Abdullah KAVAN
Mescid-i Aksam…
Müslümanların cedelleşmesinden istifade eden terör devleti israil geçen salı günü fiili saldırıların son halkası olan Mescid-i Aksa’nın kapılarını yeniden kapatmıştı. İsrail polisinin Sahratullah’a girerek, görevliler ile ibadete gelen Müslümanlara müdahale pervasızlığında bulundu. İsrail, Mescid-i Aksa ibadetiyle ilgili artık istediği zaman kapılarını açıyor istediği zaman kapatıyor. Bu tavır, İsrail ve büyük şeytan ABD’nin ortaklığındaki senaryonun hayata geçirilmesinin ayak sesleridir. Kudüs her zamankinden daha fazla işgal altındadır ve bu işgal dünya Müslümanlarının gözü önünde cereyan etmektedir.
Bu tacizlerin tarihsel sürecine baktığımızda; israil’in sistematik bir plan içerisinde Kudüs’ü adım adım işgal etme hesapları görülüyor. Hatta israil’in 1967 yılında başlattığı hava harekâtıyla ilk defa Eski Kudüs israil’in eline geçmiştir. Bu tarihten sonra israil, çeşitli bahaneler ile sürekli kirli ayakları ile Mescid-i Aksa’ya basmıştır. Bu günlerde aynı sancıyı çeken Kudüs vakası Netenyahu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında sert açıklamalara sebebiyet verdi… Bilinçaltından kaynaklanan Netanyahu’nun sosyal medya üzerinden, “İsrail’de yaşayan iki milyon Arab’ın özgür ve eşit İsrail vatandaşı olduğunu iddia etmesi ve İsrail’in bir Yahudi Devleti olduğunu hatırlatması” aslında Yahudi olmayanların ikinci sınıf vatandaş olduğunun da ilanıydı…
Bu zihniyetin verdiği sinsilikle son olayda olduğu gibi, 1969 yılında hala kimliği açıklanmayan sözde bir şahsın Mescid-i Aksa’da çıkardığı yangın, israil’in işgalci tavrını güçlendirmiştir. O dönemde bu plana karşı Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırılara yönelik tedbir almak için “İslam Konferansı” adıyla bugünkü İslam İşbirliği Teşkilatı kurulmuştur. Ancak bugün olduğu gibi Araplar arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve Arap devletlerinin “çıkar endeksli” ikili ilişkilerini Kudüs’e tercih etmiş ve Kudüs’ün geleceğini rehin altına almıştır.
Bugünde durum değişmemiş hatta daha vahim bir tablo oluşmuştur. İsrail, sürekli yok edilme korkusu ile yaşamak üzerine kurulu düzenini, özelde Arap ülkeleri, genelde tüm civar ülkelere de aşılayarak onlar üzerinde de korkuyu egemen kılmıştır. Özellikle bu ülkelerin siyasi sistemlerinin rejim korkuları, onları israil’in sahip olduğu teknik ve istihbarat bilgisine muhtaç etmiştir. Bu korku, onları Kudüs hassasiyetlerinden vazgeçme karşılığında israil ile işbirliği yapmalarına kadar götürmüştür.
İsrail’in Mescid-i Aksa’daki son pervasızlığı, ABD’yle birlikte, Suudi Arabistan ve Mısır’ı da yanında görmesinden kaynaklanmıştır. Suudi Arabistan Kralı Selman’ın Şermuşşeyh toplantısındaki açıklamaları da gösterdi ki Netanyahu’nun ileri sürdüğü Yahudi devletini gerçekleştirme ve bütün Kudüs’ü işgal etmesinin önünde iki güçlü devlet kalmıştır. Bunlar da İran ve Türkiye’dir. Bu iki devletin başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin hedefinde olmasının en büyük nedeni de budur. Bu gelişmeler, Kudüs ve Mescid-i Aksa konusunda Türkiye ve İran’a büyük sorumluluk yüklemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.