Müslümanların Milliyetçilik ve Mezhepçilik Çıkmazı

Milliyetçilik ve onun aşırı uç noktası olan ırkçılık, insanlık tarihi kadar eskidir. İlk ırkçı olan da şeytandır diyebiliriz. Bilindiği gibi Allah (cc) Hz. Adem’i yarattıktan sonra, meleklere Adem’e secde etmelerini emreder. Tüm melekler bu emri yerine getirir, ancak şeytan bundan imtina eder. Sebebinin de insanın topraktan, kendisinin ise ateşten yaratıldığını dolayısıyla insandan daha üstün olduğu ileri sürer. Nitekim Kur’an’da  bu konuyla ilgili ayetlerde şöyle ifade edilir: “Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” Bakara-34

“Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” A’raf-12

İslam’da ırkçılık kesinlikle yasaklanmış ve kınanmıştır. Peygamberimiz (as); Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran Bizden değildir; ırkçılık için savaşan Bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen Bizden değildir"* “Bak ey Eba Zerr ; şüphesiz ki sen takva ile üstün olma durumun hariç, kırmızı ve siyah insanlardan hayırlı değilsin.”**

Ancak kişinin başka kavimlerden üstün tutup zulümde destek vermemesi kaydıyla kendi kavmini sevmesi de fıtridir, doğaldır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.)'a soruldu: "Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?" Hz Peygamber şöyle cevap verdi: "Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/kavmiyetçiliktir" (Ahmed bin Hanbel)

Üstad Bediüzzaman, milliyetçiliği menfi ve müsbet milliyetçilik olarak ikiye ayırırken şunları söyler: Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebeptir.

Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor. Teâvüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.

Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekàda ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kal’anın taşlarını kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir. (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas, Üçüncü ve Dördüncü Mesele)

Yani başkasını yok sayan, asimile etmeye çalışan, düşmanlık yapan milliyetçilik menfi milliyetçiliktir. Müsbet milliyetçilik ise eğer İslam dairesi içinde olursa kardeşliği daha da pekiştirir.

İslam insanları ırk ve milliyet esası üzerinde değil, inanç/akide bağıyla değerlendirir. Esasında insanların kökeninin bir anne ve babadan meydana geldiğini beyan eden İslam’da, insanlar arasında üstünlüğün kavim ve kabileler ile olması da bir çelişki olurdu. Nitekim Kur’an’da Allah (cc) Şöyle buyurur; “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi kavim ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. (Takva sahibi olan) Allah bilendir, haberdardır.”Hucurat-13  Ayette de belirtildiği üzere üstünlüğün soy sop ile değil, takva sahibi olmaktan geçtiğini beyan ediyor Rabbimiz. Kabile ve kavim farklılığının olması da, insanların birbirlerini tanıması için bir kolaylık sebebi olmasıdır. Yoksa insanların bu farklılıklar sebebiyle, birbirlerine üstünlük taslayıp çatışması için bir sebep değildir.

Nitekim Üstad Bediüzzaman bu ayeti açıklarken şöyle diyor: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.”

İslam, farklı dillerin ve renklerin var oluş  gerçeğini de şöyle vurgulamaktadır. “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) ayetlerindendir. (delillerindendir) Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” Rum-22 Diller ve renklerin farklı oluşu Allah’ın ayetlerinden olduğunu, dolayısıyla hiçbir renge sahip insanın ve dilin diğerinden üstün olmadığını buradan anlıyoruz.  

Esasen menfi Milliyetçilik, Avrupa’da ortaya çıkmış ve daha sonra dünyadaki diğer milletlere de bulaşmıştır. Milliyetçilik bir fikir akımı olarak ilk defa Fransız ihtilaliyle ortaya çıkmıştır. Daha sonra Avrupa başta olmak üzere dünyanın diğer yerlerine yayılmıştır. Milliyetçilik çeşitli alt kategorilere ayrılır: Siyasal milliyetçilik millet fikrini politik amaçlara ulaşmak için kullanma teşebbüslerini kapsar. Kültürel milliyetçilik milletin farklı bir medeniyetin sahibi olarak, yeniden canlandırılmasını hedefler ve bu yüzden siyasal amaçlardan ziyade dil, din, hayat tarzı gibi öğelerin savunulmasına ve güçlendirilmesine yönelir. Etnik milliyetçilik kültürel milliyetçilikle önemli ölçüde çakışmakla beraber, ayrı olmaya ve başkalarından ayrılmaya daha fazla vurgu yapar.

Abartılması durumunda etnik milliyetçilik kültürel milliyetçiliğin unsurlarını yansıtmak bakımından zayıflar ve ırkçılığa doğru gider. Nitekim, yayılmacı milliyetçilik saldırgan ve militarist bir milliyetçilik türüdür ve genellikle şövenist inanç ve doktrinlere dayanır. Milliyetçilik kendi başına bir ideoloji olma durumunda olmadığı için, genellikle gelişkin ideolojilere eklenerek yaşar.

Her milletin bağımsız olup kendi devletini kurması ve kendi kendini yönetmesi esasına dayanan milliyetçilik akımının etkisiyle, bir çok milletlerden oluşan imparatorluklar bundan olumsuz etkilenmiş ve daha sonra dağılmalarına yol açmıştır.

