Marifetullah

Marifetullah

Ey marifete giden binler yolu kulları için icat eden ve kendisine giden yolları kolaylaştıran!

Tüm varlığı ezeli ve ebedi ilmi ve kudretiyle yaratan alemlerin Rabbi ve Maliki Allahu Teala’ya hamd ediyorum. Onun habibi, kulu seçkinler seçkini, irfan ve hakikat mektebinin baş muallimi, Hz. Muhammed Mustafa’ya; pak aline, irfan deryasının kaptanları olan ashabına, tabiine, muhakkikine, ariflere ve her mü’mine salat selam ediyorum.

Şahan ve kartalların uçuştuğu hakaik meydanında, şu derya-yı irfanda kelam etme hakkımın ve takatimin hiç olmadığını biliyorum. Ama madem yaratılışımın gayesi ve hikmeti, yaratanımı bulmak, tanımak ve ona itaatkâr bir kul olmaktır; o halde ben de Marifetullah’a giden yolda ruhumun, kalbimin ve fikrimin seferber olması için, dua niyetiyle say edebilir; ve hasbihal makamında, muhabbet deminde siz her ferdi benden daha arif dostlarımla sohbet edebilirim.

Ey marifete giden binler yolu kulları için icat eden ve kendisine giden yolları kolaylaştıran! Ey yarattığı her şeyde kendini gösteren Zahir! Ey her varlıkta sonsuz cilveleriyle görünen Meşhud! Ey meariflerin en marufu!... Seni tanıyamadıysak eğer; gözümüzün körlüğünden, fikrimizin kıtlığından ve gönlümüzün pencerelerine kendi elimizle çektiğimiz kalın ve kapkara enaniyet perdelerindendir. Ey varlığın Şems-i Sermed’i! Gözlerimizi nurunla aydınlat! Bizi nefsimizin tasallutundan ve enaniyetin zulümatından kurtar. Bizleri marifet pınarının ab-ı hayatıyla tertemiz kıl!

Ey marifet erbabı kardeşlerim! Gelin sizinle bir sefere çıkalım. Marifet meydanının şahbazları Veliyullah’ın engin kanatlarında bir tüy olup onlarla beraber sonsuzluk vadilerini; irfan, ihsan ve ikram mertebelerini seyran edelim. Mevcudat yüzündeki esrar perdesini Kur’an’ın muciz sırrıyla kaldıran; Yüce Halık-ı mevcudatın her bir aynasında binler cilvelerle seyreden; küfrün ve inkarın her tarafı karanlığa, kokuşmuşluğa gark ettiği deccal asrının vahşetgâhını, Kur’an’ın envarından elde ettiği güneş misal lambayla revnekdar bir cennet bahçesine çeviren Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin gözbebeklerinde bir zerre olalım ve onun gözüyle Rabbimizin cemalini varlığını nurlu aynalarında seyredelim.

Evet, bütün varlık O’nun, bütün varlık O’ndan ve bütün varlık O’na müteveccihtir. Hayat O’nun, ölüm O’ndan, ezel O’nun, ebed O’nun ve tüm mülk O’nundur. İnsana yarar, insana lazım, insanlığın muhtaç olduğu her şeyin maliki O’dur.

İnsan “yok” iken ve “hiç” iken onu “var” etmedi mi? Onu var ettikten sonra ihtiyacı olan her şeyi ona vermedi mi? Ona bütün bir alemi boyun eğdirip hizmetine koymadı mı? Dalalet ve cehalet bataklığına saplanmasın diye ona rahmet hazinelerinin miftahları olan elçiler gönderip elinden tutmadı mı? Ona genişliği yer ve gökler kadar olan ebed cennetlerini yaratmadı mı? Ona akıl, kalp, irade… hasılı Rabbini bilmeye yarayacak tüm cihazları vermedi mi? Peki o halde, insan kimden yüz çevirmekte ve niye yüz çevirmektedir? Kimin hesabına yüz çeviriyor? Bu yüz çevirme kimin işine yaramaktadır? Evet bu yüz çevirmeyle insan sadece kendine zarar veriyor ve kendini büyük bir hüsranın ve azabın içine sürüklüyor…

Takatim olsa da yürüyebilsem marifetin zümrüt, yakut döşeli yollarında… Ama eyvah ki vah! Zincirlerim ayaklarımı bağlamış, boynumu bükmüş; beni esfelin en kuytusuna hızla çekip götürmek istemekte, yürümeme engel olmaktadır.

