Manevi Fay Hatları
Şan ve şerefle dolu çağları bir dem kanatlanarak, bir dem kör topal yürüyerek, bir dem de hayat-memat sürünerek vardılar, Bilişim Çağı denen zamanın eteklerine İslam'ın çocukları.
Şan ve şerefle dolu çağları bir dem kanatlanarak, bir dem kör topal yürüyerek, bir dem de hayat-memat sürünerek vardılar, Bilişim Çağı denen zamanın eteklerine İslam'ın çocukları.
Hiç bu kadar hazırlıksız değillerdi zamanın getirdiklerine-getireceklerine karşı.
Ne geçmiş asude zamanların çakmak çakmak ışıltısı var gözlerinde şimdi, ne de cihana sultan olmanın ihtişamıyla oturdukları tahtları var altlarında.
Sarayları başlarına yıkılmış; horlanıp harlanarak sokaklara aç, sefil bir vaziyette atılmışlar; adına inkılâp denen, hürriyet denen, kurtuluş denen operasyonlarla.
Cihana adalet dağıtan erdemin efendileri iken zulüm gemisinin mazlum kürek mahkûmları oldular ansızın.
Ansızın, çünkü hala pek çoğu farkında değil cihanı alt üst eden dokuz şiddetindeki depremin. Merkez üssü insanlık değerleri ve ahlak sistemi olan deprem, bir uçtan bir uca tüm insanlığı çevreleyen fay hattında taş üstünde taş komamış sonuç olarak da insanlık namına ne var ne yok yerle yeknesak ve harap olmuştur.
Özellikle İslam beldelerinde şiddetli yıkıma neden olan bu manevi depremi manevi erozyonlar ve sair afetler takip ededurmuş, depremden salim kurtulmayı başarabilen yerler de böylelikle viraneye dönmüştür.
Mana âleminin yerbilimcileri insanlık zemininde yaptıkları sismik ölçümler neticesinde bu dehşetli depremi yer ve zaman bildirerek öngörüp haber vermiş ve depremi tetikleyen unsurları mana bilimselliği içerisinde bir bir sıralamışlardı.
Sıralamışlardı… Ama Âdem aleyhisselam’dan bu yana vahy öncülüğünde kutlu Nebiler silsilesinin en görkemli mucizelerle ayan beyan ispat ettikleri hakikatlere, insanlık ne kadar alaka duyup kulak astıysa, şimdi de bu uyarılara o kadar dikkat kesilip ders almıştır.
Tarih içinde zaman zaman insan toplulukları peygamberin huzurunda iken bile hezeyanlar içerisine girmiş ve kendilerine kurtarıcı olarak gönderilen Nebi aleyhisselatu vesselam’ın hüzün dolu bakışları arasında en acıklı felaketlerle yok olup dehşetli ikab yurduna yuvarlanmışlardır.
İnsanlık gaflet beşiğinde derin uykulara daldığı zaman, mü’min topluluk ubudiyet dergâhının kapısında pür dikkat nöbet bekler insanlığı helakten kurtarmak için. Davudi sesiyle nida eder uykucu insanlığa ki beşikten fırlayıp uyansınlar ve ubudiyet kıtasında tekrar hizaya dizilsinler diye… Bir nida ki, şeytanın salladığı beşiği darmadağın eden, uykuyu öldüren bir sayha gibi yankılanır yeri göğü inleterek.
Ubudiyet dergâhının kapısında insanlığa bekçilik eden İslam'ın çocukları! Siz o beşiğe girmeye yeltenir; rehavet, gözlerinize ağır bir uyku ilka ederse hali nice olur cihanın? Kim kalır geride dua ve ibadetiyle âlemi hercümerç olmaktan kurtaracak?
İlahi yargı yakalara yapışmadan ve acıklı azabın nefesi enselerde hissedilmeden uyanmak ve hatayı terk edip doğruya yönelmek; batılı bırakıp hakka yapışmak yaraşırdı âdemoğluna. Akıl bunun içindi, his bunun için. Onca yetenek, kalp, göz ve kulak bunun için. İnsan olarak yaratılma ve insan olarak isimlenme hep bunun için… Hep farkında olmak için… Uykulu zamanlarda uyanabilmek için. Şaşırdığında tekrar bulmak için. Kaybolduğunda aramak ve ebediyete doğru yükseltilmiş kulluk merdivenini tırmanmak içindi hep.
Ders alınası o kadar çok işler gelir ki başa her gün; ibret nazarıyla bakıldığında bir teki dahi insani zulmet kuyularından cennetlere çıkaracak ölçüde nasihatkârdır. Günde on defa mı, yüz defa mı? Kaç kez? Kaç kez yanar durur ilahi ikaz lambası her bir kişinin de hiç birine aldırış etmez bir kez olsun. Bir kez olsun dönüp bakmaz çevresinde olup bitene. Ne oluyor? diye bir kez soruverse ayetçe bir ilham ile, buluverecek belki bulunası esrarı. Âlemin devranını uyanık gözlerle kolaçan etse çözecek şifresini yaratılış gizeminin; aralayacak perdesini imtihan sırlarının.
