Muhammed İkbal'ın hayatı
Aslen Keşmirli bir aileden olan İkbal, 9 kasım 1877 (1873 olduğu da söylenmiştir) tarihinde Pakistan’ın Pencap bölgesinin Siyakut (seyalkat) şehrinde dünyaya gelir.
Aslen Keşmirli bir aileden olan İkbal, 9 kasım 1877 (1873 olduğu da söylenmiştir) tarihinde Pakistan’ın Pencap bölgesinin Siyakut (seyalkat) şehrinde dünyaya gelir. Dini hassasiyete sahip bir ailede yetişen ikbal, ortaokul sıralarındayken hocalarının da teşvikiyle şiir yazmaya başlar. İkbal’ın annesi de tıpkı babası gibi ehli takva birisiydi. Hatta beyi rüşvet almakla ün yapmış birinin yanında çalışırken, ‘acaba bunda da rüşvet var mı?’ düşüncesiyle çok defa beyinin kazancından yemekten sakınırdı. Ancak daha sonra beyinin kazancının rüşvetle ilgisi olmadığına kanaat getirerek ondan yerdi. Yine, Muhammed İkbal’ın devamlı Kur’an-ı Kerim okumakta olduğunu gören babası, bir gün ona ‘Kur’an-ı Kerim’i anlamak istiyorsan, sana indiriliyormuş gibi oku’ demiştir. İşte böylesine manevi bir havayı soluyan ailenin çocuğudur İkbal.
Genç yaşında evlenip, okul yaşamıyla evliliği beraber sürdürdü. Lahor’da yeteneğini felsefe üzerinde yoğunlaştırır. Öyle ki şarkiyatçı hocası Sir Thomas Arnold: “Bazen öğrenci, hocayı daha iyi hoca yapar.” Demekten kendini alamamıştır. Üç dilde eser vermeye devam eden İkbal, aynı zamanda Arapça ve felsefe hocalığı yapar. Önce İngiltere’ye ardından Almanya’ya giden İkbal, batıdaki şarkiyatçılarla temaslarda bulunmuş, felsefe ve hukuk alanlarında kendini yetiştirmiş ve bir süre sonra Batının kokuşmuşluğunu ve çökmekte olduğunu dile getirmeye başlamıştır. 1905’te Londra’da Cambridge Üniversitesinin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra’da savcılık diploması da alan İkbal, Münih Üniversitesinde de felsefe dalında doktora yaptı. Almanya’da doktorasını yaptıktan sonra tekrar İngiltere’ye dönen İkbal, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden avukatlık belgesini almaya hak kazanır. Orada çok sayıda dinî içerikli konferanslar da vererek tekrar kendi vatanına döner. Böylece Batı uygarlığını kendi merkezinde öğrenmiş olur. Muhammed İkbal, İngiltere’den geldikten sonra İslam dünyasının sorunları üzerine eğilmeye başlamış, ülkesinin geleceği ile alakadar olmaya çalışmıştır.
Hükümete ait bir okulda ders verirken istifa eden İkbal’a bunun sebebini sorduklarında: “İngilizlere hizmet etmek zordur. Ben istediğimi insanlara anlatamıyordum. Şimdi ise hürüm, dilediğimi söyler ve dilediğimi yaparım” diyordu.
“Müslüman Hintli Mücahitler” adıyla yazdığı şiirlerinin Hindistan’daki Müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan’ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştur.
Mevlânâ aşığı olan İkbal’in, ilk baskısı 1915’de Lahor’da yapılan “Esrar-ı Hodi / Nefsin Sırları” eseri, Mesnevî tarzında Farsça kaleme alınan değerli bir eserdi. Öyle ki bir inanışa göre, Mevlânâ gönül gözüyle, bu eseri kaleme almayı İkbal’e tavsiye etmiştir.
Hem zahirî, hem de Batınî ilimde zirveye ulaşan, Müslümanların dertleriyle dertlenen, Pakistan’ın kurtuluş mücadelesinde büyük fedakârlıklar gösteren İkbal, Muhammed Ali Cinnah (Pakistan’ın kurucusu ve ilk devlet başkanı) ile beraber hareket etmiştir. Şöhreti içeride olduğu kadar dışarıda da yayılan şair ve mütefekkir İkbal’e İngilizler “Sir/Sör” ünvanını vermiştir. İkbal Avrupa ve İslam topraklarının ekseriyetini gezmiş ve İslam aleminin toparlanması için çaba sarf etmiştir.