O’nu hakkıyla tanımak ve tanıtmak haddim olmasa da vazifem olduğunu biliyorum. Sa’yimi vazifeme bina ediyorum. Evet O’nu tanımak vazifemizdir, yaratılışımızın yegane gayesidir. O’nun marifetine ve kulluğuna ulaşmamış hayat, hayat değil; belki hayatı inkardır. Varlık O’nunla vardır. O’nsuz hiçbir şey var olamaz. Yokluktan çıkarma da O’nun şe’nidir. Tüm varlığın tek yaratıcısı, mülkün tek maliki O’dur. Ve mülkü, kendisini gösteren ayna şeklinde yaratan O’dur. O aynanın milyonlar, milyarlar pencerelerinde Esma ve Sıfatının sonsuz cilveleriyle görünen marifet pınarına ulaşma ile görevli biricik varlık ise Ben-i Adem’dir. Ben-i Adem, bu ulvi vazifesini hakkıyla yerine getirebilecek kabiliyet ve cihazata sahiptir. Ve de varlığın aynalarından yansıyan cilvelere nazar edecek basiret ve iştiyaka sahiptir. Allahu Teala da nazarların çevrilebileceği her şeyde, tefekkürlerin uzanabileceği her zaman ve mekanda kendini gösteriyor ve seyrettiriyor. Kendisine doğru giden ve marifet deryasının kıyılarına uzanan belki de nihayetsiz yollar var eden Rabbi Kerimimiz bilinmek, tanınmak ve bu tanınmanın sonucu ubudiyet istiyor.

Bu hakikate binaen İslam alimleri Marifetullah’a giden yollarda seyr-u sefer edip irfan hazinelerinin muhteşem incilerini, elmaslarını keşfetmiş, kimisi ulaştığı makamın doyumsuz zevk ve sekrine kapıldığı için onu tarif etme takatini kendinde bulamamıştır. Kimisi de nebevi izde seyr-u sefer etmiş, gizlilerin en gizlisine ait esrarlı marifete ulaşmış; nebilerin izinden gittiği yoldan mürşitçe dönmüş ve yine nebiler gibi keşif ve kerametlerini irşat etmiş; bu yolda mü'minlerin önünde rehberlik eden yıldız olmuştur.

Hz. Adem’den bu yana tüm peygamberler de dahil, bütün alim, abid, salih, arif, muhakkik, derviş, sufi.. hasılı tüm Evliyaullah’ın yönü Marifetullah olmuştur. Arayıp durdukları ve bulduklarında da zirvesine ulaşmak için sürekli say-ü sülük ettikleri yön, Marifetullah dağıdır. Çünkü varlık aleminin biricik sırrı ve aranılası yegane irfan cevheri Zat-ı Bari Teala’dır. Tüm varlık, emsalsiz, şeriksiz ve her türlü noksandan münezzeh Allah Tebarek ve Teala’ya nazaran yok hükmündedir. Veya yokluğun kıyısında her an ademe gitme sancısıyla inleyen nim-mevta cenazeler kabilindendir. Eğer insanoğlu rabbini bilip hakkıyla kulluk etmezse, tümden ölü sayılacak, hatta yokluk hükmüne girecektir.

Peki Rabbi Rahim’i, Halık-ı Kerim’i bulmak çok mu zordur? Cevap; “Hayır!” ve “Asla!” olacaktır. O’nun marifetinin zirvelerine ulaşmak bir parça zor olsa da, Halık olarak, Rabb olarak O’nu tanımak ve bilmek varlık içinde en kolay iştir kanımca. Zira her şey O’nu haykırıyor, her şey O’nu gösteriyor, her şey O’nu çağırıyor, her şey O’nu anlatıyor.

Görmez miyiz ki, küçücük bir bal arısı Rabbini tanıyor ve hatta büyük bir Üstad olup kendisine marifet nazarıyla bakanlara tanıttırıyor, gösteriyor.

Hakir bir karınca Halık’ını biliyor ve tesbih ediyor, kör gözlere parmağını sokarcasına gösteriyor.

Küçücük, nazenin kelebek Rabbini ve Sani’ini minnacık tül kanatlarında yüzler nakışla takdis ediyor; Rabbinin, Sani’inin her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu aleme gösteriyor. Esma-i Hüsna sahibi, Cemal ve Kemal’e nazdar ve niyazdar bir ayna olup gafillerin çirkin suratlarını tokatlıyor.

Ey varlığın sahibi Yüce Rabb” Güneş Sen’i işitiyor, ay nurunla parlıyor, gece ve gündüz Sen’i sena edip semah yapan iki derviş… Rüzgar Sen’i çağırıyor, bulut haşyetinden ağlıyor, toprak aşkından çatlıyor, dağlar ve taşlar heybetinden kaskatı kesildiler. Herkes ve her şey Sen’i anıyor; diller farklı, renkler farklı, cisimler farklı, zikirler farklı, tesbih farklı olsa da hepsi bir tek manayı haykırıyor:

Allahu Ehad!

