Markar Esayan: Başörtüsü yasakları kalkmalı
Taraf gazetesi yazarı Markar Esayan, kılık kıyafet serbestliğinden sonra özgürlüklerin daha da artmasını ve başörtüsü yasaklarının kalkması çağrısında bulundu.
Türk tipi modernleşme şekilsel olduğu ve bir derinlik üretemediği için, hâliyle giyim kuşam gibi, aslında insanın özelinde kalacak bir olgu her zaman merkezî, ideolojik bir öneme haiz oldu. Mustafa Kemal’in Şapka İnkılâbı, toplumun hemen değiştiğini görmek isteyen bir acelecilik dışında, temel olarak insana ve tarihe saygısızlığı da şiddet eşliğinde sergileme merakındaydı. Osmanlı’daki modernleşme çabaları da aslında dünya ile birleşme, dünyadan değer alırken ona da bir şeyler katma düşüncesinden ziyade, çöken devletin ordusunun modernizasyonu ihtiyacından neşet etmişti.
Şimdi Bakanlık bir yönetmelik değişikliğine giderek kıyafette tek-tip formaya son verdi. Okullarda mini bir referandum yapılarak eğer yüzde atmış oranı yakalanırsa formaya devam edilebilecek. Ama asıl sorun İHL, İHO’larda ve tüm okulların seçmeli Kur’an-ı Kerim derslerinde başörtüsü takmanın serbest bırakılmış olması. Cumhuriyet gazetesi dün bu haberi “Bunun sonu çarşaf” diye vermiş.
İşler ne zaman bu noktaya dayansa, sadece Cumhuriyet, Sözcü ve CHP çizgisinde değil, laik hassasiyete sahip çoğu kesimlerde alarm zilleri çalıyor. Üniversitede başörtüsü özgürlüğüne destek veren demokrat kesimlerde bile kafalar karışıyor. 18 yaşını geçen bir kişinin kıyafet seçimi özgür bırakılmalı, hele hele hak kaybına müsaade edilmemeli ama, henüz kendi hayatı hakkında karar veremeyecek çocukların, üstelik kamu alanında başörtüsü takması, çoğunluğa göre zararlı bir durum. “Laiklikle ve modernlikle” de çelişkili. Karanlık çağların başlangıcı.
İdeal olan durum, Türkiye’de tarikatların özgür bırakılması, din okullarının açılması ve çocuklarına dinî bir eğitim vermek isteyen geniş kesimlerin bu ihtiyacının karşılanmasıdır. Ama eğitim sistemimiz ideolojik olarak kurgulanmış bir karadeliğe dönüştüğü için, köklü bir reform yerine onun içinde birtakım düzeltmeler yapılmaya çalışılıyor. Aslında devlet eğitim işinden çekilmiş olabilseydi, isteyen herkes mönüden istediği okulu seçer, devlet yoksul öğrenciyi bursla destekler, yan yana olmak istemeyen kesimlerin normalleşmesine katkıda bulunulmuş olurdu. Ama hükümet böyle köklü projeler yerine, faydacı-evrimci bir anlayışla bu işleri kotarmaya karar vermiş gibi. Yani bu tartışmalar uzun süre bitmeyecek. Hatta eğitim sisteminin kepazeliği orada dururken, bir cemaati tedip etmeye yönelik olarak dershaneler gibi dev bir sisteme adalet sosuyla siyaseten müdahale edilecek.
Bir ailenin kendi çocuğunu, kendi değer ve inançları doğrultusunda yetiştirmek istemesi insan haklarının en merkezindeki konulardan. Ama biz o türden aileleri “insan altı ve hakir” gördükçe, bu bakışımızla en özgürlükçü olanlarımız dahi yüzleşmedikçe, belki daha rafine, daha derinlikli ama’larımız hep olacak, mantıklı itirazlar da bu hay huy içinde duyulmayacak bile.
Evet, bir aile çocuğuna başörtüsü giydirme, dinî eğitim aldırma, kendisi gibi yetiştirme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük bir ihtiyacı yaratır ve devlet de bu ihtiyaca karşı kayıtsız kalamaz. Burada başka türlü yaşam biçimlerinin sorunu varsa, mesela çocukların mini etek ve dar taytla okula gitmesini kendi yaşam biçimlerinin tartışılmaz bir değeri olarak görenler varsa, onların da yanında olmak boynumuzun borcudur. Ama bu ikisi, birbirini hiçleyen ihtiyaçlar değildir. Yani siz, “ama benim çocuğum okula mini etekle gidemiyor” diye, başörtüsünün yasaklı kalmasını savunamazsınız. Savunursunuz ama bu pek etkili olmaz. Gerçek ihtiyaçlar, spekülatif olanlara galebe çalar. Bunun yerine “Kur’an derslerinin seçilmesinde mahalle baskısı yapılıyor mu” gibi daha ciddi sorunlar üzerinde durmak gerekir. Böyle ciddi bir sorun da başörtüsü yasağına taraf olmayı gerektirmez. Hatta yasağa karşı çıkmayı ilkesel olarak gerekli kılar.
Tabii bir de kamuda başörtüsü yasağı durumu var. TESEV-KONDA ve Eğitim-Bir-Sen’in araştırmasına göre toplumun yüzde 76,3’ü kamuda başörtüsü yasağına karşı. Ben de yasağa karşı olanların arasındayım. Çünkü Hrant Dink’i haksız yere 301’den mahkûm eden, pişmanlık beyan etmemiş bir hâkimin ombudsman seçilmesini, “başörtülü bir hâkim tarafından” yargılanmaktan daha vahim buluyorum. Özgür ve adil bireylerden oluşmanın, insanların başına neyi, neden taktıklarına takmakla değil, toplumu olabildiğince özgür bırakmakla, özgürlüğe dayalı bir anayasa ve kanunlarla yönetilmekle olduğunu düşünüyorum. Bunları bir yandan yapmıyor, bir yandan yasakları sigorta olarak görüyorsak, burada ahlaki çöküntüyü ciddi ciddi tartışmamız gerekir.
Son bir söz: Benim başörtüsü yasağına karşı olmam için, mütedeyyin kesimlerden, mesela Ermeni bir cumhurbaşkanı veya 1915 acısının kabulü için mücadele kaparosu beklemem, alamazsam da küsüp vazgeçmem gerekmiyor.
Çünkü her şeyden önce insanız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.