Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami Bilimler Sempozyumu

Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami Bilimler Sempozyumu

Ehemle mühimin karıştırıldığı bir demde yeterli görmesek de ilk adım adına ehem olan bir sempozyum mühim kadar ilgi görmeden gerçekleşti.

İbrahim Dağılma / Analiz / doğruhaber

Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sahipliği yaptığı ve organize ettiği “ Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslami İlimler” Sempozyumu 29 Haziran- 1 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Yaklaşık 90 bildirimin kabul edildiği sempozyumda 80’e yakın sunum yapıldı.

Ülkenin yüzyılı aşkın eğitim yarasına ve Tevhid-i Tedrisatla cüzlere ayrılan eğitimin yeniden birleşmesi açısından pratik bir etkiden yoksun olsa da teorik açıdan önemli bir merhem/katkı sunan ve çok sayıda katılımcının hazır bulunduğu böyle önemli bir konu/buluşmanın ülke gündemine beklenen oranda yansımaması bizi üzmüştür.

Yerel düzlemde yayın yapan bir iki televizyon, ajans ve gazete ilgisi dışında medya yönüyle pek ilgi görmeyen/ belki de gözden kaçırılmak istenen bu sempozyum, gerek katılımcıları gerek bildirimler açısından önemli bir konunun masaya yatırılması ve cesurca tespit ve teklifleri yönüyle yakın zamanda benzeri çalışmalar için kanaatimizce kayda değer bir örneklik taşımaktaydı.

Akademik bağlamda Profesörler İhsan Süreyya Sırma, Hayati Aydın, Adnan Demircan; Doçent Dr. Sahip Beroje, Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Boleli’nin; medrese bağlamında bazı seydaların, Zeynelabiddin Zinar, Tahsin İbrahim Doski, M. Xalid Sadini gibi Kürt edebiyatında tanınmış isimlerin; Irak, İran, Mısır... gibi ülkelerden gelen 10’a yakın katılımcıyla gerçekten renkli bir atmosfer, ayak üstü ve yemeklere gidiş geliş esnasında bir koltuk paylaşımında sohbetleriyle oluşan sıcaklık içinde geçen bir sempozyumdan bahsediyoruz.

Belki de sempozyumun ne kadar önem teşkil ettiğine Profesör Doktor İhsan Süreyya Sırma Hoca’nın şu mana üzere söyledikleri zikredilebilir:

“ ... Türkiye’de İlahiyat kuşağının ilk öğrencilerinden ve camiasından biri olarak bazı hakikatlerin anlaşılması adına çabaları sürekli engellenen biri olarak bir ilin valisi, belediye başkanı, üniversite rektörü, akademisyen, seydalar  ve halktan katılımcıların bulunduğu böyle bir birlikteliği arzulanan güzel yarınlar adına küçümsenmeyecek bir adım olarak görüyorum. Dün çeşitli sempozyumlara katılmamam için çok sudan bahanelerle engellenmem; hatta bir seferinde Katar’dan gelen bir davetin -ki içinde hac masraflarım da karşılanmış bir davetti- sempozyum bittikten çok sonra öğrenmiş olmam bir realite olarak dururken bugün sözlerimi bir vali ve rektörün huzurunda dinlenir bir şekilde ifade ediyorsam bu bir lütuftur...”

Tanzimat’la başlayan batılılaşma sevdasından(!) en büyük yarayı alan kurumlardan biridir medreseler. Israrla medrese ahlakından mektep ekolüne geçmenin kirli tutkusudur Tanzimat zihniyeti.

O günkü şartlarda imparatorluğun kıt imkânlarına rağmen kötü gidişata belki bir çözüm olur endişesiyle Fransa’da okumaya gönderilen Cenap Şehabettin... gibi kimi gençlerin Paris’in sanat, eğlence dünyasını roman, şiir, tiyatro üzerinden halka taşıması/aşılamaya çalışması medreselere vurulan ilk darbelerden biridir. Akabinde Rüşdiye, İdadiye gibi okullarla pozitif eğitimi okul kanadına taşıyıp medreseleri sadece alet ilimleri olarak bilinen sarf/nahv ve İslami ilimlere hasretmeleri dünyadan soyutlanmış maarifin bir kanadının koparılmasıyla vurulmuş ikinci darbe oldu.

Cumhuriyetin ilanıyla zirveye oturan batılı yaşam arzusu ve modernleşme kompleksi medreselere art arda darbeler indirdi.

Tevhid-i Tedrisat kanunuyla birleştirilen ve tek elde toplanan eğitim, aslında batılı/modern, akılcı/pozitif bilgilenmeyi amaçlıyordu; yoksa medreselerle özdeşleşen İslami ilimlerin tasasını taşıyan yoktu. Ki asıl amaç da iyice yalnızlaşan, köşeye sıkıştırılan, imkânlarının elden alınmasıyla klasik bir çizgiye çekilen medreseleri kapatmaktı. Zaten laik elitistlerin kalplerdeki asıl niyeti “Tekke/zaviye ve medreselerin kapatılması, Harf değişikliği, Medeni kanun, Şapka kanunu...” gibi değişiklerle pratiğe yansıdı.

