Mülteci: Öteki Doğmak
Paylarına ölüm düşmüş, sesleri ıslanmış çocuklar, aceleyle dikilen duvarlar, dikenli teller, aşırı kalabalık toplama kampları, göçmenlere baş belası muamelesi etme konusunda birbirleriyle rekabet eden hükümetler ve kıl payı kurtulma veya kurtulamama arası
Paylarına ölüm düşmüş, sesleri ıslanmış çocuklar, aceleyle dikilen duvarlar, dikenli teller, aşırı kalabalık toplama kampları, göçmenlere baş belası muamelesi etme konusunda birbirleriyle rekabet eden hükümetler ve kıl payı kurtulma veya kurtulamama arasındaki ince çizgi. Çağımızın en büyük problemi yanı başımızda yaşanan mülteci hayatlar, insanlığın utancı açlık veya dünyamızın gerçeği yoksulluk değil. Asıl problem mülteciyi yer değiştirmek zorunda bırakan anlayıştır. Nasıl ki yabancı düşmanlığında problemin kaynağını yabancı(kime göre yabancı) teşkil etmiyorsa mülteci sorununda da problem mülteci kaynaklı değildir.
Dünyada milyonlarca insan farklı farklı nedenlerden dolayı yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Muhtemelen bu insanların birçoğu vatanlarına bir daha dönemeyecek. Ve bu insanların iltica ettikleri topraklarda nitelikli bir eğitim almaları veya iyi bir iş sahibi olmaları da çok güç. İyi bir sosyal düzeye sahip olamayacakları gibi sevdiklerinden, akrabalarından ve vatanlarından da uzakta yaşamak zorunda kalacaklar. Sayıları her yıl artan bu insanların sadece bir adı var: Mülteci.
İnsanlık bir mülteci kriziyle karşı karşıya ve bu krizden insanlığın dayanışmasından başka bir çıkış yolu yok. Diyaloğun reddedilmesi, ilgisizlik ve kayıtsızlık katiyetle bu sınavı geçemeyecektir. Köprüler yerine duvarlar inşa etmek hem politik hem de ahlaki olarak körlükten başka bir şey değildir. Mesafeler ve bunun sonucu olarak karşılıklı yabancılaşma krizi çözmek bir yana krizi büyütmekten daha ileri gidemeyecektir.
Göçmenleri kendi konfor alanımızdan uzak tutmak için duvarlar inşa etmek gülünç çünkü duvarlar inşa etmek kitlesel göçün sebeplerini ortadan kaldırmadığı gibi sonuçlarına da kör kalmaktan başka bir işlev görmüyor. “Kısa vadede meseleyi gözden ırak tutarak aldatıcı şekilde rahatlama getiren böylesi politikalar gelecekteki bir patlama için patlayıcı depolamak anlamına geliyor. Mevcut rahatsızlıklardan ve gelecekteki sıkıntılardan tek çıkış yolu tuzaklı ayrışma eğilimlerini reddetmekten geçiyor. Zamanımızın “tek gezegen, tek insanlık” gerçekliğinin meseleleriyle yüzleşmeyi reddetmek, kendimizi temize çıkarmak ve asap bozucu farklılık, benzeşmezlik ve kendini dayatan yabancılaşmalardan kendimizi ayırmak yerine, onlarla yakın ve gitgide artan ölçüde samimi temaslar kuracak fırsatlar aramalıyız. Umulur ki bu, teşvik edilen ve tasarlanan bölünme yerine ufukların kaynaşmasıyla sonuçlansın.”
Herkesin kendisine demokrasi istediği, herkesin en çok kendisini özgürlüğe layık gördüğü bir zamanda mültecinin hakkını kim verecek veya kim verebilir? Her gün insanlar evlerini geride bırakmak zorunda kalarak hayatlarının en zor kararlarını veriyor. Kağıt üstünde her mülteci güvenli sığınma hakkına sahipken sınırlarda işkenceye, onur kırıcı muameleye maruz kalanlar kimler? Savaştan, şiddetten, yoksulluktan kaçan insanlar bu defa etnik kimlikleri, inançları ve düşüncelerinden dolayı hedef haline geliyor. Daha iyi bir gelecek umuduyla başlayan bu yolculuklar ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile daha da tehlikeli bir hal alabiliyor.
“Göçmenleri însandışılaştırma onların meşru insan hakları sahipleri kategorisinden dışlanmalarının yolunu açıyor ve vahim sonuçlar doğurarak, göçmen meselesinin etik alanından çıkıp güvenlik tehditleri, suç önleme ve cezalandırma, cürüm, düzen savunusu ve en nihayet, genellikle askeri saldırı ve düşmanlıklarla ilişkilendirilen olağanüstü hal alanlarına yöneltiyor.” Unutmayalım ki mülteciler de kalpleri, aileleri ve en önemlisi insan hakları olan, gerçek insanlar. Tüm göçmenleri teröristlerle eşitleyen, tepkisel, yanlış yönlendirilmiş popülist retoriğe yaslanmak yerine, toplumsal içerme ve entegrasyon ile bu sorunla baş edilebilir, toplumsal dışlama ile değil.
Tüm bu sefalet gözümüzün içine içine sokulurken bile hala kendisi dışındakilere nefretle bakan vicdanlar var. Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan bu bireyci kültür, bizi insanlığın haykırışlarına karşı duyarsız kılmış durumda. Küreselleşen bu dünyada küreselleşmiş bir kayıtsızlık içerisindeyiz. Başkalarının acı çekmesine alışık hale geldik ve sorumluluk duygumuzu kaybettik. İnsanlığın bir bütün olarak yoldan çıkışına tanıklık ederken bu trajik durumlara kapı aralayan toplumsal ve ekonomik kararları verenlerin zalimliğine karşı insani bir hassasiyetle karşı durmamız lazım. Şokların kaderinin normalliğin rutinine dönüşmesine izin vermeden.
Kaotik bir dünyada yaşıyoruz. Kimisi henüz çocuk yaşta şiddetle, savaşla tanışmış ve masum bir çocuktan hor görülen bir delikanlıya dönüşürken hayata karşı sadece savaşçı olmayı öğrenmiş kimisi şehrin gecekondu semtlerinde sefalet içinde kimliksiz bir hayat yaşamış kimisi de tüm bu gerçeklerden habersiz insan hakları teorisi üreterek insanı da hakkı da ihlal etmiş. Biz hayal kurarken onlar hangi rüyaları için ağıt yakıyordur acaba? Özgür olmayı hayal ederken zincirlere vurulmuş hallerine mi yoksa kimliksiz, vatansız oluşlarına mı?
Kitap önerisi: Kapımızdaki Yabancılar/ Zygmunt Bauman
Yayın: Ayrıntı yay. / İnceleme / 96 syf
Film önerisi: Kefernahum
Yönetmen: Nadine Labaki
Türü: Drama
Yapım: 2018/Lübnan
Söz&Kalem - Feyzullah Çiftçi
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.