Aydın AMEDİ
MEŞRUİYET-5
Sınıflandırmamızın ikinci kısmını ise ilahi dinlerin son halkası olan İslam Dini’nin meşruiyete bakış açısı ve meşruiyet anlayışı oluşturmaktadır.
İslam’ın meşruiyet anlayışı, diğer ilahi dinlerde olduğu gibi Allah kelamı olan kutsal kitabı Kuran-ı Kerim ve bu dinin ilke ve prensiplerinin uygulayıcısı olarak Nisan ayı boyunca kutlu doğumunu idrak ettiğimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in günümüze kadar sağlam senetlerle ulaşmış sözleri ve yaşantısıdır. Yani İslam’ın bakış açısında Kuran ve sünnetin belirlediği kurallara aykırı olan her şey meşruiyet zeminini yitirmiştir. Hemen şunu ifade edelim ki bu iki temel esas ışığında çözüme kavuşturulmayacak hiçbir problem bulunmamaktadır. Zira İslam Hukuku(fıkhı)’nun kaynaklarından biri olan İçtihat kapısının açık olması; tarihin akışı içerisinde ortaya çıkabilecek yeni sorunlara ve ihtiyaç duyulan alanlarda yapılacak yeni düzenlemelere Kuran ve Sünnet’in belirlediği sınırlar dahilinde çözüm geliştirmeye imkan tanımaktadır.
İslam’ın meşruiyet anlayışında yöneticiler gerçek manada Allah’ın dininin birer hizmetkarı ve Resulullah (S.A.V)’ın emir ve uygulamalarının birer neferidirler. Seçim yolu ile başa geliyor olmakla beraber demokratik sistemlerdeki gibi eşitlik adına rastgele kişilerin veya isteyen herkesin(içkide içse ,zinada yapsa,tolumda var olan meşruiyet ilkelerini ayaklar altına da alsa) idareci olmak gibi bir hakkı yoktur. Çünkü; toplumu yönlendirecek insanların öncellikle kendilerinin İslami bir tedrisattan geçmiş olmaları İslami ilimlere vakıf olmaları, takva (Kalpleri Allah sevgisi ile dolu ve Allah korkusundan ürperen, meşruiyet sınırlarına azami derecede riayet eden ve hatta şüpheli sayılabilecek davranış ve uygulamalardan kendilerini uzak tutanlar) ehli olmaları ve diğer iyi vasıflara sahip olmaları gerekir ki nefislerinin peşinden koşan sefihlerin durumuna düşmesinler ve toplumu ifsad etmesinler.(Hz. Hüseyin’in Kerbela’ da yaptığı mücadele bu meşruiyet sınırlarını İslam adına ihlal eden bu sefih ve zalim idarecilere karşıdır.) İslam’ın seçim anlayışı ile Demokratik sistemlerin seçim anlayışı arasında bu anlamda benzerlik ve paralellik kurmak insaf ve vicdan ölçüleriyle bağdaşmaz. Hz Muhammed Mustafa (S.A.V.)’ in ”emr olunduğun gibi dosdoğru ol” ayeti için bu ayet beni ihtiyarlattı demesi aslında İslam Dini’nin toplumu teşkil eden bireylerin yanında, toplumu idare edenlere ve devlet hizmetlerini yürütenlere yüklediği sorumluluğun ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Bu Ayet-i Kerime’nin bireylere bakan bir yönü olduğu gibi, hitabın direk Peygamber Efendimize yapılmış olması ise ayetin diğer ve belki de asıl muhataplarına yani toplumu idare edenlere bakan yönüdür.
