Mü’minlerin Emirinin Katıldığı Fetih: Kudüs’ün Hz. Ömer Tarafından Fethi
Kudüs, Müslümanlar tarafından Mekke’de daha ilk günden biliniyordu. Çünkü Hz. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Kudüs’e bakarak namaz kılıyordu.
Kudüs, Müslümanlar tarafından Mekke’de daha ilk günden biliniyordu. Çünkü Hz. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Kudüs’e bakarak namaz kılıyordu.
İsra ve Mirac’la Kudüs, yine Mekke’de bir kez daha gündemin ana maddesi olmuş ve İslam, en temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’in diliyle Mescid-i Aksâ’yı “mübarek/mutahhar/tertemiz” ilan etmişti.
Kudüs, Hz. Resûl-i Ekrem’in bütün peygamberlere imamette bulunduğu, dolayısıyla tevhid sancağını hepsinden aynı anda devraldığı mukaddes mekândır.
Kudüs, Hz. Peygamberin Miraca çıktığı mekândır.
Kudüs, her ne kadar Medine günlerinde Müslümanların kıblesi olmaktan çıkmışsa da bizzat Hz. Resûl-i Ekrem’in diliyle, Mescid-i Aksâ’nın yurdu olarak Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Nebevî ile birlikte ziyaret edilecek üç şehirden biri olarak duyurulmuştur.
İnkâr ehli, bilmez; kuşku ehli, anlamaz: Bir mekânın Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Nebevî ile anılması, o mekânın yeryüzündeki mekânlar hiyerarşisinde, yücelik sıralamasında ilk üç sırada yer almasıdır.
Her Müslüman, bunu biliyordu. Ama İslam’da işler hikmet ilendir. Hikmet, işlerin bir sıraya tabi tutulmasını ve zamanı gelince yapılmasını zorunlu kılar.
İslam, işlerin hikmet ile yapılmasını emretmeseydi Hz. Resûl-i Ekrem, Medine-i Münevvere’ye hicret etmez; Mekke’de kalarak mücadele ederdi.
İslam, işlerin hikmet ile yapılmasını emretmeseydi Hz. Resûl-i Ekrem, Medine-i Münevvere’ye hicret ettikten sonra, hiç ara vermeden Mekke-i Mükerreme’ye hücumlar düzenlerdi.
Mekke, zamanı gelince fethedildi. Öyleyse şehirlerin fetih sırası ile yücelikleri arasında bir ilgiden söz edilemez. Hikmet doğrultusunda daha mukaddes bir şehir, daha sonra fethedilebilir. Böyle olmasaydı Hz. Peygamber, Mekke’nin fethinden sonra doğrudan Kudüs’e doğru yola çıkardı.
Bir yere giden yolun açılması, oraya gidişin bir cüzdür. Hz. Peygamber, henüz Mute Savaşı’yla Ashabını Filistin’i çevreleyen topraklara doğru yola çıkarmış, Mekke’nin fethinden sonra ise Tebük Seferi ile bizzat kendisi o yola yönelmiş, ahirete irtihalinden önce çıkardığı son orduyu, Hz. Usame b. Zeyd’in ordusunu da o tarafa doğru yola çıkarmıştır. Dolayısıyla İslam’ın Kudüs’e doğru yolculuğu hep var olmuş, lâkin İslam bu yolculuğu hikmetle ve o topraklarda mümkün oldukça az kan dökerek gerçekleştirerek yapmıştır. Bu da İslam’ın harikulade tutarlılığının bir yansımasıdır.
Hz. Ebû Bekir radiyallahü anh halife olduğunda Medine-i Münevvere, mürtetlerce kuşatılmıştı; şehir içinde de işler henüz yoluna giriyordu. Fakat Hz. Ebû Bekir, bütün itirazlara rağmen Hz. Usame’nin ordusunu yola çıkardı. Mürtetlerin hakkından geldikten sonra ise hiç ara vermeden İslam ordularını Filistin taraflarına yolladı.
İSLAM ORDULARI FİLİSTİN’DE
Hz. Ebû Bekir, mürtetleri ve o günden bugüne bütün İslam düşmanlarını şaşkınlık içinde bırakan bir hızla irtidat vakalarıyla baş etti. Sonra Vakidî’nin güzel anlatımıyla Ashabı, Allah hepsinden razı olsun, Mescid-i Nebevî’de topladı, “Ey insanlar! Allah’ın rahmeti üzerinize olsun!” diye başlayan beliğ hutbesini irad etti.
Allah’ın Resûlü’nün minberindeki o büyük imam ve devlet adamı, gayet açık ifadelerle Resûl-i Ekrem’in bütün düşüncesinin Şam’ın üzerine yürümek olduğunu ama ömrünün buna vefa etmediğini haber verdi. Onlara, Filistin’in de bir parçası olduğu Şam hakkında bilgiler aktardı ve görüşlerini sordu. Bunun üzerine Ashab, “Ey Allah’ın Resûlü’nün halifesi siz emredin, istediğiniz tarafa gitmeye hazırız!” diye itaatini bildirdi.
