Menderes YILDIRIM
Müslüman ülkelerde siyaset hakkı
Siyaset; yaşam ve hareket tarzımızı belirlerken esas aldığımız yol ve tarzdır.
Her din, inanç ve fikir çevresinin kendi kutsalıyla belirlediği bir siyaset tarzı da vardır. İslamiyet; siyaset veya felsefe değil ama bir siyaset ve felsefesi de vardır.
Bu işin ilimî yönü; bir de filimî yönü vardır. Dünyamızda geçerli siyasetin hudutlarını, bu seküler filmin yasaları belirliyor. Halkın yönetimine talib olmanın yolu da buradan geçmektedir.
Seküler siyaset; dikenlerle, mayın tarlalarıyla, haddini aşanların kellesini almaya muntazır demoklesin kılıcıyla çevrelenmiştir.
Kendisi gibi yaşamak isteyen nice “İslamî yapılanmalar, tecdit ve ihya hareketleri, camia ve cemaatler” kendi öz yurtlarında siyaset yapma imkânı bulamadıkları içindir ki Hakk'a ve halka hizmet için; kutsallarının şartlarına ve kendilerine rağmen arayışlara girerek, sahaya inmek, halklarıyla buluşmak için malum siyasete talib olmuşlardır.
Mısırda ihvan, Asya'da cemaat-i İslamî yapılanmaları, Türkiye'de merhum Erbakan'ın rehberliğindeki Millî Görüş, Mustazaflar hareketi ve Tunus'taki Nahda Hareketi bunların başlıcalarındandır. Aynı hareketler; helvadan ilahlarını yiyenlerin yasalarına göre dahi suça bulaşmadıkları halde, ağır ceza ve yasaklarla karşılaşmışlardır.
Sağ ve sol yelpazenin ortasında siyaset yaptıkları halde, hazırlanmış senaryolarla suçlandırılıp cezalandırılmışlardır. MKYK'ları (as kadroları) siyasetten men edilmiş, hapis ve sürgünler yaşanmış; idamlar verilmiştir.
Esasen seküler siyaset tarzı; kendinden başkasına yol vermemiştir.
Demirel'in; “böyle giderse din merkezli devlete dönüşürüz..” endişesini dile getiren soruya verdiği cevap manidardır. “Sistemin, yeri ve zamanı geldiğinde kendini koruyacak refleksleri, kurumları vardır...”
Pakistan'da Ziya'ül Hakk da bunun aksi bir soruyu cevaplarken; “İslami cumhuriyete döneriz ancak beni yaşatmazlar” dediği yıl, uçağına isabet eden bir roket ile şehid edilmişti.
Benzer olay ve komplolar Suud başta olmak üzere Hicaz ülkelerinde, Mısır'da, Kuzey Afrika ülkelerinde ve daha birçok halkı Müslüman ülkelerde vuku bulmuştur. Yani bu “aşkın vuslatı” henüz oluşmadı. Hafız'ın deyimiyle; “Rah-i eşqîn, dûr u dıraz est” (yolu uzak ve uzundur).
Ne mi yapacağız? Orası, “Zülfükar ve Murtaza (ra)'ın kabri efsanesi” gibidir; “diyen bilmez, bilen demez!”
Kimse, kesmeyi de kınamamalıdır. Her kes, bir birine yaşam alanı bırakmalı; kendisini merkeze alarak ret-inkâr ve hep emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin işine yaramış olan TEKFİR kültürünü kullanmamalı. Buluşabileceğimiz çok mevzi ve görüşebileceğimiz çok mevzu vardır. Dindar kadrolar, siyaset sahnesinde olmalıdır ve olacaktır.
Dünyevileşmenin bizleri kendi gayri meşru tarzlarına çektiği de bir gerçektir. Sihirli bir eldir, dokunduğunu değiştiren bir değnektir.
Malum siyasetin değirmenine girenler; yaşamak istediği takdirde, bir müddet sonra dönüşüyor, değişiyor veya kendi ilkeleriyle çelişen kadrolara yoldaş oluyor; yola çıktıklarını, yolda buluklarıyla değiştiriyor.
Kendisi olmak isteyen yerliler; tez geliştiremiyor, geliştirdiği tezi uygulayamıyor, uyguladığında da yaşama şansı bulamıyor. Orta yolda kalmak isteyenleri; bir anda gelişip yol alıyor ama bir müddet sonra “sosyal, siyasal, felsefi..” alanlarda yeni tezler geliştiremiyor; yani toplumu organize edip kurumsallaşamıyor ve ortada kalıyor.
Netice olarak, Halkı Müslüman ülkelerdeki siyaset bizleri yordu, umutlarımızı kırma noktasına getirdi, usandırdı ama unutmayalım ki karşı taraflar da kazanamıyor. Yerlileri bileyip kamçılayan ise “insanlık, medeniyet, meşruiyet ve yerlilik adına” diyebilecekleri tek söz ve vaatlerinin kalmamasıdır.
Ümmetin “zifiri karanlığı, kutlu şafağın eşiğidir” demeye gerek yoktur vesselam!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.