Bunu bilmeyen var mı? Bunu herkes biliyor. Bunu şeytan bile biliyor. Birkaç tane kör, sağır, kalpsiz ve ruhsuz insancıktan başka bütün varlık Sen’in arifin. Ben de Sen’i anma ve Sen’i bilme cüretini karıncadan, tırtıl böceğinden, balıktan, sivrisinekten, gülden, ceviz ağacından, kırlangıçtan aldığım cesaretle gösterebiliyorum. Madem bu şuursuzlar ve iradesizler ordusu Rablerini bildiler ve tanıdılar ve de tazim ve takdis ettiler; bana ne olmuş ki, Halık’ımı, Razık’ımı tanımayayım. O’nun marifet kapısının önünde diz çöküp Rahmet rüzgarının üzerime esip beni okşamasını dilemeyeyim?.. Bana ne olmuş ki, gören gözlerimi çıkarıp atayım, tefekkür eden aklımı çürümeye terk edeyim, hisseden ve hazzeden kalbimi mühürleyeyim?.. bana ne olmuş ki sarp, zorlu ve gidenin geri dönmediği isyan, gaflet ve dalalet yokuşlarına kendimi vurayım? Evet bana ne olmuş ki, insanlıktan istifa edip alçalıp da hayvandan daha aşağılara, esfel-i safiline düşeyim?

İşte bundandır ki, insanların Rablerini tanıyıp O’na kullukta bulunmaları, hatta irfanın ulvi mertebelerini tırmanmaları beni hayrete düşürmüyor. Beni, insanların Rablerinden gafil olup üstüne üstlük isyan ve tuğyanları hayret ve dehşete düşürüyor.

Hz. Ebu Bekir (ra)’in sıddıkiyetine şaşırmıyorum. Hep Ebu Cehil’in cehaleti beni düşündürmüştür. Ebu Leheb’in eblehliği içimi kemirmiştir hep.

Hz. Gavs-ı Geylani’nin keramet deryalarına dalışları, Hz. İmam-ı Rabbani’nin, marifet ufuklarını delip geçmesi, Hz. Üstad Bediüzzaman’ın Marifetullah güneşini başının üstüne alıp zifiri zulmet asrını aydınlatması… ve onlar gibi binler, yüz binler arif evliyaullah’ın hepsi ubudiyet vazifesinin muktezası, yolun yolcularıdır. Bu cihetle hayret uyandırmazlar. Lakin, rahmeti yerin göğü doldurmuş Allah-ı Kerim’in cehennem gibi büyük bir ceza ve azabına müstehak olacak kadar insanoğlunun körelmesi, gafleti, habisliği ve hainliği dudakları uçuklatan, gözleri yerinden fırlatan, beyni zonklatıp kanı donduran; hayret, dehşet ve garabet bir halettir ki cehennemi, azim ve cesim kütlesiyle hiddetlendirmiştir. “Neredeyse öfkeden parçalanacak.” Bu; Allah, melekler ve temiz ruh sahiplerinin tel’inini hak etmiş şeytani bir dalalet halidir.

Evet, marifetin engin Ummanlarında, gezinip yüce Rabbe uzanan sonsuzluk ufkunu temaşa edip kendimizden geçmek çok güzel. Keşke üzerimizdeki kiri pası atabilseydik de arifin yollarını daha layıkıyla ve ciddi bir gayretle temessük edebilseydik. O zaman bizler de bu deryanın inci mercanlarına hissedar olabilirdik. Rabbimizi tanıdığımız gibi kulluğumuzu da bilecek ve kulluğumuzdan kâmil bir haz duyacaktık. Mübarek Ramazan ikliminin serin meltemini alnımızda hissettiğimiz ve de rahmetin kucak kucak bizi sarmasını umduğumuz bu zamanda konu olarak Marifetullah daha da bir önem arz ediyor. Ve fakat yazı ve kitabet bizlere sınırlı mekanlar tanıyor. Oysa tefekkür ve gönlün kalemi sınırsız mekan ve zamanlarda at koşturuyor. Biz bu kalemi kendi meydanıyla baş başa bırakıp marifet piri Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin nidasıyla sohbetimizi noktalayacağız:

“Faniyim, fani olanı istemem

Acizim, aciz olanı istemem

Ruhumu Rahman’a teslim eyledim; gayr istemem.

İsterim, fakat bir yar-ı baki isterim

Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.”

Bu faninin sesine kulak verin Azizler! Kulak verin bu en haklı sadaya. Dikkat kesilin bu paha biçilmez nidaya. Ey faniler! Fenayı terk edin. Faninin faniye ve fenaya ihtiyacı yok. Ey Acizler! Aczi ve acizi bırakın. Kudret ve iktidarın manbaını arayın. Acizin acizden müktesebatı aczdır. Dünya kainatta bir zerre ve sen de o zerre içinde bir zerresin. Ey Zerre! İçindeki heva, heves ve nefsani arzuyu terk et. Onlardan yüz çevir. Yüzünü Sermedi Güneş’in nuruna çevir. Hiçlikten, çirkin yolculuktan çık. Varlığa ve tüm varlığın Malik’i, ezel ve ebed Rabbine müteveccih ol. O’nu ara, O’nu bul, O’nu tanı, O’na layık kul ol. Sonra da ihlas ve takva merdiveniyle Marifetullah’a tırman ve kartal misal bir arif ol. O Rabb-ı Kerim kainatı senin avucuna koysun, sen de Rabbinin bin bir Esma’sını ezel ve ebed makamından seyret.

Vesselamu Aleykum.

İnzar Dergisi

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.