelinde, Süleyman Mabedi’nin bu şehirde bulunmuş olması yatmaktadır. Birinci Tapınak döneminde Kudüs, “Allah’ın Evi” olarak kabul edilirdi. Kudüs’ün önemi Eski Ahit’te “Son Günlerde” ve “Adalet Gününde” anlatılıyor. İşayahu peygambere göre Kudüs “Adalet şehridir”. Burada son mahkeme kurulacaktır. Eski Ahit’te Kudüs aynı zamanda Ben-i İsrail’i sembolize eder. Onun yıkılması İsrailoğulları’nın sürgüne gönderilmesi ve gelecekte yeniden imarı da İsrailoğulları’nın sürgünden dönüşünün ifadesidir. Yahudiler, 1967′de Kudüs’ün kalbi dedikleri bu mekânı ele geçirdiklerinde 2000 yıldır Kudüs için tuttukları bir orucu tutmayı bırakmışlar ve “mesihin gelişi” ile tamamlanacak “tarihin sonundaki hadiselerin” ilkinin gerçekleştiğine inanmışlardır. Son yüzyılın milliyetçi Yahudilik hareketi Siyonizm, adını, Kudüs’ün bir sinonimi olan Siyon kelimesinden alır ve vermeye çalıştığı mesaj “İsrail’e dönüş hayallerinin gerçekleşmesi” hedefi ile yola çıktıklarıdır. Dünya Siyonist örgütünün merkezi de Kudüs’te bulunuyor.
Kudüs Hristiyanlar için, Tanrı’nın seçtiği şehirdir. Körleşmiş ve günahlara dalmış insanların arasına mesih olarak gönderdiği kendi oğlunu(haşa), insanlık için kurban ettiği topraklar ve Hristiyanlık tarihinin başladığı yerdir. Hz. İsa’nın kanıyla yıkanıldığına inanılan bu şehir, dirilişin, Hz. İsa’nın geri dönüşünün ve Tanrının krallığının yeryüzüne ineceği günlerin müjdecisi kabul ediliyor. Çile Yolunu yürümek, Golgotha taşını öpmek, Kutsal Diriliş/Kabir Kilisesinde ağlamak ve ibadet etmek asırlar boyu Hristiyanlar için kutsal bir onur olarak görülmektedir.
Kudüs’ün İslamiyet’teki önemi, Miraç olayının Kudüs’te yer alan Harem-i Şerif’te gerçekleşmiş olmasıdır. İslam dininin Filistin toprakları üzerindeki en eski yapısı olarak bilinen Kubbetü’s-Sahre, mavi çiniler ile süslenmiş altın kaplama kubbesi ile şehrin en görkemli yapısıdır. Kudüs’te Harem bölgesi olarak adlandırılan yerde bulunan Mescid-i Aksa ise, Müslümanların ilk kıblesidir. Bir buçuk yıl süresince, 624 yılına kadar Mescid-i Aksa Müslümanların kıblesi olarak kalmıştır. Daha sonra kıble tayini olayı ile Müslümanların kutsal kabul ettikleri başka bir mekân olan Kâbe, kıble olarak tayin edilmiştir. Kudüs, hadislerde Mekke ve Medine gibi değerli kabul edilir ve İslam’ın kutsal şehirler hiyerarşisinde ilk üç arasında yer alır. Yine Mescid-i Aksa’da yapılan ibadetlerin sevap açısından çok değerli olduğuna dair hadis-i şerifler de mevcuttur. Bir hadise göre ise burası, Mescid-i Harâm’dan sonra içinde insanların Allah’a ibadet etmeleri amacıyla yapılan en eski ikinci mâbeddir. Müslümanlar açısından Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın asıl önemi İbranilerle kesişen tarihlerini yeniden inşa çabasına dayanmaktadır. Müslümanların bu şehri sahiplenmeleri tarihsel süreçte rayından çıkarılan tevhidi geleneği tekrar rayına oturmak anlamına gelmektedir. Yani Hz. Davud ve Hz. Süleyman gibi tarihin ve tevhidi geleneğin son derece önemli isimlerini doğru yere yerleştirerek onlar üzerinden tarih yeniden yorumlanmaktadır. Bununla beraber Kudüs, tarih içinde çeşitli dinlerin mensupları tarafından ele geçirilmiştir. Bu anlamda şehir, farklı dinlerden inananlar için kendi tarihleriyle ilişkisi bakımından da önem arz etmektedir.
