Hasan SABAZ
Mazlumu zalime teslim etmek
Türkiye'de zulüm gördükleri memleketlerden kaçıp gelenlerin kötü muamele gördüklerine ve geldikleri yerlere geri iade edildiklerine dair çokça haberle karşılaştık.
Hükümet çevreleri bu konularda ya “kulağının üzerine yatma” yolunu seçiyor ya da uluslararası hukukun kendisini bağladığını iddia ediyor. Ama her nedense bu uluslararası hukuk denen ucube bir tek İslami dava mensuplarının mağdur edilmesi konusunda araç olarak kullanılıyor. Mesela uluslararası hukuka tabi olmasına rağmen Yunanistan, Türkiye'ye darbeci askerleri iade etmedi. Ama Kıbrıs Rum kesimi, Mısır uçağını Larnaka Havalimanına kaçıran Seyfeddin Mustafa'yı idam cezası alma ihtimaline rağmen iade etti.
Türkiye, Rusya'ya Çeçenleri veriyor, Orta Asya'nın zalim yönetimlerinden kaçanları da işkence ve idamlarla karşılaşacakları kesin olmasına rağmen iade ediyor.
Son olay zalim Sisi yönetiminden kaçan bir Müslümanın iade edilmesi şeklinde cereyan etti.
Olayı İlke Haber Ajansından okuyalım:
“İhvan mensubu Muhammed Abdulhafiz Hüseyin, Somali'den 16 Ocak akşamı İstanbul Atatürk Havalimanı geldi. 17 Ocak günü sabah saatlerinde elektronik vize işlemlerini yaptığı esnada Mısır tarafından istenilen suçlular arasında olduğu tespit edildi.
İhvan mensubu olduğunu ve Mısır'da hakkında idam kararı olduğunu belirten Hüseyin, siyasi sığınma talebinde bulundu ancak talebi kabul edilmedi.
Yapılan işlemlerin ardından Muhammed Abdulhafiz Hüseyin, 18 Ocak'ta Mısır'a gönderilerek cunta kuvvetlerine teslim edildi.”
Olay başından sonuna kadar skandal!
Darbeyi gayri meşru göreceksin; ama darbecilerin “suçlu listesi”ni esas alıp mazlumları iade edeceksin.
Muhammed Mursi için “Seçilmiş meşru cumhurbaşkanı” diyeceksin; ama Darbeci Sisi cuntasına karşı çıktığı için idam cezası verilen ve sana sığınan birini cellatlara teslim edeceksin!
Mısır'da cunta işbaşında olduğu için ekonomik ve siyasi ilişkileri en alt düzeyde tutacaksın; ama “suçluların iadesi” gibi kritik bir konuda adımlarını en hızlı şekilde atacaksın. Öyle ya Kıbrıs Rum hükümeti bile elindeki Mısırlı hava korsanını ancak 2 sene sonra iade etmişken sen bunu 2 gün içinde yapacaksın.
Doğrusu anlamak zor.
Yılmaz Çakır sosyal medyadan iade olayına itirazını dile getirirken bir çelişkiden söz ediyor:
“Rabia Meydanı'ndaki bir genci cellatlara teslim ettikten sonra Rabia işareti yapmanın bir anlamı kalır mı?”
Tabii ki bir anlamı kalır, çünkü Yılmaz Çakır şunu gözden kaçırıyor: Bizdeki “Rabia işareti” ile binlerce Müslümanın şehid edildiği Rabia Meydanı'ndan ilham alınarak sembol haline gelen işaret aynı değil.
“Rabia işareti”, ismini menkıbeleriyle bilinen kadın ariflerden Rabiatü'l Adeviyye'den alan bir meydanda binlerce Müslümanın şehid edilmesinden almaktadır ve “Biz bu katliamı unutmayacağız” anlamına gelmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir televizyon programında şöyle demişti:
“Rabia işaretini kullanıyorum; ama tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet anlamında.”
Bir sembolün bile anlam kaybına uğradığı bir zihin dünyasında yarın Sisi ve Esad gibi zalimlerle kurulacak ilişkiler için de kolaylıkla yorumlar yapılabilir.
Küresel emperyalist projeler, yıkım ittifakları, felaket senaryoları konuşulurken “konjonktür” ve “reel politik” tümüyle göz ardı edilsin demiyoruz; ama ortalama bir “omurgalı siyaset” beklemek gibi bir hakkımız da var sanırım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.