Deyim yerindeyse üst üste aldığı darbelerle medreselerin egale edilmesi amaçlandı. Sonraki süreçte ezanın Türkçeleştirilmesi, Camilerin ahırlara çevrilmesi, “ Allah!” diyenlerin amansız takiplere uğraması, mücadeleci önderler ve dindar insanlar için darağaçlarının sıradanlaşması, Kur’an dersi verme ve almanın neredeyse canı pahasına bir vaziyet alması Suffe ashabıyla başlayan, Nizamiye medreseleriyle olgunlaşan, Endülüs’te Batıya bir ışık/medeniyet taşıyan, Ezherle taçlanan, Medreset’üz Zehra projesiyle “medrese-mektep- tekke” üçlemesini tasarlayan bir sürece kusulan öfkeydi.

Dini tamamıyla yok etmeyi, hayat sahnesinden dindarlığa ait en küçük bir kırıntıyı bile temizlemeyi amaçlayan bir hileli zihniyet gel gör ki Allah’ın hesabını göz ardı ediyordu.

Bir düşünceye kanunlarla engel olunabilir, o zulümlerle pasifize edilebilir, korkuyla sindirilebilir; ama onu yerleştiği gönül ve akıllardan silip almak mümkün değildir. Eğer o düşünce sırtını Hakka dayamış ve gücünü iman hakikatlerinden almış İslam düşüncesiyse o, muhakkak neşvu nema bulur.

50’li yıllara gelindiğinde ölüleri yıkayacak birilerini, mevlit okutacak mevlidhanları bulamayanlar, laikliğin emrinde olması ve modernize edilmesi şartıyla İlahiyat ve imam hatip okulları açtılar. Müfredatını kendileri belirlemelerine, öğreticilerini kendileri atamalarına rağmen medreselerle yok etmeye çalıştıkları ruh  “İlahiyatlar ve İmam Hatiplerle” istenen düzeyde olmasa da dirilmeye başladı. İşte bu süreçte 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat gibi meşum süreçler ülkenin insanı üzerine bir karabasan gibi çökmeye başladı. Son 10 yıldır normalleşme olarak değerlendirdiğimiz bir süreç hala pratikte birçok haksızlığı, hukuksuzluğu, nemelazımcılığı, çözümde köklüleşmemeyi barındırması sebebiyle sağlıklı bir pozisyon alamamıştır.

İşte dünden bugüne portresini çizmeye çalıştığımız bir süreçten geçen Medreselerle, laik bir algının şekillendirdiği modern bir dini anlayış oluşturma amaçlı İlahiyatları “İslami bilimler” kavşağında buluşturmaya çalışan Bingöl üniversitesi, güzel ama zor bir işe ev sahipliği yaptı.

Neden güzel bir iş?

Çünkü devletin kurumlarının hele üniversitelerin bugüne kadar İslami endişeyi masaya yatırdığı, İslam’la ilgili bir konuyu araştırdığı, İslami kişiler/kişilikleri kürsüde konuşturduğu görülmemiştir.

Güzeldi, Üstad Bediüzzaman’ın Medreset’üz- Zehra projesi bir kaç bildirimde akademik bir boyut kazandı.

Güzeldi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi ömrünü Kur’an hizmetine vermiş bir İslam âlimi kürsüde dillendirildi.

Güzeldi, Tek parti döneminin din politikaları tüm detaylarıyla konuşuldu.

Güzeldi, Molla Said Es- Siirdi, İbn-i Hacib, Seyyid Abdulhakim Arvasi, Şeyh Abdurrahman Aktepi, Molla İbrahim Eskifi, Yusuf Rıza Efendi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır... gibi tarihimize ışık alimlerin hayatlarından kesitler sunuldu ve medrese geleneklerinden bahsedildi.

Bir parça hür ve iradeli bir şekilde gerçekleşen bu sempozyumu tamamıyla hür ve iradeli; ayrıca kapsayıcı yeni sempozyumlara fikir vermesi açısından doğru, güzel diyoruz; ama yetersiz buluyoruz. Yetersizdi, böylesi önemli bir buluşma reklam edilmedi.

Yetersizdi, böylesi kayda değer bir toplantı A, B,C salonlarına bölüştürülerek katılımcıların sağlıklı bir şekilde birbirinden faydalanması ve dinleyicilerin sunumları dinleme fırsatı engellendi, onları bir nevi zorunlu bir dinleme/takip etme tercihine itti. Yetersizdi, çok sudan meselelerin ülke gündemini günlerce meşgul ettiğini bildiğimiz halde böylesi kavşak bir buluşma medya üzerinden insanlara ulaşmadı.

Niye zor bir iş?

Zordu, çünkü hala Tevhidi Tedrisat Kanunun yürürlükte olduğu halde yasal bir kurumla yasal olmayan bir kurumu buluşturma girişimiydi.

Zordu, çünkü elindeki kıt kanat imkânlar, nemli dehlizler, güncelleşmemiş kitaplarla eğitim vermeye çalışan medreselerle modern imkânlar, şaşalı binalar, internete endeksli bir güncellikle eğitim veren ilahiyatları kıyaslama sakatlığı vardı.

Zordu, çünkü kravatı, günlük tıraşıyla modern bir görüntü arz eden titrli fakülte hocalarıyla sarığı, sakalı ve mütevazı haliyle sade bir görüntü arz eden seyda ve mollaları aynı fotoğrafa oturtma gayreti vardı.

Sonsöz olarak her eksikliğe, eleştiriye rağmen İlahiyat ve Medreseler Kavşağında İslami ilimleri bir üniversite kürsüsünde masaya yatırmak ve bu sempozyumun neticesi olarak piyasaya sürülecek yüzlerce sayfalık bir bülten açısından önemli ve gerekliydi.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.