Mehmet İkbal ATAK
Laik, demokratik, paralel hukuk devleti
Müslüman topluluklar olarak içerisinde yaşadığımız adı sanı farklı yüzlerce devlet var. Her bir devletin de kendine göre yüzlerce alamet-i farikası var. Belki bir iki istisna hariç ama yüzlerce devletin bir de ortak bazı özellikleri bulunmaktadır.
O ortak özelliklerin ilki, içerde(n) yürütülen politikaların dış menşeli olmasıdır. Tıpkı devlet sistematiğinin oluşturulmasında “dış” denen faktörün belirleyici etkiye sahip olması gibi. Hâl böyle olunca içerdeki gizli güç koltuğuna kimin oturacağı, nerede, ne zaman, ne tür siyasal-sosyal krizlerin patlatılacağı, kimin kimle vuruşturulacağı veya ne ile dengeleneceği gibi temel hadiselere hep dışarıdan yön tayin edilir. Nitekim hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde baş gösteren krizlerin akabinde sıkça vurgusu yapılan “dış güçler” ve kimi zaman Amerika veya israil gibi açıkça isim belirtilerek işaret edilen gerçekler “dış müdahalenin” içerdeki en tipik yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu ortak özellik, emirlik, krallık, sultanlık tasallutundaki ülkelerde sıkça yaşandığı gibi “İnsan haklarına saygılı, laik, sosyal, demokratik hukuk devleti” sıfatlarına haiz olma iddiasındaki ülkelerde de sıklıkla yaşanıyorsa etkileyici güce sahip “gizli iktidar / derin devlet” koltuğunun nereden kumanda ile çalıştırıldığını anlamak daha da kolaylaşmaktadır.
Bu aslında başka bir olguya işaret etmektedir. Kimisinin yönetim sorunu, kimisinin sistem sorunu, kimisinin de rejim sorunu diye zaman zaman dile getirdiği gerçek de tam burada başlamaktadır.
Doğrusu bugün tüm İslam ülkeleri olarak yönetim sorunu yaşıyoruz, sistem sorunu yaşıyoruz, rejim sorunu yaşıyoruz. Her dönemde farklı vasıftaki sorunlar yaşasak da dönüp dolaşıp yine aynı yapısal sorunla yüzleşmekten kurtulamıyoruz.
Türkiye, kuruluş yıllarından itibaren periyodik aralıklarla yığınca sosyal ve siyasal sorunla karşılaştı. Sorunlar bir yönüyle modernizme geçiş serüveniyle alakalı olsa da en etkili yön, küreselleşme denen neo-imparatorluk düzeninin bir parçası haline geçiş serüveninin sonucu olmuştur.
İnsanoğlu kişisel olarak benliğinden, inancından, gelenek ve göreneğinden uzaklaştığı ölçüde nasıl ki yoz kültürün manyaklığına düşüveriyorsa, ülkeler de aynen fertler gibi ait olduğu toplumsal dinamiklere sırt çevirip küresel imparatorluğun bir uzvu haline geldikçe manyaklık çukuruna düşmekten kurtulamaz. Dayatılan manyakça sistem, manyakça yapılanma, manyakça siyaset ve peşi sıra gelen sorunlar silsilesine manyakça çözümler birbirini kovalamaya başlar.
Hep aynı kısır döngü sürüp gidiyor. Sistem veya rejim(hangi kavramı tercih ederseniz) arıza yapınca sorun pilotaj hatasına bağlanıyor, kaptan pilot linç edilerek yerine bir başkası geçiriliveriyor. Topluma tam da rahatlama havası pompalanırken arıza belirtileri yeniden baş gösteriyor. Arızalar üzerine kurulu sistem bir türlü düzelme nedir bilmezken sorun hep siyaset-vesayet ikilemi arasında tercih yapılarak aşılmaya çalışılıyor.
Olmuyor… Olmuyor… Olmuyor!
Çok da gerilere gitmeyelim. 2007’de başlayan Ergenekon operasyonları, Türkiye’nin bir asra yaklaşan arızalarının tümünün kaynağı olarak gösterildi. Meğer tüm toplumsal huzursuzluklar, siyasi ve ekonomik çalkantılar Ergenekon kaynaklıymış. Öyle bir kampanya başlatıldı ki, Ergenekon tasfiyesi sonrası Türkiye’yi tutabilene aşk olsun demeye getirildi. İfşaatlar, skandallar, belgeler, kayıtlar, kasetler, tutanaklar, ifadeler, operasyonlar, yargılamalar, cezalar ve tasfiye.
Sonuç???
Bugün için yaşanan duruma bakılırsa kaset tekrar başa sarmış görünüyor. O gün Ergenekon bağlamında söylenen her şey, aynı metodolojik yöntemle adına “Cemaat” denen yapı için tekrarlanıyor. 2007 imal tarihli Ergenekon sonrası 2014’e adım attık, oysa tartışma ve hesaplaşma harekâtında yine 2007’ye dönmüş olduk. O gün Ergenekon lafını deyim yerindeyse “Lanetullahi Aleyh” eşliğinde kullanan önemli zatlar bugün “Aslında Ergenekon sürecinde kahraman ordumuza büyük bir kumpas kuruldu” diyebiliyorsa, o halde onca Ergenekon gürültüsü ne diye çıkarıldı?
Tamam, bugün için henüz hukuki anlamda sanık sandalyesine oturtulmamış olmasına karşın sadece ucu görünen “Paralel yapı”nın Ergenekon’a taş çıkartacak katı bir vesayetçiliğe dönüştüğünden kuşku yok. Ama vesayetten kurtulmak adına yaşanan onca curcunadan sonra şayet daha katı bir vesayetçilik oluştuysa, bunu sadece “Ustayı yemeye ayarlı” yeni vesayetçinin beddualarıyla izah edemezsiniz.
Dün Ergenekon sorunu dendi, tartışmalar şahıs ve şahısların iğfal ettiği kimi kurumlar üzerinden yaşandı. Bugün sorunun adı “Cemaat” kondu, tartışmalar yine aynı metod üzerinden sürdürülüyor.
Diyelim ki “Cemaat” denen 2014 model vesayet aygıtını bertaraf ettiniz. Peki, bir daha başka marka ve model vesayet aygıtının oluşmayacağına kefil olacak mısınız? Olamazsınız. Çünkü küresel imparatorluk adaptasyonu, doğası gereği devlet aygıtı içerisinde iki ayrı devlet öngörür. Biri görünür; öbürü görünmez, yani gizli, yani derin, yani paralel devlet!
Ne mi demek istiyorum?
Malumunuz, son arıza biraz da tarafların taşıdıklarını iddia ettikleri İslami kimlik üzerinden yürütülüp az buçuk İslamcılık tartışmalarına da gömüldüğü göz önüne alınırsa şuna işaret etmek istedik:
“Ey iman edenler! İman ediniz…”
Devlet aygıtının yeniden dizayn edilmesinde, kanun ve nizamlarda, sosyal, ekonomik ve siyasi politikalarda… Ve tüm alanlarda! Bir asırdır yakalayamadığınız “Sosyal ve hukuk devleti” ilkesini biraz da ilahi ölçülerde arasanız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.