Hz. Peygamber; “Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır. Mekke’deki Mescidu’l-Haram’a, Medine’deki benim bu mescidime ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sav)’ın cariyesi Meymune (ra): “Ey Resulullah! Bize Mescid-i Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir” dedi. Resulullah (sav) da şöyle buyurdu: “Oraya (Mescid-i Aksa’ya) gidin ve içinde namaz kılın.” -Hadisin ravisi dedi ki: “O zaman burası Daru’l-Harb’di (yani Müslüman olmayanların hakimiyeti altındaydı).”- (Resulullah (sav) sözlerine daha sonra şöyle devam etti): “Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.”
İslam alimlerine göre burada belirtilen zeytinyağı bir semboldür. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya önem verilmesi tavsiye edilmiştir. Nitekim bu tavsiye doğrultusunda Hz. Ömer komutasında 636 yılında Kudüs fethedilmiştir.
Kudüs’ün Müslümanlar açısından daha birçok sembolik değeri vardır. İlk kıblemizin Mescid-i Aksa olması, İsra ve Miraç hadisesinin bu şehirde yaşanması, onlarca peygambere ev sahipliği yapması, tevhidi geleneği tarih boyunca sürdürmesi, Emeviler, Abbasiler, Eyyübiler, Memlükler ve Osmanlıların hakimiyetinde kalarak yüzlerce İslami eserle donatılması, Mekke ve Medine’den sonra en önemli üçüncü şehir olması, burada yapılan ibadetlerin çokça sevap içermesi vb. sebepler Kudüs’ü oldukça değerli kılmaktadır.
Her üç din için de kutsal bir mekân olarak kabul edilen Kudüs’ün yine her üç din için de paylaşılamaz bir yapısı vardır. Semboller ile kuşatılmış olan Kudüs bugün Yahudiler tarafından talan edilmekte ve işgal edilmektedir. Günümüzde Müslümanlar ve Yahudiler arasında olan Kudüs probleminden dolayı ülkelerin sınırları ve ülkelerin başkenti problemini ortaya çıkarmıştır. Kudüs, görünürde iki halk arasında ülkelerin sınırı ve hangi ülkenin başkenti olacağı noktasındaki tartışmaların konusudur. Bununla birlikte çatışmaların odağında olmasındaki asıl etken taşıdığına inanılan kutsallık anlayışıdır. Kudüs, her ne kadar tarihsel süreçte çeşitli dinlerin üzerinde hak iddia ettiği bir mekân olsa da günümüzde üç monoteist dinin kutsallık iddialarının merkezi olmasıyla öne çıkmaktadır. Dolayısıyla bu durum Kudüs’ün üç din mensupları açısından sıradan bir şehirden çok daha fazlasını ifade ettiği anlamına gelmektedir.
Hal böyle iken Kudüs davasına çözüm önerileri şu şekil de sıralanmaktadır:
a-Kudüs konusundaki sorunu çözmek için dinlerden birinin kutsallık iddiasının gerçek olmadığını ispatlamak ve ötekini yok etmeye çalışmak problemi içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Tam tersine yapılması gereken burayı isminde olduğu gibi bir “barış şehrine” dönüştürmektir.
b-Kudüs Müslümanlarındır kıyamete kadar da Müslümanların kalacaktır. Hz. Davud da, Hz. Süleyman da, Hz. İsa da, Süleyman Mabedi de Müslümanlarındır.
Tarihte Kudüs’e zaman zaman Haçlı ve Yahudi işgal girişimleri olmuşsa da bu girişimler kısa süreli olmuş ve Müslümanlar bu kutsal şehri tekrar tekrar fethedip kurtarmışlardır. 638 yılından 1099 yılına kadar Müslümanların elinde olan Kudüs, 1099 yılında Haçlı orduları tarafından işgal edilmiş ve 88 yıl sonra Selahattin Eyyubi tarafından Kudüs tekrar Müslümanların hakimiyetine geçmiş ve 1917 yılına kadar da Müslümanların hakimiyetinde kalmıştır. Şu anda da Yahudiler tarafından işgal edilmektedir. Bir gün mutlaka işgal altındaki Kudüs toprakları kurtarılacaktır. Bu kutsal belde eskiden olduğu gibi şanına ve şöhretine tekrardan kavuşacaktır.
KAYNAKÇA
*Ömer Faruk Yavuz, C. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi X/2 – 2006, s:385-403 “Kur’an’da Kutsal Mekân, Zaman ve Eşya Kavramlarının Sembolik Değeri”
*Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslam Ansiklopedisi, Muhkem ve Müteşabih.
*Nebi Bozkurt, TDV İslam Ansiklopedisi, Mescidi Aksa
*Cengiz BATUK ve Rabia MERT, Çatışan Kutsalların Ortasındaki Şehir: Kudüs.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.