Mehmet GÜLSEVER
“Monşer” Diplomasisi
On yıllardır bu toprağın insanı kendisini temsil eden yöneticilerin batıya karşı ezik ve itaatkar tutumundan çok içerlendi, çok ezildi. Halk haksızlığa karşı haykırmanın hasretiyle yanıp tutuştu.
Bu minvalde Sayın Cumhurbaşkanı'nın özellikle Batı ve israil zülüm ve haksızlıklarına karşı dik durması ve yüksek sesle haykırması diplomaside “monşer felsefesinin” yıkılışı şeklinde kabul edildi ve 14 yıldır da halktan kesintisiz destek gördü.
“One Minute” le başlayan Mavi Marmara ile devam eden israil zulmünü teşhir süreci ise maalesef “masaya mağlup oturan taraf” şartlarında sonuçlandı. Ancak buna mukabil Gazze ablukasını resmileştiren ve meşrulaştıran bu anlaşmanın hikmetlerini çok hikmetli sözlerle çok anlatan çokça kişi oldu tabi ki.
Kimi “siz bilmezsiniz biz biliriz” dedi. Kimi “özür, tazminat ve ambargo(abluka) şartları yerine geldi” illizyonistliğine soyundu. Kimi israil'e bu şartlarda ancak bu kadar direnilir dedi. Kimi de dos(t)doğru söyledi: “Bu anlaşma hayır getirmez. israil, alacağı vereceğinden fazla değilse asla anlaşmaz ve bağlı kalmaz.”
Eğer gerçekten israil her gücü hizaya getirecek kadar mutlak bir güce sahip ise ona diklenmek zaten baştan yanlış olur. Değilse “Mavi Marmara” öncesindeki şartların anlaşma ve kanunlarla israil lehine muhkemleştirilmesi zillet değilse bile gaflettir. Bu teslimiyete “israil'le örtünen çıplak kalır” diye itiraz eden bir yiğit çıktıysa da “Yıldırım” hızıyla Bülentleştirildi.
Nitekim 7-8 Şubatta, çok değerli Kültür Bakanı yıllar sonra israil'i bakan düzeyinde ziyaretteyken ve hiçbir sebep yokken Gazze bombalandı. Elbette ki bu, anlaşmadan sonra bilerek inceden inceye hesaplanmış bir strateji idi ve “alçak koltuk krizinden” de daha çok aşağılayan ve sinir uçlarını bir daha canlanmamak üzere tahrip eden bir davranıştı. Biz alışageldiğimiz üzere hemen bir “aslan kükremesini” heyecanla bekledik. Ama nafile. Aslan kükremeyince ormanın tamamı büyük bir sessizlik ve sağırlığa büründü. Karşılığında ne alındı da “dik durma” kudretimiz feda edildi bilinmez. Ama böylelikle “israil örtüsünün” bir çıplaklık olduğunu gözümüzle de müşahede ettik.
Bütün bunlar tamam da; sizin bildiğiniz ama bizim bilmediğimiz ne varsa bize de söyleyin Allah aşkına. Biz de israil'in bu gücünü, kudretini, kutsiyetini, dokunulmazlığını bilelim de bir daha bu yazıları da yazmayalım.
Şimdiler de ise benzer bir anlaşma süreci ABD ile yürütülüyor. Bilindiği üzere CIA başkanı Michael Pompeo Ankara'ya geldi ve üzerinde sayısız analiz yapıldı. Elbette ki daha 16 Temmuz'da Twitter hesabından Sayın Cumhurbaşkanını “İslamcı Totaliter Diktatörlükle” suçlayan CIA başkanı, dik duruşumuzdan ötürü bize geliyorsa bu çok kıymetlidir ve takdire şayandır. Hakeza temaslar ve anlaşmalar da bu “dik” çerçevede ve olabildiğince şeffaf olmalıdır. Halk bundan ancak memnun olur. “Biz biliriz ahâli bilmez” işgüzarlığı ile bu halkın yüz yıllık çabası heba edilmeyecek ise…
Ancak israil'le anlaşmada olduğu gibi örneğin FETÖ karşılığında on yılların kazanımları feda edilecek ve başa dönülecek ise, ya da PKK/PYD'ye lojistik ve silah yardımını kesme karşılığında yine bin bir emekle kazanılan itibar “monşer” diplomasisine rücû edecekse, Astana'da yürütülen Suriye Çözümü'nün ipleri, sorunun bizatihi sebebi olan ABD'ye verilecek ise, İslam alemi ile ilişkiler “eksen kayması” ulusalcılığına havale edilecek ise o zaman biz de deriz ki “ABD ile örtünen, cilt kanseri olur.” Unutulmasın ki 15 Temmuz darbe girişiminin senaristi de yönetmeni de ABD'dir. O nedenle “oyuncuyu” vermede tutuk davranıyor. “Batı teslimiyetçiliğinde” açılan gedik kapanmamalı bilakis olabildiğince büyütülmeli ta ki tamamen kaldırılana değin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.