İnsanlık, dalalet ile müsabakasında havluyu çoktan attı ve mücadele ringinin dışına atıldı moraran gözü dağılan yüzü ile… Peki ya İslam'ın çocukları? Onlar dalalet ve cehaletle savaşlarında ne âlemdeler şimdi?
İslam'ın çocukları yaratılış mektebinin hüşyar talebeleriydi oysa… Gönlü zengin, ufku engin, aklı dingin, fıtratı rengin İslam'ın çocukları...
Dünya çocuklarına masal kadar olağanüstü gerçek bir tarih hediye ettiler heyecan dolu sergüzeşt-î maceralarında…
Gözleri karaydı karanlıklarla savaşırken... Aydınlık yüzleri güneş doğmasa da aydınlatmaya yetiyordu cihanı...
Başları dik, alınları aktı mazilerine dönüp bakarken… Utandıracak, yüzlerini kızartacak, bakışlarını yere eğecek bir fiil bulaşmamıştı pak siretlerine yüzyıllar boyunca…
Ne ki olan olmuş, şaşa’alı mirasını yerle bir eden bir depremle yığılıvermişti masallar diyarının ela gözlü Haydarı.
İslam’ın sırtı yere gelmez yiğidi nasıl oldu da saplandı kaldı gaflet ve cehalet çamuruna... Onu bu ayılmaz uykulara daldıran nedir?
Şimdi kim dalaletin böğrüne hançer saplayacak? Kim cehaletin karanlık perdesini ziyasıyla yırtacak. Kim yetimin başını okşayacak, mazlumun imdadına koşacak? Kim feryadını dindirecek mustazafın tüm cihan sathında? Kim soracak şimdi bu hal nedir diye?
Rabbin ikazlarını ciddiye alıp silkelenme zamanı gelmedi mi? yoksa bunca manevi deprem ve ikaz bir o kadar maddi deprem ve ikaz eşliğinde yeterli gelmez mi sadık bir uyanışa?
Daha dün Tsunami denen asrın felaketinde, kıyamet ölçekli ikazlar edildi kâinatın Rabbi tarafından, memleketler yok oldu, coğrafyalar altüst oldu. Ve beriki gün… Beriki gün yanı başımızda, bu günlerde yıldönümü münasebetiyle lütfen hatırladığımız dehşetli Marmara Depremi… Ad ve Semudça rumuzlar eşliğinde, Sodom Gomore anımsatmalarıyla bizi sallayıp sarsmadı mı?
Hep unutulup gidecek mi böyle? Bunlar hikmet dolu, şefkat dolu, ibret dolu uyarılar değil mi?
Evet, küfür bataklığına boylu boyunca dalıp gitmişlerin lakayt, aldırışsız ve umursuz olmalarını önemsemiyoruz, önemsemiyor kimse…
Peki ya İslam’ın çocukları, İslam bayraktarları… Hani ya İslam’ın yiğitleri? Onlar nerede? Niçin İlahî frekansta mesaja cevap vermiyorlar hâla? Niçin Rablerinin çağrısına lebbeyk demiyorlar? Neden ikaz ve uyarılar karşısında estağfirullah deyip Hakka hakça sarılmıyorlar hemencecik? Uzun uzun düşünülmesi gerekir tüm bunların…
Ey İslam’ın gözbebekleri! Varsın bütün dünya tüm bu olup bitene adi tesadüf desin. Varsın kimse anlamasın büyük haberin ne olduğunu. Varsın cahiller “Rabbinizin ikazlarına kulak verin” diyen mü’minlere meczup desinler ve hatta zindanlara atıp asıp kessinler.
Fakat sen, ey zamanın gözlerinden ışık içtiği mü’min çocuk! Ey hikmet okulunun yüksek lisanslı parlak mücevheri! Sen bilmez misin ki hikmetsiz ve izinsiz bir yaprak dahi kıpırdamaz bu âlemde. Deprem ne ki?.. “Sivrisineğin ısırması bile İlahî bir ikazdır” de ve haykır. Haykır ki haykırışın, kara cahil zorbaların Nemrudî beyinlerini kemiren sivrisinek olsun.
Senin ibret dolu bakışlarına güneş bile hayrandır ey mü’min yiğit! Ferasetli nazarın Aladağları bile eritiyorken, aç asırlık uykudan gözlerini ki cihan, haşmetli gölgende serinleyip bilgelik şerbetini ellerinden içsin.
Maatteessüf bu ayki yazımıza bir kutlu cengâverin şehadetinin üzüntüsüyle son veriyoruz. Ancak şehadetin bir kayıp değil, bir nimet olduğunu Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselamın şu hadisiyle bildiğimizden teselli bulabiliyoruz. “Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde ve çadırda yaşayanların benim olmasından daha sevgilidir.” (Nesâî, Cihâd)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.