Hz. Ebû Bekir, vakit kaybetmeden Mekke ve Yemen’e mektuplar yazdı ve onları Filistin’i ellerinde bulunduran Bizansʼla yapılacak cihada çağırdı. Çağrısı çok açıktı: “Sizleri Bilâdüşşâm’a göndermeye karar verdim. Sizden kim Allah’ın yolunda cihad edecek güçte ise bu çağrıya uysun!”
Mektubu Yemen’e götüren Hz. Enes b. Malik, size yemin ederim ki mektubunuzu her kime okuduysam derhâl Allah’ın, Resûlü’nün ve sizin itaatinize koşarak cihad için hazırlanmaya başladı, diyerek müjdeyi veriyordu.
Ordular toplanınca Hz. Ebû Bekir, Amr b. Asʼı Kudüs yolunu takip ederek Filistin’e yolladı. Amr, bizzat Filistin’de Bizans’la çarpışacaktı. Yezîd b. Ebû Süfyân, Dımaşkʼa; Ebû ʿUbeyde Humusʼa ve Şürahbîl b. Hasene de Ürdünʼe yollandı.
Hz. Ebû Bekir, onları insanlığın en çetin faaliyeti savaşa gönderirken onlara en insanî tavsiyelerde bulunuyordu:
-Yürürken kendini yorma, arkadaşlarını da yorma! Kavmine, maiyetine öfkelenme, onlara danış. Adaleti gözetle. Zulümden, cefadan uzak dur. Zira zulmedenler kurtuluş bulmaz.
-Düşmanı yenerseniz yaşlı, kadın ve çocukları öldürmeyiniz. Hayvanları yemek ihtiyacı dışında kesmeyiniz. Söz ve sadakat gösterin, ahdi bozmayınız. Mabetlere ve rahiplere dokunmayın…
Hz. Ebû Bekir, dünya tarihinin en büyük devlet adamlarından biridir; onun komutasındaki ordular da dünyanın en muzaffer ordularından kabul edilir.
Ridde savaşlarından sonra yaklaşık yirmi iki ay gibi bir sürede Sasanilere karşı cephede de büyük zaferler elde edilirken İslam’ın büyük komutanları hepsi Filistin’deydi. Hz. Ebû Bekir, Sâsânî cephesinde bulunan Hz. Halid b. Velid ve İyaz b. Ganm gibi şanlı iki komutanı daha Filistin’e yolladı. Böylece cephe daha da güçlendi.
Bizans da Kudüs’ün düşmesine yol açacak bir savaşta kaybeden taraf olmamak için bütün gücüyle savaşa yüklendi. Herakleios, Humus’a kadar gelmiş, kardeşini ve ünlü komutanlarını Müslümanlara karşı seferber etmişti. Bölgeyi iyi tanıyordu ve henüz birkaç yıl önce Sâsânî ordularını burada yenmişti.
İslam ordusunun komutası, Hâlid b. Velîd’de idi. Seyfullah Hz. Halid, İslâm ordusunun merkez kuvvetlerine Ebû Ubeyde’yi, sağ kanada Muâz b. Cebel’i, sol kanada Saîd b. Âmir’i, süvari kuvvetlerine de Saîd b. Zeyd’i kumandan tayin etti.
Bu şekilde düzenini alan İslam ordusu ile Bizans ordusu, 18 Safer 13 / 23 Nisan 634’te Kudüs’ün hemen batısında Remle ile Beytülcibrîn arasında Ecnadeyn denen yerde karşılaştı ve İslam ordusu, en az 80 bin kişiden oluşan o günün dünyasının en güçlü ve en disiplinli ordusunu darmadağın etti. Herakleios, korku içinde Antakya’ya kaçtı.
Dünya tarihinin en önemli savaşlarından kabul edilen Ecnadeyn Savaşı ile Kudüs’ün kapısı açıldı. Ama Ashab, hikmet ile hareket ettiğinden acele etmedi.
Kudüs’ün yolunu açan ikinci hamle Yermûk Savaşı’dır. 15/636’da yine Bizans’a karşı kazanılan Yermük Savaşı’nda ordu komutanı Hz. Halid idi. Ashab, hâlâ Hz. Ebû Bekir’in halife olduğunu zannediyor, onun manevi imametinde cihadı sürdürüyordu.