Milliyetçilik akımının en uç noktası olarak ırkçılık(faşizm), Almanya ve İtalya’da Hitler ve Mussolini'nin iktidara gelmesiyle en zirve noktasına ulaşmıştır. Kendi ırklarını üstün ırk olarak gören bu hastalıklı anlayış, deyim yerindeyse dünyayı ateşe vermiş ve neticede milyonlarca insanın ölümüne ve yaralanmasına, birçok şehrin harabe hale gelmesine sebep olmuştur.

Milliyetçilik fikrinin Müslüman halklara bulaşması, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde olmuştur. Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve çöküşe doğru gitmesi üzerine, Osmanlı’daki aydınlar ve devlet adamları bu çöküşün ve dağılmanın önünü almak için, çeşitli fikirler ortaya atmaya başlamışlardır. Bunlar Türkçülük, Batıcılık, İslamcılık, Osmanlıcılık, Turancılık gibi fikir akımlarıdır.

İslamcılık, Osmanlı ülkesinde yaşayan Müslümanların birliğini savunan bir anlayıştı. Ülkenin sadece Müslümanlardan oluşması düşünülüyordu. İslamcılık anlayışını en iyi Sultan II. Abdülhamit uygulamıştır. Bu akımın temsilcileri arasında Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman Said-i Nursi gibi isimler vardır.

Osmanlıcılık ise Tanzimat Fermanı’ndan sonra etkili olan bir düşüncedir. Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün vatandaşların dil, din, ırk farkı gözetilmeksizin eşit olması gerektiğini düşünen fikir akımıdır.

Türkçülük fikri ise I. Dünya Savaşı sırasında, İslamcılık’ın etkisini kaybetmeye başlamasıyla sadece Türklerden oluşan bir ülke ideali bu akımı canlandırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında da etkili olmuştur. Batıcılık fikrini savunanlar ise ikiye ayrılıyordu. Bir kısmı batının her şeyini almayı savunurken, bir kısmı da sadece ilim ve tekniğini almayı savunuyordu.

Özellikle Türk milliyetçiliğini savunanların etkisiyle, Osmanlı Devletinin egemenliğindeki diğer Müslüman kavimlere de milliyetçilik sirayet etmiştir. 600 yüzyıldan fazla İslam dünyasının büyük bir bölümünü idare eden bir devletin, yönetici ve aydınlarının son dönemlerde kendi ırklarını öne çıkarması, doğal olarak diğer Müslüman kavimlerde de etki-tepkiye yol açmış ve onlarda da milliyetçilik duyguları depreşmiştir. Buna Müslümanları parçalayıp daha rahat sömürmek isteyen batılı emperyalist ülkelerin çabaları ve propagandaları da ekleyince, artık dağılma mukadder olmuştur. Neticede Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti yenik sayılmış ve devlet dağılmıştır. Osmanlı Devletinin egemen olduğu topraklar üzerinde birçok devlet kurulmuştur.

Avrupa milliyetçilik, mezhepçilik ve çıkar çatışmalarının faturasını mezhep savaşları ile Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında ağır bir şekilde ödemiş ve bundan sonra kendi aralarında hak ve hukuklarını koruma noktasında ortak bir anlayışa (Yer yer halen bazı sorunlar olsa da) varıp, Avrupa Hristiyan Birliğini sağlama yoluna giderek kanlı çatışmaların ve yıkımların önünü kesmiştir.

Ancak İslam dünyasında hakim olan rejimler ve güdümünde oldukları batılı devletlerin de destek ve teşvikleriyle, milliyetçilik, mezhepçilik, bölgecilik ve ulusal çıkarlar adı altında çıkarılan çatışma ve savaşlarda, Müslüman halklar kaos ve fitne denizinde boğuşmakta, başlarına en son model uçak ve füzelerle bombalar yağdırılmakta, kanları oluk oluk akıtılmakta, yerinden yurdundan olup muhacir durumuna düşerek perişan olmaktadırlar. Batılı silah şirketlerinin geliştirdiği en son silahlarını denedikleri bir alan haline gelen Orta Doğu’da, İslam coğrafyasında ki eski kadim şehirler ve yerleşim yerleri, yerle bir edilmektedir. Herkesin birbirine diş bilediği kin ve nefret coğrafyasına dönüşen Orta Doğu coğrafyası, artık hiç kimsenin yarınından emin olmadığı bir alan haline gelmiştir.

Bu kötü ve feci gidişe dur demek de, ancak bu coğrafyanın sakinleri olan Müslüman halkların elindedir. Bir ütopya olarak görülse de, İslam’ın emrettiği kardeşlik ve eşitlik çerçevesinde birbirlerinin haklarına riayet edip, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyerek, mezhep, meşrep milliyet farkı gözetmeksizin ve çıkarlar üstü bir birliktelikle bu aşılmaz denilen engellerin ve sorunların üstesinden gelinebilir.  

Aksi halde bu cehennemi ateş her tarafı saracak ve herkesi yakacaktır. Sonunda kaybeden bu coğrafyadaki bütün Müslüman halklar olacaktır.

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” Al-î İmran-103

*(Kaynak: Müslim, imare, 53)

**Kaynak:İbni Kesir : 13.c.7421.s

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.