İkbal’in belli başlı düşünceleri şunlardır:
1−Müslümanların arasında sınırlar olmamalı. Doğusuyla batısıyla Müslümanları kuşatan anlayışını çeşitli destanlarında dile getirmiştir. Bununla beraber insanlığın ancak İslami bir hükümetle mutluluğu yakalayabileceğini savunmuş, şiirlerinde çoğunlukla İslam’ın devlet olarak yaşandığı dönemleri işlemiştir. Bir gün Kurtuba’da “Büyük Vadi” isimli nehrin kenarında durarak şöyle demiştir: Şanlı nehir şu anda senin kenarında duran kişi / Çok güzel bir hayal içindedir./ Bu adam geleceğin aynasında yeni bir dönem görmektedir./ Bu dönemin müjdeleri gözükmeye başladı. Fakat henüz insanların gözünden saklı durumdadır./ Eğer Avrupa bu dönemi şu anda farketse aklını kaybedip deliye dönerdi.
2−Görüşlerinin temelinde nefis terbiyesi yer almıştır. Bunun için aralıksız bir cihad olmalıydı ve bu cihad en başta nefisle olmalıydı. Kişinin kendisine güvenmesi, konusunda şöyle diyordu: “Başkalarının nimetlerinden kendi rızkını arama! İsterse güneşin kaynağından gelmiş olsun hiç kimseden, su bile isteme. Allah’a güven ve çalış. Bu şerefli İslâm ümmetinin yüzünü utandırma. Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçısı düştü. O etrafındakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atından inerek kendisi almıştı.”
3−Gerçekleştirmek istediği hedeflerden biri de evrensel İslam devleti idi. Onun için ferdi cemaat için, cemaatı da fert için bir ayna kabul ediyordu. Eğer fert görevini yerine getirmese bu noksanlığın cemaata da sıçrayacağına inanıyordu. Ona göre fert kendisini iyi yetiştirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktır. Eğer hata yapsa iyi yetişmiş cemaat onu ikaz edip düzeltecektir. Bu konuda bir şiirinde şöyle diyor: “Eğer fert bir cemaata mensup olsa tıpkı bir damla iken nehir olur. Artık onun ruhu, bedeni, açığı ve gizlisi / her şeyi bağlı bulunduğu toplumuna ait olur.”
O çalışmaları esnasında hiç bir zaman herhangi bir ırki taassuba düşmemiştir. Müslümanlar için muayyen bir toprağın olmayacağını esasta İslâm’ın tatbik edildiği yerin Müslümanın vatanı olduğuna inanarak şöyle derdi: “Irkçılık taassubu İslâm ümmeti arasındaki irtibatı ve İslâmi ilişkileri kesmiştir.”
Hindistan’dan bağımsız bir İslami devletin kurulmasını savunmuştur. Çalışmalarının semeresi yeterli düzeyde olmasa da ölümünden 7 yıl sonra 1947 yılında kurulan Pakistan Devleti olmuştur. Dr. Muhammed İkbal, Lahor’da 21 Nisan 1938’de, sabaha karşı saat 05’te fani dünyaya gözlerini kapadı. Yazımıza onun bir şiirinden bazı pasajlarla son vermiş olalım. (Allah İslam’ın yükünü omuzlayan ve endişesini taşıyan İkbal misil Müslümanlardan razı olsun. Amin.)
Allah, önümüze bir merdiven koydu.
Onu basamak basamak çıkmak gerekir.
…..
Bizim dinimizde iş, cihadda ve mücadelededir.
İsa dini ise dağa ve mağaraya çekilmedir.
….
İnsan nohut misalidir; pişmelidir ki gıda olsun,
Kuvvet olsun, ormanlarda arslan kesilsin.
“Allah kalple tecelli ettiği müddetçe vücûd atıl kalmaz
İnsan ağacı hiçbir zaman hareketsiz değildir
….
Hayat tıpkı su gibidir; yeniden yeniye hep akıp gider.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.