Ecnadeyn gibi tarihi bir savaşı dahi gölgede bırakan Yermûk Zaferi ile Herakleios, bu kez “Elveda Suriye!” diyerek Şam çevresini tamamen terk etti, Anadolu dağlarına çekildi. Hz. İyaz, kaçan Bizans ordusunu Malatya’ya kadar kovalarken Ashab, Şam’ın yanında Antakya ve Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını da ele geçirdi. Böylece Bizans’ın Kudüs’e yönelik hamlelerinin yolu tamamen kesildi.
Zaferden sonra Hz. Ebû Bekir’in vefat ettiği, Hz. Ömer’in halife olduğu ilan edilirken Hz. Halid’in yerine de Hz. Ebû Ubeyde, Şam orduları genel komutanı olarak atanmıştı.
Kudüs, bir ada gibi ortada kalmış ama Mısır hâlâ Bizans’ın elindeydi; Kudüs’teki pek çok patrik de Mısır’a kaçmıştı. Hz. Ebû Ubeyde, Ashabla istişarede bulunarak “Ne yapalım? Nereye gidelim?” diye sordu. Ashab “Sen, o emin adamsın, hangi yöne yürürsen biz ancak seninle beraber oluruz” diye buyurdular. Konu müzakere edilirken orada hazır bulunan Hz. Muaz b. Cebel, Hz. Ömer’le istişare edilmesini buyurdu. Komuta heyetinin görüşü de o yönde oluşunca Hz. Ömer’e mektup gönderilerek görüşü soruldu.
Şam ile Medine arasında bugünkü karayolları üzerinden 1267 kilometre mesafe var. Ashab, neden bunca yola rağmen Hz. Ömer’in görüşünü sorma ihtiyacı duymuştu?
Çünkü;
Kudüs, bölgedeki herhangi bir şehir değildi.
-Kudüs, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta en mukaddes şehir olarak biliniyordu.
-Yüzyıllar boyu, Yahudiler ve Rumlar; Yahudiler ve Sâsânîler; Sâsânîler ve Bizans arasındaki çekişmeye konu olmuştu. Bu çekişmelerle Yahudiler, Kudüs’ten uzaklaşmışken Kudüs, Hıristiyanlığın en mukaddes şehri olarak değer görüyordu.
-Sâsânîler de Bizans’ı ezmek, ona karşı üstünlük taslamak için Kudüs’ün üzerine varıyorlardı. Bu bağlamda, 614’te Sâsânîler tarafından işgal edilmiş ve bizzat Herakleios, şehri 629’da Sâsânîlerden kurtarmıştı.
Dolayısıyla şehir, Hıristiyanlık, Bizans ve bizzat Herakleios için bir prestij konusuydu. Hikmetten uzak erken bir tutum, ihtilaf hâlindeki Hıristiyanlığı birleştirebilir, birlikte harekete geçirebilirdi. Halbuki, Ashab, hedeflerine doğru ilerlerken düşmanı en az şekilde tahrik ederek hareket ediyor, fetihlerini en az insan kaybıyla gerçekleştirmek istiyordu.
Ebû Ubeyde’nin elçisi Hz. Ömer’e ulaştığında Hz. Ömer de bu hassas meseleyi Medine’deki devlet yüksek istişare heyetiyle görüşme gereği duydu. Yapılan istişarede Hz. Ali gibi büyükler Kudüs’e doğru yol almanın ehemmiyetinden söz ettiler ve görüşlerini Hz. Resûl-i Ekrem’in Kudüs’le ilgili hadis-i şeriflerine dayandırdılar.
Sâsânî Cephesi çok kritik bir noktada olmasına rağmen Hz. Ömer, İslam ordularına Kudüs fethi için harekete geçme emri verdi.
Bunun üzerine Ebû Ubeyde, Şam cephesindeki yedi büyük komutanı Kudüs için seferber etti: Halid b. Velid, Yezid b. Ebû Süfyan, Şurahbil b. Hasane, Mirkâl b. Hişam, Musîb b. Neciye, Kays b. Hubeyre, Urvet b. Muhelhel.
Ebû Ubeyde, komutanlarına Kudüs’e vardığınızda yüksek sesle tekbir ve tehlil getirin, Hz. Resûl-i Ekrem ve diğer enbiya hürmeti için Allah’tan yardım ve zafer talep edin diye emretti.
Her bir komutan, bir gün arayla bir askeri birlikle Kudüs’e doğru yola çıktı ve ardından bizzat kendisi de Kudüs çevresine gitti.
Kudüs’e varan her grup tekbir ve tehlillerle Kudüs semalarını inletti. Ebû Ubeyde, oraya vardığında sağında Hz. Halid, solunda Hz. Abdurrahman b. Ebû Bekir olduğu hâlde Kudüs surlarının üzerine çıkan Kudüs patriği ile görüştü.
