Mehmet Zeki ERGİN
Müslüman Halkımızın Kılına Dahi Zarar Gelmesin Diye Sineye Çekemeyeceğim
Dicle Üniversitesi veya bazı paryaların kendilerinin hâkimiyet alanı zannettikleri Diyarbakır’daki üniversite… ODTÜ gibi, halktan ve halkın her türlü değerinden bihaber, nesillerinin son örnekleri kelaynakların babalarının bahçesi zannettikleri ve dolayısı ile sahip çıkılacak ikinci önemli yer gördükleri üniversite…
Oradaki olayları özetlemeye niyetim yok… Zira Rehber TV’ye konuşan Av. Abdulgani Orhan canlı olarak olayı başından sonuna kadar isim isim açıklayarak kimlerin ne tür provokasyonlar yaptığını tek tek anlattı. Milletvekili müsveddelerinin nasıl geçmişin hıncını veya birkaç gün öncesinin hıncını çıkarmaya çalışırcasına, intikamını alırcasına kin kustuklarını tek tek sıraladı. Detayları öğrenmek isteyenleri oraya havale ediyorum.
Ben, bazı karanlık ve derin güçlerin devrede olduğuna da ihtimal vermiyorum, inanmıyorum. PKK/BDP’liler devletten iyi bir ders almışlar. Her nerede bir melanet işlemişlerse ki işleri melanetten başka bir şey değildir, bu işin içinde karanlık güçlerin parmakları var diye yaygara kopararak okları başka yerlere yöneltmeye çalışırlar. Tıpkı devletin yaptığı tüm melanetleri “derin devlet” diye bir şeye yüklediği gibi…
Evet, gerçekten Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesi’nde bazı karanlık güçler devrede idi. Ama bu karanlık güç öyle derin falan değil, çok yüzey ve sığ bir güruh olan PKK/BDP’den başkası değildi. O saldırılara karışan güruh, M. Akif’in deyimiyle “Kimi ayyaş, kimi alkol müptelası, kimi bilmem ne bela”dan müteşekkil olan güruh, karanlık gücün bizzat kendisi tarafından oraya sürülmüş ayak takımından başkası değildi.
Eğer bu güruh bir ayak takımından müteşekkil olmasaydı, eşcinsel/lezbiyen dergilerin onur konuklarının ve abonmanlarının sözlerine kulak verirler miydi? Bilmem hangi herifin hareminden deformeden ıskartaya çıkartılmışların direktifleri ile sağa sola saldırıp dururlar mıydı?
Bu olayların çıkış nedeninin ne olduğunu herkes gayet net ve iyi biliyor. Onlar bununla Muhammed’in Sevdasının önüne set olabileceklerini sanıyorlar. Siz kim Muhammed’in Sevdasına set olabilmek kim? Sizin, “Muhammed kaybetti” diyen ve tanrılaştırdığınız efendileriniz bile Muhammed’in hadimlerinin keskin kılıçları önünde diz çökmek zorunda kalmışken bu heyulalara nasıl kapılıyorsunuz, anlayabilmiş değilim.
Ama belki de bundan da öte, dün tatmış olduğunuz yenilginin hıncı; Sultan Salahaddin’in torununun bikinisi ile arz-ı endam ederek kendilerini Yahudilerin paryalarına sunmasına izin vermememizin kuyruk acısıdır sizi bu meczupça hareketlere sevk eden. Yoksa kim bugün Muhammedî Sevda’nın önünde durmayı göze alabilir ki!...
Siz, bizim bazılarının yaptığı gibi pılımızı pırtımızı toplamayacağımızı en iyi bilenler iken eğer hırçınlığın sarhoşluğu kafanıza vurmasaydı böyle bir eyleme teşebbüs eder miydiniz?
Elbette hariçten gazel çalmayı marifet sanan ve sırf bitaraf görüntüyü çizdirmemek için bütün insani, İslami değerleri hiçe sayan bertaraf olmuşlara da söylemek istediğimiz bir çift sözümüz olmalıydı ama bu, bir türlü fetvasını bulamadığımız garip tavırdan başka bir şey sergilediklerini görmediğimiz için halkımıza yaptığımız hitabı onlar da kendilerine alabilirler:
“Değerli halkımız! Gerçekten üzgünüz ve özür diliyoruz. Allah şahidimizdir, sırf sizin saçınızın tek teline, tek kılına dahi zarar gelmesin diye sinemizde söndüremeyeceğimiz kor yoktur. Ama ne yapalım, huyumuz batsın bir türlü zelil olmayı başaramıyoruz. Zilleti içimize çekmeyi beceremiyoruz.
Bazılarının yaptığı gibi kendilerine “siz bizden habersiz burada stand açamazsınız, herhangi bir faaliyet gösteremezsiniz denildiği zaman pılımızı pırtımızı toplayıp çekip gitmeyi başaramıyoruz.
Özür dileriz. Gerçekten özür dileriz. Ama herhalde aşağıdaki söz büyük bir insandan bizim için size arzedilmiş bir mazeret olur.”
“Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve Şehâmet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce karşımda kim olursa olsun, isterse en zâlim bir cebbâr, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım.
“Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve Şehâmet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce karşımda kim olursa olsun, isterse en zâlim bir cebbâr, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım.
Beni zindana atar yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.