Emin GÜNEŞ
Müslüman olmanın asgari şartı
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki “Müslüman bir toplumda yaşamak” tek başına Müslüman olmak için yeterli sayılır hale gelmiştir. Kuşkusuz arzu edilen Müslüman bir toplumdaki herkesin Müslüman olmasıdır. Ancak öyleleri var ki hayatını İslami değerlerle savaş içerisinde geçirmesine, İslam’ın en küçük bir tezahürüne dahi tahammülsüzlük göstermesine rağmen hala Müslümanlığına halel gelmediğini savunabilmektedir. Maalesef “tekfircilik”le itham edilmemek adına kimse bu İslam düşmanlarına kâfir demeye cesaret edememektedir.
Müslüman olmanın asgari şartının “Müslümanlar arasında Kur’an ve Sünnetin hakem kabul edilmesi” olarak kabulü gerekmez mi? Kendini Müslüman olarak tanıtan birisinin referansının İslam olması mecburi değil midir? Müslümanlar aralarındaki ihtilafları Allah ve Resulüne götürmek zorunda değiller mi? Özellikle de “Kopenhag kriterleri” “Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi” “demokratik kriterler” Kur’an ve sünnetin açık hükümlerine muhalif olmalarına rağmen ihtiyari olarak tercih ediliyorsa bu durum nasıl Müslümanlıkla telif edilecektir. Zorunlu haller (ikrahı mülci) için böyle durumlara cevaz verilse dahi bir Müslümanın özellikle İslam’a uygun bir takım icraatları “bizi demokrasiden, Avrupa’dan, uygar dünyadan(!) uzaklaştırıyorlar” diyerek mahkum etmesi Müslümanlıkla bağdaşır mı?
Mesela başbakanın Anayasa Mahkemesi kararı milli değildir dediğinde “mahkeme kararları milli olamaz, evrensel olur” ifadeleri ile evrensellikten dem vuranların kast ettiği nedir? İslam dünyası ya da ülkeleri bu evrene dâhil midirler? Madem öyle evrensel kararlarda “Türk Milleti adına” ifadesi ne anlama gelmektedir. Evrensel karar demek “milliyetsiz, dinsiz, mezhepsiz karar mı” demektir? Acaba Anayasa Mahkemesi kendisini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile mi karıştırdı? Anayasa Mahkemesi “Türkiye’yi mahkum etti” ifadesi yerinde midir? Mesela yeni çıkan MİT kanununu topa tutulurken “MİT’in Müslüman bir ülkeye bilgi aktarabileceği tehlikesinden hareketle ayağa kalkanlar bugüne kadar MİT”in adeta Mossad ve CİA’nin partneri gibi çalışmasına neden itiraz etmezler?
Müslümanlar keyfi olarak aralarındaki ihtilaflarda İslam’ın hakemliğini reddediyorlarsa bu sadece günahkârlıkla açıklanabilir mi? İnsanlar gerçekten iki farklı kişilikte yaşanabileceğine mi inanıyorlar? Sanırım Pastör’ün bir sözü olacak: “Ben laboratuvara girdiğimde din gömleğimi çıkartırım.” Müslümanların da din gömleğini çıkarmak suretiyle kısmen ve ya bazen belirli aralıklarla dinsiz olmaları caiz midir? Gerçekten bunları anlamakta zorlanıyorum.
Bu günlerde anlamakta zorlandığım başka bir konu da Mısır’daki ihvanımız için ayağa kalkan kardeşlerimizin neden içerdeki İhvan-ı Müslimin’den (istisnalar hariç) adeta habersiz gibi davrandıklarıdır. Umut davasında yargılananların işledikleri iddia edilen suçları ile kimlik ve kişilikleri itibariyle İhvandan ne farkları var. Hizbullah, Vasat, Hizbuttahrir, İbda-c ve benzeri davalardan yargılananlar İhvan’la aynı olmasalar da onun benzerleridirler. Özetle İ’layı kelimetullah için mücadele veren bu insanların çoğu Mısır’da olduğu gibi derin devletin öldürüp Müslümanlara yüklediği suçlamalarla ceza almadılar mı? Mısır’daki, Pakistan’daki, Bangladeş’teki, Arakan’daki vs. kardeşlerimiz için meydanlara inenler Türkiye’deki “İhvan” için meydanlara inmeyi düşünmezler mi? Adama “sen önce içerdeki kardeşlerine sahip çık” demezler mi? Sakın yapılan protesto ve basın açıklamalarına karşı olduğum anlaşılmasın. Ancak içerdeki kardeşlerimiz için Mısır ve ya Pakistan’daki bir eylem ile içerdeki bir eylem sonuç almak bakımından aynı mıdır? Gerçekten bunu anlamakta zorlanıyorum. Çekememezlik, haset, cesaretsizlik gibi şeyler aklıma geliyor ancak bunlar da olayı açıklamaya yetmiyor.
Mesela Çeçenistan’a yönelik bir saldırı ile Kürdistan’a yönelik aynı mahiyette bir saldırıya aynı tepki gösteriliyor mu? Gösterilmiyorsa neden? İkisi de İslam coğrafyası ise fark nerden kaynaklanıyor? Müslümanların öncelikle kendi içlerinde tutarlı olmaları gerekir.
Allah ve Resulünden başkasının hakemliğine müracaat etmek hiçbir Müslüman’ın hakkı olamaz. Kur’an-ı Kerim değil başka hakemliğe müracaatı, Allah ve Resulüne müracaat halinde verilen hükme karşı bir hoşnutsuzluğu dahi imansızlık saymıştır. Rabbim cümlemizi Allah ve Resulünün hükmüne içinde hiçbir darlık duymadan boyun eğenlerden eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.