Ebû Ubeyde, tercüman aracılığıyla onlara “Burası şerefli bir beldedir. Peygamberimiz buraya İsra’da bulunarak Mirac’a çıkmış, kābe kavseyn ölçüsünce (iki yay ucu aralığı kadar) Rabbine yaklaşmıştır. Burası nebilerin yurdu ve mezarlarının bulunduğu yerdir. Biz, buraya sizden daha layıkız” dedi. Onlardan, İslam’ı seçme, cizye vermeye razı olma veya savaş yollarından birini tercih etmelerini istedi. Ancak kuşatma dört ay sürmesine rağmen Rumlar teslim olmadılar. Mevsim kıştı ve o yıl kış çok şiddetli geçmesine rağmen Ashab, Kudüs çevresini terk etmedi.
Nihayetinde Kudüs patriği (Sophronios) kitaplarından aldıkları işaretle şehri ancak Hz. Ömer’e teslim edebileceklerini söyledi.
Ashab, bazı savaş yöntemleri ile onları bu istekten vazgeçirmeye çalıştıysa da ısrar ettiler. Bunun üzerine Medine’ye mektup gönderilip durum Hz. Ömer’e haber verildi.
Hz. Ömer, sabah namazı sonrası Ashabla istişare etti. Hz. Osman ve Hz. Ali, gitmesi yönünde görüş beyan ettiler. Kudüs konusunda cephedeki komuta heyeti ve mücahidler ile Medine-i Münevvere’deki devlet yüksek istişare heyeti ve sair mü’minler arasında mutlak bir görüş birliği vardı. Bunun üzerine, Emirü’l-Mü’minin, ilk kez bir fetih için Medine’den ayrıldı.
Medine ile Kudüs arasında bugünkü tespitlerle tam 1198,2 km. mesafe var. Hz. Ömer, üşenmedi, Ashab da onu bu yolculuktan alıkoymadı. Büyük İslam Halifesi, kırmızı devesine bindi, heybesinin bir tarafına hurma, diğer tarafına sevuk denen helvayı koydu, önüne de su kabını aldı ve yola çıktı. Hz. Zubeyr b. Avvâm gibi büyükler Yermük’ten henüz dönüp yorgun oldukları hâlde onlar da ona katıldılar.
Hz. Ömer, Kudüs’e yaklaştığında ona beyaz bir giysi giyip ata binmesini söylediler ama reddetti ve o hâl üzere büyük bir tevazuyla Kudüs’e yaklaştı.
Kudüs’ü kuşatan İslam ordusunun içinde Hz. Bilal de vardı. Hz. Ömer, ona “Ey Bilal, bizim için ezan oku!” dedi. Hz. Bilal, Kudüs semalarında “Allahü Ekber” dediğinde Ashab, Resûl-i Ekrem günlerini hatırlayıp hüngür hüngür ağladı.
Hz. Ömer, bütün ordunun yekvücut tekbir ve tehlilleriyle şehre yaklaştı, henüz devenin sırtında iken şükür secdesi yaptı ve kaynaklarda yazılı bir ahitnâme ile sulh içinde, Hicri 17, Miladi 638’de Kudüs’ü teslim aldı. Şehre girdikten sonra bir daha şükür secdesinde bulundu.
Hz. Ömer, şehirde beş gün konakladı, bu süre içinde Mescid-i Aksâ’nın yerini tespit etti ve üç bin kişinin namaz kılabileceği bu sahayı tahta çitlerle çevreledi, kendisinden sonra da onun yanı başına Hz. Ömer Camisi olarak bilinen bugünkü Kubbetü’s Sahre inşa edildi.
Kudüs’ün fethi İslam Halifesinin bu devirde katıldığı tek fetihtir. Onun dışında Halife, İran’ın hazinelerinin bulunduğu şehirler dahil, hiçbir şehrin kapısına gitmemiş, hiçbir şehri teslim almak için Medine’den ayrılmamıştır.
Hz. Ömer’e dayandırılan ve Hz. Ömer Ahitnamesi olarak bilinen Kudüs Ahitnamesi’ne göre Yahudilerin şehre girişi yasaklanmıştır. Aksi yönde bir delil olmadığından bu ahitnameyi sahih kabul etmek gerekir.
Bununla beraber Müslümanlar, o günden 1967’de Siyonistler tarafından istila edilinceye kadar Yahudileri Kudüs’ten tamamen alıkoymamışlar. Ancak onların şehirde bir nüfus yoğunluğu oluşturmaması için de hep tedbirli davranmışlardır.
Kanaatimce Kudüs’ün fethinin en nadide niteliklerinden biri, hayatta olan neredeyse bütün Ashab’ın doğrudan veya dolaylı katılımıyla gerçekleşmiş olması, ümmetin Kudüs’ün fethi noktasında ittifak hâlinde olmasıdır.
Allah celle celalühü, bila noksan Ashabın bütün büyüklerinden razı olsun, bizleri Havz-ı Kevser’de onlarla buluştursun…
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.