İslam Dini’nin belirlediği meşruiyet ilkelerine uymayanlara uyguladığı müeyyideler diğer hiçbir sistemde bulunmamaktadır. Zira işlenen suçlara karşı ceza ve suç işlemeyenlere verilecek mükafat sadece dünyadaki ömür süresi ile sınırlı olmayıp(diğer sistemlerde herkes dünya da yaptıkları ile kalır) adalet ve hakkın yerini bulması için ahiret aleminde de mutlak surette bir karşılığı vardır ve meşruiyet sınırlarını gizlice dahi olsa ihlal edenler mutlak surette bu gerçekle (bu ceza-Cehennem ile) yüzleşecektir. “O sizin kendi nefislerinizden dahi sakladıklarınızı bilir”. Cennetin varlığı ise bireylerin meşruiyet sınırlarını ihlal etmemelerini sağlayan ve sürekli olarak iyi ve güzel davranışlar ve hayırlı ameller işlemeyi teşvik eden toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan asli faktörlerden birisi ve en büyük mükafattır. Ondan daha büyük mükafat ise sadece Allah(C.C.) Cemalini görmek ve onunla şereflenmektir.
Müslüman Devletin veya toplumun meşruiyetini temin eden ilkelerinden bir diğeri ise bireyi ve toplumu kaosa ve kargaşaya sürükleyecek, ahlaki yozlaşmayı yaygınlaştıracak, hak ihlallerini artıracak hulasa kötülük namına ne varsa bunlara zemin hazırlayacak her unsura ve sebebe sıfır tolerans ile karşı koyması ve yasal düzenlemeleri toplumu iyiye ve doğruya yönlendirecek şekilde yapması ve uygulamasıdır. Ayrıca cezalandırmadan önce cezayı gerektirecek sebeplerin ortadan kaldırılması asıl hedeftir. Hz. Ömer(r.a.)’in hırsızlık yapan köleyi cezalandırmayıp hırsızlık yapmasına zemin hazırlayan efendiyi tenkit etmesi burada anılmaya değerdir doğrusu. Diğer sistemlerde daha önceki yazılarımızda değindiğimiz gibi şeytan ve nefsin rehberliğinde özgürlük ve eşitlik adına her şey mubah sayılmaktadır.
Konu ile ilgili önemli bir husus ise İslam’ın meşruiyet anlayışına kaynaklık eden kuran-ı kerimin bir ayetinin ve hatta bir harfinin dahi kiyamete kadar değiştirilemeyeceği gerçeğidir. Küfür ve nifak odaklarının tüm uğraşılarına rağmen günümüze kadar değiştirilememiş olması bunun böyle kalacağının en büyük ispatıdır. Peygamber sünneti veya hadis olarak sunulan yalan-yanlış bilgiler ise asıl kaynak ölçü alınarak Müslüman alimler tarafından değerlendirilmiş ve değerlendirilmeye tabi tutulmak suretiyle en doğru şekliyle insanlığın hizmetine sunulmaya devam edecektir. Dolayısıyla İslam, kaynakları itibariyle aslı korunmak suretiyle kendinden önceki ilahi dinler gibi tahrifata uğrayarak beşeri bir nitelik kazanmamıştır ve böyle bir durum vuku bulmayacaktır. Zira bu din ve bu dinin kutsal kitabı Allah tarafından korunmaktadır.
Durum böyle olunca ve meşruiyete kaynaklık eden temel ilkeler insan heva ve hevesi tarafından veya olumsuz unsurların etkisi altında değil de insanın yaratıcısı tarafından ortaya konulunca asla yanlış sonuçlara sebebiyet vermeyecek ve güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecektir.
Bu nedenledir ki tüm insanlık halı hazırda var olan sistemlerin karanlığından ve insana sunduğu mutsuz yaşam ve umutsuz gelecekten kurtulmak için ne pahasına olursa olsun İslam’ın aydınlığına doğru adım atmak, dünya ve ahiret saadetine kavuşmak içinde bu dinin belirlediği meşru sınırlar içerisinde yaşamlarını ve yasalarını düzenlemek zorundadır. Aksi halde ilk insanlar gibi birbirlerini hırs ve ihtirasları uğruna kurban etmeye devam edeceklerdir. ESSELAMUN ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKATUHU
VEKİL OLARAK BİZE ALLAH YETER
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.