Selahaddin YILDIRIM
Muhasebe
Muhasebe
İnsanoğluna verilmiş en büyük sermaye ömürdür. Ne var ki insan, sahip kılındığı bu nimetin değerini pek az bilmektedir. Nimetin değeri, ancak ondan mahrum olunca anlaşılıyor.
Mesela, özgürlüğün kıymeti, esaret veya cezaevine düşüldüğünde, sağlığın değeri hastalığa düçar olunca, varlığın değeri fakir düşünce ve gençliğin kıymeti de ihtiyarlık gelip çatınca anlaşılabiliyor.
Ama hayatın değeri onu yitirince anlaşılamaz artık.
Çünkü o saatten sonra anlamış olmanın bir faydası olmayacaktır.
Peki, nimetler henüz elden çıkmadan, hayat elden uçup kaybolmadan onu hakiki kıymeti ile tanıma, değeri seviyesindeki yollarda ve işlerde kullanma imkânı yok mudur?
İlahi vahiy olan Kur'an ve onun açıklaması hükmünde olan Rasulullah (sav)'ın sünneti, insana bu hakikati öğretme amacını ilk hedef olarak belirlemiştir.
Kur'an'ın ana amacı, insana doğruyu ve hidayeti göstermektir.
İnsanı bekleyen tehlikelere karşı bir erken uyarı sistemi görevini ifa etmektedir Kur'an ve Sünnet.
Modern insan, içinde bulunduğu hayat sermayesini geçici arzu ve heveslerini tatmin etme ekseninde tüketmeyi amaçlamıştır.
Oysa bu değerli sermaye bir şeye değmeyen, olumlu bir sonuca ulaştıramayan, fani hedefler uğruna heba edilip tüketilsin diye verilmemiştir. Paha biçilmez bu nimet, onun değerine denk bir işte kullanılmalı ki, hakkı verilmiş, şükrü eda edilmiş olsun.
Hz Mevlana bu hakikati şöyle bir hikâye ile dile getirir:
Zamanın birinde, bir yerde fakir bir adam vardı. Zengin Padişah, onun bu halini görünce ona acıdı. Onu huzuruna çağırdı ve bu fakirlikten kendisini kurtaracak antika bir altın verdikten sonra şöyle dedi: “Şu değerli antikayı al değerlendir de, bu fakirlikten kurtul”. Fakir adam verilen bu antika altını aldı ve gitti.
Ne var ki, uzun bir zaman geçmesine rağmen bir türlü bu yoksul halinden kurtulamadı. Halk, bu fakir adamın hala perişan halde yaşamaya devam ettiğini görünce: “Yahu şu antika altını ne yaptın sen, neden seni şu fakirlikten kurtaracak bir işte değerlendirmedin deyince, Fakir: Evet ben o altın antikayı değerlendirdim, dedi.
Peki nasıl değerlendirdin ki, hala bu fakirlikten kurtulamamışsın?
O antika altını bir çivi haline getirdim ve oturduğum kulübenin duvarına çaktım. İçeri girdiğim vakit ceketimi ona asıyorum ve bu şekilde onu değerlendirmiş oluyorum. Ona dediler ki : “Be hey şaşkın, sana o kıymetli antika altın şu değersiz işte kullanasın diye mi verildi? Ceketinin askılık görevini adi bir demir çivi ile de görebilirdin. O antika altını bu değersiz işte kullanarak hem onun değerini anlamamış oldun, hem de onu sana layık gören Padişah'ın sana verdiği önem ve değeri de sıfıra indirip kendine yazık ettin.(Mesnevi) Evet, bu hikaye ile anlatılan, insan ve onun hayat serüvenidir.
Hayat, ancak onun değerine eş bir hedef uğrunda tüketildiğinde değeri anlaşılmış ve onu bize veren Yüce Mevla'nın bizden istediği şükür vazifesi eda edilmiş olur.
Hayat, sahip olduğumuz en büyük servetimizdir. Onu hangi işlerde kullandığımızın, nasıl tükettiğimizin hesabını aylık ve senelik değil; günlük, belki saat be saat muhasebesini yapmak gerekir.
Geride bıraktığımız Mübarek Ramazan sonrasında yaşadığımız şu Aziz Bayramı hakiki bayrama tebdil etmenin yolunu aramak gerek. Hz Ali (ra)'nin isabetle ifade ettiği gibi ‘Bayram, içinde Allah'a isyanın olmadığı gündür'. Bütün günlerimizin bu anlamda bayram olması temennisiyle cümle İslam âleminin ve siz değerli okuyucularımızın bayramını tebrik eder hayırlara vesile olmasını dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.